Kıssalar Bize Ne Anlatıyor

Araştırmacı yazar Adil Akkoyunlu'nun, Özgün İrade Dergisi 2020 Ocak Sayısında yayımlanan yazısı...

Kıssalar Bize Ne Anlatıyor

Hikâye; olmuş veya olması mümkün olayların edebi bir üslupla anlatılması olarak tarif ediliyor. Uydurma bir kelime olan öykü de hikâye anlamında kullanılıyor. Detayın ağırlık kazandığı uzun hikâye olan roman da olmuş ve ya olması mümkün olayların genişçe anlatılmasıdır.      

Kıssa; haber demektir. İbret almak amacıyla gerçek olayların yalın, anlaşılır bir dille anlatılmasıdır. Amaç; ders ve ibret almak olunca; gereksiz ve faydasız anlatımlara, detaya, teferruata ve abartılı betimlemelere yer verilmez.

Gerçi Araplar, kıssayı, hikâye karşılığı olarak da kullanıyorlar. Biz Müslümanlar için; kelimeleri, kimin hangi anlamda kullandığı, nasıl bir anlam yüklediği önemli değil; Allah Teâlâ, o kelimeyi hangi anlamda kullanmış ve nasıl bir anlam yüklemiş, o önemli.

Vahiyle bildirilen kıssalar; uydurma, hayal ve kurgu değil; yaşanmış gerçek olaylardır ve ders alınacak şekilde anlatılmıştır. Kur’an’da anlatılan kıssaların hepsi gerçektir, gerçeğin ta kendisidir: “Bu (Kur’an), kendisinde hiç şüphe olmayan, muttakiler için de kılavuz, hidayet rehberi olan bir kitaptır.”[1] “Şüphesiz, bu kıssalar, gerçek olaylardır.”[2] Eksiği de yoktur, fazlası da.[3] Tam bizim için gerekli ve yeterli olduğu kadarı anlatılmıştır. Vahiyle bildirilen anlatımlara bizim ekleme de, eksiltme de yapma hakkımız yoktur. 

“Peygamberlere ait haberlerden kalbini yatıştıracak, teskin edecek, gönlünü ferahlatacak, azmini pekiştirecek her haberi sana kıssa olarak anlatıyoruz. Bu kıssalar, sana gerçeği iletmekte, müminler için ibret, öğüt ve hatırlatma olarak gelmiştir.”[4]

Kıssalar, Kur’an’da ve hadislerde çok geniş yer tutmaktadır. Örnekler daha fazla etkiliyor insanları. Yaratan ve insan psikolojisini en iyi bilen Rabbimiz, Kutlu kitabı Kur’an’ın yaklaşık yarıya yakın bir kısmını kıssa anlatımına ayırmıştır. “Biz bu Kuran'ı vahyederek sana en güzel kıssaları anlatıyoruz. Oysa daha önce sen bunlardan habersizdin.” buyuruyor.[5]

Kuşkusuz bize bildirilmeyen daha nice kıssalar var. Ders alınacak, bizim için gerekli ve önemli olanlar anlatılmıştır sadece. “Bir kısım peygamberleri sana daha önce anlattık, bir kısmını ise sana anlatmadık.” buyuruyor Rabbimiz.[6]

“Geçmiş toplumların veya insanların hayatları beni çok ilgilendirmez.” diyemeyiz. Onları Allah, öğüt alalım diye anlatıyor bize. Hayat tecrübelerinden istifade etmek gerekir. Tecrübe edileni tekrar tecrübe etmek, akıllı insan işi değildir.

Kur’an’da olaylar anlatılırken kişi adından pek bahsedilmez; lakapları ya da yaptıkları işin öznesi olarak kullanılırlar. Yer ve zaman da pek belirtilmez. “Yani bu olaylar, aynı özelliklere sahip her kişinin ve toplumun her yerde, her zaman başına gelebilir. Bu anlatılanlardan ders alın.” mesajı veriliyor. Bu nedenle detaya girilmemiş; sadece bizim ders alacağımız şekilde anlatılmıştır. Mesela; Yusuf suresinde, Hz. Yusuf’un şahsında iyi insanın özellikleri; Züleyha’nın şahsında da kötü insanın özellikleri anlatılmıştır. Mesajı düşünmeyip işin hikâye tarafını merak edenler, âşık ile maşukun (Züleyha ile Yusuf’un) evlenip evlenmediğini tartışıyorlar. Gerçekten evlenmiş olsalardı ve Allah Teâlâ da, söylemeyi bizim için gerekli görseydi, kıssanın sonunda; “Züleyha pişman oldu, tevbe etti ve Yusuf ile nikâhlandı.” şeklinde bir cümle (ayet) daha eklerdi. 

Kıssadan hisse almalıyız. Yüzeyselliğiyle yetinmemeliyiz. Anlatılanları; boş vakti, hoş geçirecek bir hikâye olarak düşünmemeliyiz. Hz. Âdem’e yasaklanan ağacın hangi ağaç olduğunu tartışmak yerine; onun bir sembol olduğunu; Allah’ın bütün yasaklarını temsil ettiğini; Âdemoğluna bunlara yaklaşmanın yasak olduğunu düşünmeliyiz.

Hz. İbrahim’in baltası da bir semboldür. Şirkin, küfrün ve zulmün tepesine inen tevhidi temsil etmektedir. İbrahim için yakılan ateş; bütün haksızlıkları, ahlaksızlıkları, kötülükleri, haddi aşmışlıkları temsil ediyor.

Ashab-ı kehf’in sığındığı mağara; inkârdan, baskı ve zulümden, edepsizlikten, haramdan, kötülükten korunmayı temsil ediyor.

Salih (as)’ın devesi, hakkı, hukuku, adaleti, özgürlüğü, haddi aşmamayı temsil ediyor.

Nuh’un gemisi; şirkin, küfrün ve zulmün seline karşı kurtuluşu ve selameti yani tevhidi, vahyi ve İslam’ı temsil ediyor. Nuh’un, insanları davet ettiği gemi; vahiydi. İslam’dı. Kurtuluşun İslam’da olduğunu bildiriyordu Nuh Peygamber. Gemi, insanların sınavıydı.

Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Bu olayda alınacak birçok dersler vardır. Biz Nuh'u ve soydaşlarını bu yolla sınavdan geçirdik.”[7]

Rabbimizin bize bildirdiği muhkem ayetleri düşünüp anlamaya çalışmaktan ve yaşamaktan sorumluyuz. Vahiy ile bize bildirilmeyenden sorumlu değiliz. Bildirilen müteşabih ayetlerden de sorumlu değiliz. Onları kurcalamaya, anlamak için kendimizi yormaya, zorlamaya, tartışmaya gerek yoktur.[8] Bizim için gerekli olsaydı Rabbimiz onları da açıklardı. Biz, Peygamber (as)’i örnek alarak Kur’an’ı rehber ediniyor muyuz? Bundan hesap vereceğiz Yaratan’a. Sınavımız Kur’an’dan olacak: “(Ey Muhammed,) Doğrusu o Kur'an, senin için ve ümmetin için bir öğüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz.”[9]

Kur’an’da anlatılan kıssalar, sadece “İslam tarihi” değil; aynı zamanda insanlığın tarihidir, dünya tarihidir. Dünya ötesinin panoramasıdır. Çünkü Hz. Âdem, ilk insan, ilk Müslüman ve ilk peygamberdir.[10]

Peygamberler, Allah’ın kulu ve elçisidir. Peygamber gönderilmeyen hiçbir toplum yoktur.[11] Uyarıcı bir peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyeceğini bildiriyor Rabbimiz.[12]

Peygamberlerin asli görevi; vahyi insanlara tebliğ etmek, vahyi yaşayarak; fertlere ve toplumlara örnek (numune) olmaktır. İnsanları yalnız Allah’a kulluğa (ibadete) davet etmektir.

Bütün peygamberler ve onlara inanlar Müslüman’dı. Tebliğ ettikleri din İslam’dı, hepsi tevhid elçileriydi. Allah katında makbul olan tek din var: İslam![13] Peygamberlere gelen kitapların aslı ve esası Kur’an’da Mevcuttur. Bu nedenle daha önceki kitapların bir hükmü ve geçerliği kalmamıştır. Zaten insanlar onları tahrif etmiş, değiştirmişlerdi.

“(Kur’an’da mevcut olan hükümler var ya) bunlar kesinlikle daha önceki (ilahî) sahifelerde (kitaplarda da) vardı. İbrahim’in kitabında da, Musa’nın kitabında da…”[14]


[1] Bakara: 2/2

[2] Âl- İmran: 3/62 Bkz. Hakka: 69/48-52

[3] Bkz. Enam: 6/38; Nahl: 16/89

[4] Bkz. Hud: 11/120

[5] Yusuf: 12/3

[6] Bkz. Nisa: 4/164; Mümin: 40/78

[7] Mu’minun: 23/30

[8] Âl-i İmran: 3/7 “Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı ayetleri kesin anlamlı (muhkemdir) ki; bunlar Kitab'ın özü, esasıdır. Diğerleri de birden çok anlamlı (müteşabih)dir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil edip keyfi yorumlar yapmak amacıyla bu kitabın birden çok ve benzer anlamlı (müteşabih) ayetlerinin peşine düşerler. Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir. İlimde yüksek dereceye erişip köklü bilgiye sahip olanlar ise: ‘Bu Kitab 'a inandık, O bütünü ile Allah katından gelmiştir.’ derler. (Bu inceliği) ancak aklı başında olanlar düşünebilirler.”

[9] Zuhruf: 43/44 

[10] İslam dininin, sadece Hz. Muhammed’e bildirilen din olduğu ve sadece Hz. Muhammed (as)’in ve ona inananların Müslüman olduğu düşüncesi yanlıştır. Kur’an’da bütün peygamberlerin ve onlara inananların Müslüman oldukları bildiriliyor. Allah katında din İslam’dır.  İsa, Hıristiyanların; Musa, Yahudilerin peygamberleri değil; Bütün peygamberler Müslüman’dı ve Müslümanların peygamberiydi. Peygamber olarak biz Resuller arasında ayırım yapmayız. Sadece Hz. Muhammed değil; bütün peygamberler bizim peygamberimizdir. Bu nedenle Kudüs de, Peygamberlerin kurduğu veya ihya ettiği bütün yerleşim yerleri de Müslümanlarındır.  

[11] Bkz. Yunus: 10/47; Nahl: 16/36; Rad: 13/7; Fatır: 35/24

[12] Bkz. İsra: 17/15

[13] Bkz. Al-i İmran:3/19

[14] A’lâ: 87/18, 19

Kaynak: Özgün İrade Dergisi