NOT: İki yıl süren ve dünya ile birlikte ülkemizi ve dolayısıyla bizi kendi cenderesine hapseden kovit-19 nam pandemi sürecinde, birçok alanda olduğu üzere kitapların direkt olarak okuyucusuna ulaşması hiç mümkün olmamıştı. Pandeminin dünyayla koşut bir şekilde ülkemizde de yavaşlama trendine girmesi sonucunda, kitap fuarları da yeniden kitapseverler tarafından büyük bir ilgiyle karşılandığı çok rahatlıkla söylenebilir.
O zaman kitap fuarları…
Kitap fuarları, kitabın tanıtımı ve okura ulaşması açısından, bir trend olarak Batı’da başlayan modern bir uğraşı olarak bizde de epey zamandır revaçtaydı. Kitap fuarları belli zamanlarda, yine belirlenmiş zaman aralıklarında, birçok yetkili kurumun(belediye, fuar işletmeleri vb.) himayesinde yapılıyor. Bundan amaçlanan ise, kitapla okuru buluşturmak, okurun ‘istediği’ ya da okura yönelik olarak yapılan reklam sonucunda gereken kitabın okur tarafından alınmasını sağlamak.
Tabii ki burada okur kitapla buluştuğunda, onu, bu buluşmada karşılayan amil güç, öncelikle kitabın yayıncısı oluyordu. Yayıncı-okur-kitap, aracı ve salt hizmet kurumlarından oluşan bir silsile kendini gösteriyordu.
Kökenden gelen ve genlerimize kadar işlemiş bulunan ‘kitap okumazlık’ durumumuza koşut olarak, Muhafazakâr Müslüman camianın kitapla ünsiyeti, büyük oranda altmışlarda başlamış olup seksenlere, doksanlara ve iki binlere kadar ağır aksak ilerlemişti.
Bununla birlikte cumhuriyetin ilanı ile yer altına çekilen İslamcılığın, yeniden ilgi görmesine koşut olarak ivme kazanan bir takım sosyal(cemaat, tarikat yapılanmaları) ve siyasal(Milli Görüş) hareketlilik, en azında, o hareketlerin kendilerini kitlelere anlatma, onlar tarafından anlaşılma, oluşan düşünce ve hareketi kabul ettirme ve zaman içerisinde husule gelen bilgi birikiminin kitlelere aktarılması adına, birçok fenomen gibi, kitabında kendine bir yer edindiği vaki olmuştu.
Burada fuar olgusu önem kazanmakta olup bu iş 12 Eylül sonrasında laik ve sol yayın çevrelerince hayata geçiriliyodu.
Türkiyeli laik sol kesim, hemen her alanda ülkenin birçok yerinde fuarcılık çalışmaları bulunan TÜYAP bünyesinde ve onun işbirliğinde, metropol şehirler başta olmak üzere Anadolu ‘da da kitap fuarları düzenliyordu.
Laik sol kesimin, belki de, 12 Eylül atmosferinde, geleceğe yönelik olarak yol bulması açısından, dönemin birçok iletişim araçlarından ziyade, kitap ile halka, topluma açılma düşüncesi, artık kitap fuarlarını vazgeçilmez temel bir uğraşı olduğunu gösteriyor ve kabul ettiriyordu.
Aralarında öteden beri var olan fraksiyon farkına rağmen laik/sol yayın çevrelerinin, bu konuda hep birlikte hareket etmesi, beri yanda, yine kendi aralarında, yorum ve kanaat farkı bulunan Müslüman çevreleri de etkilemişti.
Bu çevrelerin önceleri TÜYAP bünyesinde fuara katılma düşüncesi, kendi alanında, kendinden farklı bir konumda ve durumda bulunan bu çevrenin, kendi düzenlediği fuarlara kabul edilmemesine rağmen, ilerleyen süreçte, muhafazakâr gruplardan ziyade İslamcı yönü ağır basan ve hem Doğu’dan ve hem de Batı’dan olmak üzere “çağdaş İslam düşüncesi” bağlamında yayın yapan ve bir elin parmak sayısını geçmeyecek oranda bir iki İslamcı yayıncının da TÜYAP fuarlarında yer aldığı görülmektedir. Ör. Pınar Yayınları vb.
Gerek salt İslamcı ve gerekse de hem muhafazakâr, hem gelenekçi(büyük oranda tarikat yapılanmaları) ve hem de kendini İslam’la özdeş kılmaya çalışan birçok millici vb. yayın çevrelerinin de katılımı ile birlikte DİB çatısı altında vakıf faaliyetini sürdüren TDV bünyesinde kurulu bulunan ‘Vakıf Fuar İşletmeciliği’ adı altında faaliyet gösteren işletmenin öncülüğünde seksenlerin ilk çeyreğinde stard alan Sultanahmet Kitap Fuarı, birkaç yıl var olan birçok olumsuz duruma rağmen otuz kusur yıldır devam etmektedir.
Bununla birlikte, AK Partili belediyelerin, kendine özgü birçok eksiğine, gediğine rağmen, çoğu yerde de valiliklerle ve meslekî kuruluşların katkısı ve bazı hayırsever vatandaşların sponsorluğunda Anadolu’nun bir ucundan, bir ucuna, kitabı taşradaki okura ulaştırma çabalarını da saymak gerekirdi.
Hatta bunlardan birkaç tanesi artık, kendi alanında fenomen olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Örneğin; Kocaeli, Batman ve Malatya Kitap Fuarları.
Birde, Avrupa Milli Görüş teşkilatının, epey yıldır başta Almanya’da olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde düzenlediği kitap fuarları da anılmayı hak etmekteydi. Yine Uluslararası olarak düzenlenen Tahran ve Kahire Kitap Fuarları’da, az sayıda da olsa Türkiyeli yayıncıya yer veriyordu.
Yukarıda da belirtmeye çalıştığımız üzere, belediyelerle birlikte hareket eden valiliklerin katkılarıyla, kitap fuarları Anadolu’da baştan başa il, il, ilçe, ilçe olacak şekilde adeta serpiştiriliyordu.
Kitap fuarlarının görüngü(fenomen) açısından oluşan zinciri…
Fuar konsepti dışında düşündüğümüzde, salt, kendi başına okuyucuyu bulurduk. Ama bu talebin fuar boyutu ile düşünülmesi durumunda: önce fuar işletmecisini, mekânı, sonra yayıncıyı, daha sonra arz ve talebe konu olan kitabı ve en nihayetinde de salt okuyucuyu yerleştirebilirdik.
Şöyle ki; işletmeci+mekân+yayıncı+kitap+okuyucu…
İsteğe gelince; Okuyucu satın alma yoluyla kitap almak ister. Kendi bütçesinden kitap için bir miktar ayırır(bu oran ülkelere göre değişebiliyordu) fuara uğrar ve kitap alırdı.
Bilinçli olarak kitap alan, almaya çalışan kişi; ya sürekli takip ettiği yazar için, ya ilgilendiği konu ve konular için, ya da ‘her ne yayımlarsa yayımlasın’ illa da bildiği, kurumsal kimliğini önemsediği yayınevi için, düzenlenmiş bulunan fuara uğrardı.
Bu okuyucuya birçok toplumda seyrek de olsa rastlanıyordu.
Birde, kitap için kendi bütçesinden belli bir miktarda parayı ayırmadan fuara gidip ilgisini çeken kitabı almaya çalışan, ya da bakıp inceleme suretiyle ‘ileride alma şartıyla’ fuara uğrar.
Bu tip okuyucuya da önemli oranda rastlanırdı. Ki günümüzde, insanların giderek bozulmakta olan ekonomik durumu, bu tip bir okuyucu kitlesini doğurmuş oluyordu. Bu durum arz ve talep yasası içerisinde, ekonomik sebeplerden olsa gerek kendine özgü bir yere sahip olmuştu.
Birde bunun yanında, tabiri caizse, “yolunun üzerinde” açıldığını gördüğü fuara uğrayan tiplerde olasıydı…
Uğramayanlar, kitapla, kültürle, irfanla arası hiçbir zaman iyi olmayan, bu saydığımız olguları yokmuşçasına es geçen tiplerde, ilk iki kategoride bulunanlara nazaran mebzul miktarda olup, tescilli cehaletimizin de kapı gibi kanıtı hükmündeydi.
Kitap fuarı, belli ki bir ihtiyaca binaen oluşmuştu. Bu ihtiyaç olgusu dâhilinde, işletmeciden okura kadar varan silsile içerisinde, fuar süresince kitap standında duran yayıncı ve elamanın da, olaya bakışı, olguyu gözlemleyişi, orada salt kitap satmaktan ziyade, kitap unsuru vasıtasıyla okura bilgisel mesaj vermek, konuyu aktarmak, belli bir ölçüde düşünceyi ya propaganda ya da tebliğ etmek; bunu yaparken de, salt şekle göre değil, içeriğe önem vermek kendiliğinden anlam kazanıyordu.
Hemen her şeyden ziyade, ‘eleman’ konusu bu alanda büyük önem kazanmaktadır. Özellikle de, işi sadece para kazanmaktan ziyade, sunulan kitap yoluyla muhatabın(okurun) ilgisini çekmek, gönlünü kazanmak, yeni bir dosta sahip olmak gibi konular da, diğer unsurlar kadar, hatta onlardan da çok mu çok önemliydi.
İşe bu minvalde bakıldığında, laik ve sol cenahı bir an sarf-ı nazar ettiğimizde, İslamcı yöne rağmen, muhafazakâr Müslüman çevrelerin işin arz boyutunda, muhatabı, ‘aldım, verdim’ diyalogu dışında, ileri ki zamanlarda da, kalıcı etki bırakmanın yerine, yavaş, yavaş alıştırıldığımız kapitalist ilişki biçimini, çoğu kez okurumuza/muhatabımıza Kur’an gibi ‘değerli ve önemli’ eserleri sunma durumunda da devreye sokabiliyorduk.
Bu da acı bir gerçek olarak kendine hayatımızda yer bulabiliyordu.
Birde, fuarların büyük bölümünde, sözde ‘kalifiye’ eleman diye, kitapla, kültürler, hatta çoğu kez İslam’la pek bir alakası olmayan insanları istihdam etmek ve hatta birçok kitap yayıncısının da kalifiye görüngüsü içerisinde, ilgisiz ve alakasız tiplerden oluşu da bir başka garabet olarak yerini alıyordu.
Teknik safha açısından, fuar düzenleyen ve işleten esas biriminde, sözde kalifiye, ama kitapla, kültürle alakası olmayan insanların istihdamı ise, birçok şeyi gölgeliyordu.
O halde, hem kalifiye ve hem de kendini kitapla tanıtan, kitabı kendine rehber edinen yayıncıya ve elamana olan ihtiyaç hâsıl oluyordu. Para kazanmak ise, zihni berrak kılmak ve silsileyi de sağlam bir şekilde oluşturmakla doğru orantılıydı vesselâm…
Kaynak: Farklı Bakış