Ergün Yıldırım yazdı;
Çok farklı ruhban tanımları var. Ben Weber’in tanımını çok tutarım. Çünkü pek gündeme gelmeyen veçhelere ışık tutuyor. Ona göre ruhban, dini yorumlama, tanımlama ve ibadetleri düzenleme tekelini elinde tutan din adamı demektir. Bir post-modern ruhban da dini sadece hocalar bilir ve sadece ilahiyatçılar konuşabilir diye bağırıyor. İlahiyat üzerine konuşma ve düşünmeye kalkışanları “ilahiyat kahyaları” diye tanımlıyor. Nerdeyse hayatının tamamı imam hatip lisesinde, İslamcılıkta, din sosyolojisinde geçen bir kişi ilahiyatı konuşmayacak! İslam’ı dava gören ve yine İslam’ı da ana çalışma alanı olarak yürüten birisinin İslam üzerine yöntem tartışmalarını yapmasından daha doğal ne olabilir!
İlahiyatçılara nizamat vermek ne haddimize! Ancak ilahiyat ve sosyal teori ilişkileri ve etkileşimleri üzerinde konuşmak ve yazmak kimsenin uhdesinde değil. Bilimin de, dinin de ruhbanı yoktur. Din, bizim var oluşumuzdur, hayatımızdır, bilgimizdir, düşüncemizdir. Onunla müzeye benzer ilişki kurduğumuz iftiradır. Gazali’nin Dalaletten Çıkış eserini de sadece ilahiyatçılar okumuyor. İtiraf samimiyettir der Cemil Meriç. Bu kitabı en az üç defa okudum. Post-modern ruhban, bize haddimizi, edebimizi ve sınırımızı bildiriyor. Bir otorite olarak konumlandırıyor kendisini. Dini sadece biz biliriz edalarında. Onu konuşmak sadece bizim hakkımız diyor. Bu dinsel otoriterlik havası siyasal otoriterliklerden daha tehlikeli. Çünkü kendisini dinle mutlaklaştırıyor. Dini kendi tekelinde görüyor. Kilise dogmatizmi de budur. Eleştiri ve sorgulayıcı gözüküp dini anlama ve yorumlama tekelini sadece kendisinde ve belli bir meslek grubunda görmek… Hatta bunu pekiştirmek için çarpıtmalara, hakaretlere ve tehditlere de başvuruyor. İktidar değişecek, Bilkent vs. yerlerde konuşamayacaksınız diyor. “Varta”, “ezik, ikiyüzlü, kompleksli tavrınız” gibi hakaretler yağdırıyor. Otoriterliğe bakınız! “Sen din konuşmazsın” diye başlayarak her çeşit hakareti yapma hakkını kendinde gören bir nüfuz etme hadsizliği!
Post-modern ruhban, çarpıtmaları Gülencilik üzerinden çamur atarak sürdürüyor. Yazdığım iki kitabı kafasındaki yargılara göre yorumluyor. Gülencilerin algısında Gülen, Peygamber hicretinin bir devamlılığıdır yaklaşımlarını, benim fikrimmiş gibi yansıtıyor. Anlatıcı anlattığı olguyla özdeşleşerek, olguyu anlatması diye bir yöntem var. 2017 yılında yazdığım Öznenin Ölümü kitabını konjonktüre mahkûm ediyor. Bilim mutlak değil, sosyoloji de. Yanılgılarımız da olabilir. Ancak ben her zaman Gülen yapısının cemaat olarak başlayıp sonra suç örgütüne dönüştüğünü ileri sürdüm. Cemaat yönüyle toplumda var iken birinci kitabı yazdım, 2013 yılında birçok somut suçları ortaya çıkmaya başladı. Meşru hükümetle çatışmaya ve onu devirmeye kalkıştı. Bu somut olgularla birlikte Öznenin Ölümünü yazdım. Hiçbir zaman bir sohbetlerine de katılmadım, organik bir ilişkim de olmadı, çoğu entelektüeller gibi Abant toplantılarına katıldık.
Post-modern ruhban, kalkmış tefsir mutlak ve kutsal değil diyor. Ne tefsir, ne kelam, ne de fıkıh mutlak kutsaldır diyen var. Onun iddia ettiği gibi bunlar sadece yorum da değiller. Bu bilimler vahiyden ilham alırlar. Bundan dolayı kutsallık boyutları da var, beşeri boyutları da. Mutlak olan vahiydir. Hep bunu vurgularım. Vahiy septisizmle, tarihselcilikle, hermenötikle sınırlanmaz ve bunlara indirgenemez. Eleştiri, şüphe, sorgulama yoktur demiyoruz. Ama mutlak şüphe, mutlak sorgulama bir Müslüman için vahye yöneltilemez.
Bizim tefsir açıp açmadığımızı, eleştiri yapıp yapmadığımızı soruyor. Sadece kendi işi gördüğü için bu büyüklenmelere ve kibirlere giriyor. Sanki bu beyefendiden izin alacağız veya haber vereceğiz okumak için. Bu nasıl bir kibir, tekelcilik, bilim otoriterliği! Kelam, tefsir, hadis, fıkıh yorum; iman konusu değil diyor. Kelamda geçen haşr, yaratılış, tevhit, Allah, nübüvvet, nasıl iman konusu değil? Bu ilimlerin vahiy yönü de var, yorum yönü de. Eş’ari Kelamı veya Maturidi Kelamı derken salt Eşari yorumu ya da salt Maturidi yorumu çıkmaz. Maturidi’nin vahiyden elde ettiği esaslar ve yorumlar akla gelir.
Batı ile olması gereken kadar etkileşim içindeyim. Batı sosyal teorisiyle de teslimiyetçi ve tekfirci bir ilişkiyi kurmadım hiçbir zaman. Foucault’tan hem yararlanırım hem de eleştiririm. Aynı tutum Weber ve diğerleri için de geçerli.
İslam’ı konuşacağız da, düşüneceğiz de. Din, kimsenin tekelinde olan bir konu değil. İlahiyat üzerine yöntemsel tartışma yapmak, ilahiyatçıları reddetmek ve aşağılamak demek değildir. Çok saygın hocalarımız ve dostlarımız var. Onlardan her zaman da yararlanıyoruz. Bilim çarpıtma ve iftiralarla yapılmaz. Bilim bilimle, fikir fikirle yapılır.