Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi henüz teklif aşamasındayken yazdığım bir yazıda şöyle demiştim:
?AK Parti´nin teklif ettiği ?Cumhurbaşkanlığı Sistemi´ ile mevcut parlamenter sistem arasında bir tercihte bulunmak, bence, ?daha otoriter´ olanı ?daha demokratik´ olana veya ?daha demokratik´ olanı ?daha otoriter´ olana tercih etmek değildir. Birinin ötekinden daha demokratik veya daha otoriter olduğunu ileri sürmeyi anlamlı bulmuyorum. Hem mevcut sistem hem de mutasavver ?Cumhurbaşkanlığı Sistemi´, otoriter eğilimli siyasetçilere geniş imkânlar sunuyor. Aynı şey, demokratik eğilimli idareciler için de geçerli. Sistem, idarecilerin meşrebine göre işler? Hülasa; ben sistemin şeklinden ziyade hangi anlayışa göre ve nasıl çalıştırıldığı / çalıştırılacağı konusuyla ilgileniyorum.?
Böyle düşünüyordum; ama Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi´nin -ileride tashihten geçirilmesi kaydıyla- kabulü halinde, yanlış kurulan cumhuriyetin düzeltilmesinin kolaylaşabileceğini ve hızlanabileceğini de düşünüyordum.
***
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, en çok eleştirilen taraflarıyla bile, hatta bilhassa o taraflarından bazıları sayesinde, cumhuriyetin sırtında yük olan dogmaların atılmasına ve hakiki bir demokratik hukuk devletinin inşasına hizmet edebilirdi.
Recep Tayyip Erdoğan, yeni sistemin kendisine sunduğu olağanüstü imkânları o yolda kullanarak, insan hak ve hürriyetlerine dayalı sahici bir demokratik cumhuriyetin kurucu başkanı olabilirdi.
15 Temmuz 2016 sonrası şartlar -milli irade üzerindeki asker gölgesinin kalkması ve yargısal/bürokratik sabotaj zemininin kaybolması- buna fevkalade müsait bir ortam sunuyordu ve halen de sunuyor.
Erdoğan, söz konusu imkânları ve ortamı şimdiye kadar daha ziyade başka bir yolda, yanlış kurulan cumhuriyetin bazı yanlışlarını ?ihya´ yolunda kullanmayı tercih etti.
Bu yol, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi´nin açtığı bir yol değil (Erdoğan bu yola parlamenter sistem zamanında girmişti); ama Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi´nin bazı ?teknik´ ve ?psikolojik´ özelliklerinin bu yolda yürümeyi kolaylaştırdığı elbette söylenebilir.
Bununla beraber, aynı sistemin tam tersi bir yolda yürümeyi kolaylaştırdığını da bir kere daha önemle belirtmek isterim.
Erdoğan´ın buna niye tevessül etmediğini bir türlü anlayamadığımı da?
***
17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe teşebbüslerinin oluşturduğu olağanüstü şartlar, olağanüstü tedbirleri kaçınılmaz kıldı.
Bu olağanüstü tedbirler, genel geçer demokratik hukuk devleti kurallarına ister istemez aykırı kaçtıysa da, paradoksal bir şekilde o kuralların kâmilen uygulanmasına el veren bir zemin oluşturdu veya böyle bir zeminin oluşmasına yardım etti.
Şimdi soru şu: Bu zeminin hakkı verilecek mi verilmeyecek mi?
Verilecekse ne zaman ve kimler tarafından verilecek?
Erdoğan bu zeminin hakkını vermese bile Erdoğan´dan sonra gelecek olanlar verebilirler; ama niye bekleyelim ki?
Yapılmakta olan yanlışlar ve bunların nasıl düzeltilebileceği belli; bunlar düzeltildiğinde Türkiye´nin ve dahî Erdoğan / AK Parti iktidarının rahatlayacağı da belli; eski başbakan Ahmet Davutoğlu´nun geçen Nisan ayında yayımladığı manifestonun gereği yapılsın, yeter.
Bunu ?Davutoğluculuk´ olsun diye söylemiyorum; Davutoğlu´suz da yapılabilecek -veya yapıldığında Davutoğlu´na gerek kalmayacak- şeyler bunlar.
Nitekim Davutoğlu da dün bir youtube kanalında üç meslektaşımıza verdiği beyanatta ?Bunlar yapılırsa ben bir kenara çekilip kitaplarımı yazabilirim´ dedi.
AK Parti zaten bunlar için kurulmamış mıydı?
Erdoğan zaten bunlar için ön ayak olmamış mıydı AK Parti´nin kurulmasına?
İlk iktidar yıllarında bin bir güçlüğe ve kısıtlı imkânlara rağmen -hem de ağır bedeller ödemeyi göze alarak- bunlar için canla başla çalışmamış mıydı Erdoğan ve AK Parti?
Şimdi, bunları gerçekleştirmek için gereken imkânları ziyadesiyle elde etmişken, niye duruyorlar ki?
***
O ?devrimci´ ruh, Erdoğan´da potansiyel olarak hâlâ var olsa gerek.
Hiç değilse zihnen Keçiören´deki o mütevazı daireye dönüp her şeyi yeniden düşünmesini ve kendini eski Erdoğan olarak yeniden üretmesini diliyorum cumhurbaşkanımızın.