20 09. 2018 Perşembe
icri 1440 yılının 10 Muharrem günündeyiz. Hicri takvimin sahibi İslam dünyası bin bir türlü problem içinde yoğruluyor. Bir tarafta savaşlar, ölümler, yeri-göğü tutan feryatlar, yoksulluk, açlık ve susuzlukla mücadele eden milyonlar. Diğer tarafta, zengin, müsrif, vurdumduymaz ve adeta iradesini şeytana teslim etmiş yığınlar. Bu yüzden bugün İslam dünyasında onlarca Kerbela yeniden yaşanıyor.
ÂH KERBELA
Bu manzara ortasında masumiyeti temsil eden Kerbela daha doğrusu Hz. Hüseyin´in katli, Kum (Şii İran uleması) ile Necef (Şii Arap uleması) arasında sıkışıp kaldı. Muharrem ayının girmesi ile her yıl yaşanan tartışma yeniden alevlendi. Her işe burnunu sokan ulema, bugünlerde Irak´ta hükümetin bir türlü kurulamaması, Basra´da halkın çilesi; İran´ın dibe vuran ekonomisi veya ABD ambargosu yüzünden yaşanacak yeni sorunlar ile ilgilenmiyorlar. Soçi´de Astana sürecini çuvala koymaya çalışan İran´ın siyaseti ile Suriye´de ölen milyonların acısıyla da ilgilenmiyorlar.
Onlar bugün, ?yâd-ı Hüseyin?i, yani Hz. Hüseyin´in şehadet yıldönümünü nasıl hatırlayacaklarını; o acıyı nasıl hissedeceklerini, matemlerini nasıl tutacaklarını tartışıyorlar.
Normalde bundan daha tabii şey yoktur. İslam Peygamberi Hz. Muhammed´in sevgili torunu, Hz. Ali ve Hz. Fatıma´nın ciğerpareleri Hz. Hüseyin´in zalimlerce hunharca katledilmesinin matemini tutmak, hem Müslüman olmanın hem de insan olmanın bir alâmetidir. İslam tarihi boyunca Müslümanlar arasındaki tefrikayı, ayrılığı, çatışmayı ve bugünkü mezhep savaşlarını doğurmuş olsa da Kerbela hadisesi, Şii-Sünni her Müslümanın kanayan yarasıdır. Bu yüzden her yıl 10 Muharrem´de bütün Müslümanlar yasta birleşir, katl-i Hüseyin´in hüznünü içinde hisseder ve mâtemini tutar.
Buradaki sorun mâtemin nasıl tutulacağıdır. Mâtem merasimlerinin nasıl tertip edileceği ve o meş´um hadisenin uyandırdığı derin hüznün vicdanlara nasıl kazınacağıdır.
MATEM MERASİMLERİ
Eskiden mâtem merasimleri, mahalli özellikler gösterirken, artık iletişim araçları ve naklen yayınlar aracılığıyla dünyanın gözü önünde cereyan etmektedir. Ortaya çıkan manzara ise bir mâtem havasından çok, bir festivali, bir panayırı hatta zaman zaman -bazı Şiî müçtehitlerin ifadesiyle- ilkelliği ve vahşeti andırmaktadır. Özellikle İmamiye Şiası, Muharrem ayında Hz. Hüseyin´i anmayı onun için mâtem tutmayı bir ibadet olarak benimsemektedir. Nitekim bu merasimler; müntesiplerinin elinde halden-hale sokularak ilkel ibadet ritüellerine dönüşmüştür. Elbette bunlardan uzak sadece Ehl-i Beyt´in uğradığı zulmü içinde hissederek, mâtemlerini izhar edenlere bir sözümüz yoktur. Ancak mevcut manzarayı da yok saymak mümkün değildir.
En yaygın ve masum mâtem şekli, ritmik davul (tabl) sesinin eşliğinde göğsü döverek mersiyeler okumaktır. Davul sesi hızlanıp, yükseldikçe göğse inen darbeler de artmaktadır. Bununla yetinmeyenler, yine ritmik hareketler ile ellerindeki zincirleriyle sırtlarını dövmektedirler. Hızlı vuruşlar ve sırtın kanatılması ile sözde Hz. Hüseyin´e bağlılığın derecesi de sergilenmektedir. Daha fazla bağlılık daha fazla acı ile elde edilir diyenler, ya çamura yatarak bütün vücutlarını çamura bulayıp kendilerine işkence etmekte veya ateşte yürümektedirler. Ama bu merasimin zirvesine çıkmak isteyenler, kılıçla kafataslarını; hatta Kerbela´da ölen masum çocuklar adına kendi küçük çocuklarının kafalarını da yardırarak kan akıtmaktadırlar. Bu vahşi gösteriye de ?şeccu´ re´s veya tetbîr? adı verilmektedir.
Maalesef bu sahneler bir korku filmine ait değildir. Bu günlerde İran ve Irak´ta hatta dünyanın her yerindeki Şiiler arasında görülen ve gösteriye dönüştürülen sahnelerdir. Necef uleması, bunların batıl olduğunu, Kafkas (Safevî) veya Hint kökenli âdetler olabileceğini ve Şii itikadı ile ilgisinin olmadığını söyleseler de bu uygulamalar gözlerinin önünde cereyan etmektedir. Kum uleması, meselenin hakikatini diğerleri gibi bilse de çoğunlukla sessiz kalarak mâtem merasimi adıyla bu vahşetin sergilenmesine göz yummaktadır. İran asıllı Hişam Dabaşi (Hisham Dabashi) Türkçeye de tercüme edilen kitabında, İran´ın kan dökmeyi mubah gören bu davranışı ?farklılaşmak? adına kasıtlı bir biçimde desteklediğini ve bundan güç devşirdiğini ileri sürmektedir. Kim bilir, belki de Necef ulemasının, Kum ulemasından bu bid´atlere karşı bir duruş sergilemesini istemelerine rağmen, sessiz kalmaları da bundandır. Maalesef matemden uzaklaşıp eğlenceye ve vahşi ayinlere dönen bu davranışlar bütün dünyada yaygınlaşmakta ve İslam algısına olumsuz etki yapmaktadır.
10 Muharrem vesilesi ile masaya yatırdığımız bu meselenin benzeri zikir adı altında bazı Sünnî tarikatlarda da görülmektedir. Ayrı bir yazı konusu olsa da onların gözardı edilmemesi ve din gayreti adına masum davranışlar olarak değerlendirilmemesini hatırlatmak gerekmektedir.
Aslında niyetim Osmanlılar zamanında İstanbul´da yaşayan Şiilerin Beyazıt´ta Valide Han´dan başlayarak Üsküdar´daki Seyit Ahmet Deresi´ndeki Hüseyniye´de sonlandırdıkları ve herkesi ağlatan 10 Muharrem merasimini anlatmaktı ama yer kalmadı.
Öyleyse sözü ustasına, ömrünü Kerbelâ´ya ve Ehl-i Beyt sevdasına adayan büyük şaire, Fuzûlî´ye bırakalım:
Mâh-ı Muharrem oldu meserret haramdır
Mâtem bugün şeri´âte bir ihtiramdır
???..
Her medd-i âh kim çekilir Ehl-i Beyt için
Miftâh-ı bâb-ı ravza-i dâru´s-selâmdır
Şad olmasun bu vakı´adan şâd olan gönül
Bir dem belâ vü gussadan âzâd olan gönül