Türkiye'de siyaset arenasının yakın dönem geçmişi değerlendirildiğinde, iktidar bloğunun önce çoğunluğunu, ardından psikolojik üstünlüğünü kaybettiği söylenebilir. 2019'un Mart (ve Haziran) ayında gerçekleşen yerel seçimler söz konusu kırılmanın ana göstergesi oldu. O günden bugüne, söz konusu kırılmanın nedenleri ve sonuçları hakkında birçok fikir ortaya koyuldu.
Bana kalırsa, bu fikirler arasında en çarpıcı olan görüş, siyasal iktidarın entelektüel teveccühü büyük oranda kaybetmiş olduğu iddiasıdır. Zira Türkiye gibi sivil toplumun ve/veya sivil siyaset anlayışın görece sınırlı gelişmiş olduğu toplumlarda entelektüel destek ile siyasi iktidar arasındaki ilişki çok kritik bir eşiğe tekabül etmektedir.
Şüphesiz iktidar bloğunun arkasındaki entelektüel destek bir anda yok olmadı. Unutmamak gerekir ki bir süredir umut siyaseti yerini korku siyasetine bırakmıştı. Böyle süreçlerde politik rızanın (consent) gözle görünür biçimde düşmesi şaşırtıcı değildir. Bu çerçevede korku siyasetinin toplumun henüz tamamına yayılmadığı dönemde entelektüel camianın desteği kısmen sürüyordu. Çünkü yanlışlarına rağmen hükümetin pozisyonunu meşru ve rasyonel görüyordu. Ne var ki özellikle 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası hükumetin aldığı kapsamlı tedbirlerin siyasi özgürlükleri kısıtlaması ve korku ortamını yaygınlaştırması, entelektüel camiada hükümete olan desteğin peyderpey düşmesine neden oldu. Gelinen noktada ise iktidar bloğunun toplam oyu içinde ideolojik yönlendirmeye daha açık olan az eğitimli ve dar gelirli kitlenin oranı azımsanmayacak ölçüde arttı. Bu durum ise hükümetin daha da popülist söylemler oluşturmasına daha uygun bir zemin sağladı.
Söz konusu entelektüel desteğin iktidar bloğundan ayrılması ile, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu tarafından yeni kurulacak partilerin fikirsel hazırlığının eş zamanlı oluşması tesadüf değildir. Bu durumu en iyi bilenler ise iktidar bloğunu oluşturan parti liderleri olmalıdır; zira 40 yılı aşkın siyaset tecrübesine sahipler. Bu bağlamda iktidar ile meşruiyet arasındaki kritik bağın oluşmasında entelektüel desteğin önemini yakından bilmekte oldukları şüphe götürmez bir gerçektir. Hal böyle olunca, iktidar bloğunun, iktidarını sürdürmek konusunda önündeki en büyük tehlikenin yeni kurulan partiler olduğu gerçeği belirginleşmektedir.
Bu çıkarımlar çerçevesinde iktidarın yeni partilere nasıl tepki vereceği/nasıl bir pozisyon belirleyeceği konusu ehemmiyet kazanmaktadır. İktidarın masasında, yeni partilerin kurulmasını önlemek için yasaların zorlama yorumlarla istismar edilmesinden, yeni partilere yönelmesi muhtemel desteğin önünü almak için kamuoyunu politik söylemlerle etkilemeye kadar geniş bir perspektif var. Şüphe yok ki Türkiye’de siyasetin geleceğini belirleyen ana eksen iktidarın bu konudaki tercihi olacaktır. Zira AK Parti 17 yıldır Türkiye’de iktidar partisidir. İktidarın doğası gereği yıpranmıştır. 17 yılın ardından yıpranmış bir iktidar partisinin karşısına, onu iktidardan edebilecek mahiyette partiler ortaya çıktığında, AK Parti’nin elinde esasında, temelde iki uç seçenek kalmış olduğu söylenebilir. Birincisi demokratik değerlerin yükseltilmesi için (Adalet, hükümet sistemi, partiler yasası gibi konularda) kapsamlı reformlara girişmek ve/veya yeni iktidar ortakları bulmak. İkinci seçenek ise yeni kurulacak partilerin önünü kesmek için siyasi özgürlükleri daha da baskı altına almaya çalışmak.
Şüphe yok ki, AK Parti’nin reform yapabilme kapasitesi sönümlenmiştir. Gerek insan kaynağı açısından gerek mental yaratıcılık açısından AK Parti’den reformist bir hareket çıkmasını beklemek safdillik olacaktır. Diğer yol ise ilkinden daha karanlıktır. İktidarın elindeki toplumsal desteğini de yitirmesine neden olacak çetrefilli bir yoldur. Hülasa yükselmekte olan ve toplumsal desteği olan bir hareketi engellemeye çalışmak ya da önünü usul dışı yöntemlerle kesmeye çalışmak söz konusu desteği azaltmaz bilakis artırır. İstanbul’da yenilenen Belediye seçimleri bunun açık bir göstergesidir. Dolayısıyla, AK Parti’nin ilk planda bu iki uç seçeneğe dair planlar geliştirmesini ve fakat, toplumsal dinamikler karşısında geri adım atarak, bir orta yol arayışına girişeceğini tahmin ediyorum. Yani (sert bir üslupla) siyaset yaparak, yeni partileri, liderlerinin geçmişteki tercihleri üzerinden yıpratmaya çalışmayı kastediyorum. Bu süreçte popülist söylemlerle siyasi bir mücadele kapısı açmak ana amaç olacaktır. Ne var ki bunun yanı sıra bel altı vurmak da yedekte tutulacaktır.
Yeni partilerin de yegâne seçeneğinin iktidar partisini yıpratmak ve elindeki imkanları yok ederek erken bir seçime mecbur etmek olduğu düşünülecek olursa önümüzdeki yılın yani 2020’nin yeni partiler için karşı tarafın hamlelerini tahmin etmeye çalışarak avantaj kazanmak ve onu hataya zorlamak için kullanılacak enstrümanları seçerken iyi düşünülmüş oyunlar belirlemek olduğu söylenebilir. Öyleyse mevcut iktidar bloğu ile yeni iktidar bloğu olmaya namzet partilerin stratejilerini belirlemede ve söylemlerini belirlemede adeta bir satranç oyununa dönüşeceği bir dönem bizi beklemektedir.
Sivil Siyaset Hareketi