Kitapların hayatımızın her alanına girmesi anlamında ülke çapında çağ atladığımız su götürmez bir gerçek. Söyleşiler, imza günleri, kasabalara kadar uzanan kitap fuarları, okuma programları, edebiyat atölyeleri derken kitapların arz-ı endam ettiği bir dünyanın parçası olarak sürdürüyoruz hayatımızı.
Elbette buna sevinmek gerek. Yıllardır kitapsızlıktan veryansın ederken artık gündemin ilk sıralarında kitabın olmasından dolayı mutluluk duymamız gerekiyor, duyuyoruz da. Bir okuma seferberliği dört bir yanı kuşatmış durumda. Yazarlar, şairler okuyucuları ile buluşmanın dayanılmaz ve tarif edilmez mutluluğunu yaşıyor. Okuyucuların da mutlu olduğuna can-ı gönülden inanmak istiyorum.
Meselenin bir de fırsatçılık yönü var ki bu sorun gün geçtikçe büyümeye devam ediyor. Kitabın bu kadar gündemde olduğu bu güzide ortamlarda yazmak da cazibe merkezi haline geldi. Eli kalem tutmasa da elindeki klavyeye yapışan, kopyala-yapıştır maharetini kullanmayı bilen bir grup zevat apar topar kitaplanarak ?Ben de varım.? deyip meydandaki yerini almakta bir beis görmüyor.
Bir bakıyoruz; adına mecburen yazar denen bir topluluk yazdıkları zaten elle tutulur bir değere sahip değilken elindeki kitap desteleri ile ilkokuldan başlayıp ortaokula, liseye, hızını alamazsa üniversiteye okur-yazar buluşmalarına gidebiliyor. Kitap aynı ama okuyucu seviyesi sürekli değişiyor. Ortada bir okur var ama ne yazık ki yazarı bulabilene aşk olsun.
İlk hedef kitap satmak olunca; ortaya karışık bir durumla yüzleşmemiz çok da yadırganmamalı.
Kitaplarının kaç yaşa hitap ettiğini sorduğunuzda da ibretlik bir cevap alabiliyorsunuz bu tarz yazarlardan. ?Ben her yaşa uygun yazı ve şiirler yazıyorum. Ayrım gözetmiyorum yani. 7 yaş da okur bu kitabı 77´de.? Aynı kitabın hitap ettiği okur kesimini anlamakta güçlük çekseniz de durum bundan ibaret. Güler misin ağlar mısın, ah u figan edip dizini mi döversin seç seçebilirsen.
Bir kitabı çıkarabilmek için üçüncü sınıf bir yayınevine ya da kendisine en yakın matbaaya binlerce lira veren, yazdıklarını hiçbir editör denetiminden geçirme gereği bile duymayan, etkilenmemek için hiç kitap okumayan bu güruh belki yazarlık hayatında değilse de tüccarlık yaşantısında zoraki bir başarı elde edebilir. Bunun okuyucuya olmasa da yazara bir katkısı olduğu da aşikâr.
Kitaplar gündemimizde olsun, okumak bir kültür olarak hayatımızda yer etsin. Bunlardan elbette rahatsız olunmaz. Önemli olan; dikkat edilmesi gereken hassas noktaları incitmeden yapılması gereken ne varsa yapmak gerekir.
Hassasiyetimiz; faydayı gözetenlerin, özellikle öğrencileri potansiyel müşteri olarak görmeyenlerin, ne yazdığının ve kime yazdığının farkında olan yazarlarla hareket edenlerin ve yazmaktan önce okumayı ilk sıraya koyanların sayısını arttırmak olmalı.
Necip Fazıl´a neler okuduğu sorulunca; ?Yazmaktan okumaya fırsat bulamıyorum.? diye cevap verdiği söylenir Üstad´ın. Karşımızda hatırı sayılır bir kütüphane hacminde hem de bir Türkiye fotoğrafı sunan değerde kitaplar yazmış Üstad olunca bu söz karşılık bulabiliyor.
Yazdığı birinci kitaptan sonra ?Okumaya fırsat bulamıyorum.? diyen ya da ?Okuyunca etkilenirim diyerek kitap okumuyorum.? diyen kişileri özellikle öğrencilerle karşı karşıya getirmemek lazım. Böylelerini kendi yalnızlıklarıyla baş başa bırakmakta fayda var. Çocukların bu düşüncedeki birinden alacakları hiçbir şey olamaz.
Bu kadar sözden sonra ben de kendi durumumu özetleyeyim. Ne yaparsam yapayım ?Ev danasından?? diye başlayan atasözünün önüme ördüğü duvarları aşamama gibi bir durumla karşı karşıya kalarak yaşamaya ve yazmaya devam edeceğim görünüyor.
Yarın yeni bir yıla giriyoruz. Ben her şeye rağmen hakkıyla yerine getirilen etkinliklerin olduğu bol kitaplı, bol okumalı bir yıl diliyorum.