Hak ve Özgürlükler Partisi Eski Genel Başkanı Kemal Burkay, Sivil Düşünce’ye özel açıklamalarda bulundu.
Sivil Düşünce Haber Portalı Genel Yayın Yönetmeni Semra Polat, Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Eski Genel Başkanı Kemal Burkay ile röportaj gerçekleştirdi. Çözüm Sürecinden günümüze değişen Kürt politikasından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır ziyaretine kadar birçok konuda Polat’ın sorularını yanıtlayan Burkay, HDP’nin kapatılmasının Türkiye siyasetine etkilerini de objektif bir şekilde yanıtladı.
Röportajın tamamı şöyle:
HDP’nin kapatılmasının Türkiye siyasetine etkisi ne olur?
Kapatılır mı bilemem. MHP kapanmasını istiyor ve dava da onun çabalarıyla açıldı. Ama Ak Parti bu konuda tereddütlü görünüyor, bunun kendisine yarayıp yaramayacağını düşünüyor. Kapanmasının bazı etkileri olacağına kuşku yok. Bu etki kendisini nasıl gösterir ayrı bir konu. Herhalde yerine yeni bir parti kurulur. Çünkü şimdiye kadar bu ülkede çok parti kapatıldı ve yerlerine yenileri kuruldu.
İç kamuoyu buna alışık. Dışarda ise AB ülkelerinde bazı mırıldanmalar olur, ama tez unuturlar; Türkiye’de demokrasi olmuş olmamış onların pek umurunda değildir.
HDP’nin kapatılması halinde Kürtlerin siyasi tercihi hangi parti olur?
“Kürtlerin siyasi tercihi” derken, öncelikle bu tercihin tek yönlü, tek renkli olmadığını göz önünde tutmak gerekir. Kürtler Türkiye sınırları içinde 25 milyona yaklaşan bir nüfustur. Doğal olarak her halk gibi farklı sınıf ve tabakalardan oluşuyor. Kürt siyaseti de tek renk değil; içinde farklı eğilimler barındırıyor. Kürtler şimdiye kadar tek partiye oy vermediler. Alevi Kürtlerin oyları, Koçgiri, Dersim gibi CHP döneminde Kemalist rejimden gördükleri
kıyımlara ve cem ayinlerinin bile yasaklanmış olmasına rağmen, Sünni kesimden duydukları allerji ve Kerbela olayı, Yavuz kıyımı gibi eski, Maraş, Çorum Sivas katliamları gibi yakın dönem travmaları nedeniyle bugüne kadar genellikle
CHP’ye gitti; bundan sonra da gider. Ama sağ partilere, örneğin DP ve AP’ye oy
verdikleri dönemlerde oldu. Sünni Kürt oyları ise son 20 yıl içinde daha çok AKP
ile HDP arasında bölüşüldü. Ama bu ikisi de çeşitli nedenlerle yıprandılar. Özellikle AKP diyalog sürecini terk edip kendisinden öncekiler gibi sertleştiği, MHP’ye yanaştığı için, HDP de elde ettiği geniş olanaklara rağmen (60-80 milletvekili, 100 dolayında belediye) PKK’ye uyup siyaset yapamadığı ve Kürt kentlerinin yıkımına yol açtığı için… Bu durumda her iki partiden de düş kırıklığına uğrayan Kürt seçmenin bir bölümü, son yerel seçimler sırasında olduğu gibi CHP’ye yönelebilir ve bu da dengeleri değiştirir.
Bazı çevreler “Kürt partisi” deyince HDP’yi gösteriyorlar. Bu birçok bakımdan doğru değil. Bir kere HDP kendisini Kürt partisi saymıyor. Daha da önemlisi HDP Kürt halkının temel istemlerini dile getiren bir parti değil. Bir zamanlar PKK’nın mutlaklaştırdığı bağımsızlık istemi şurda kalsın, PKK’nın, Öcalan yakalandıktan sonra 180 derece değişen politikasına uygun olarak, federasyon, hatta otonomi bile istemiyorlar; üniter yapıyı ve Türkiyelileşme denen bir görüşü savunuyorlar. Kültürel haklar planında da öyle. Kürtçenin resmi dil olmasını istemedikleri gibi, eğitim dili olması konusunda da kararlı bir tutumları yok. Yani HDP aslında CHP ve AKP gibi tipik bir düzen partisi. Kürtlerin partisi gibi gösterilmesi tam bir yakıştırma.
İkincisi, Türkiye’de Kürt seçmenin siyasi tercihini özgürce yapması için koşullar yok, hiçbir dönemde de olmadı. Devlet uzun dönem hem sola, hem Kürtlere parti kurmayı yasakladı. Ayrıca onların görüşlerini dile getirmelerine bile izin vermedi; baskı, hapis, sürgün ve kıyımlar birbirini izledi. 1960’lı yıllarda işçiler ve solcu aydınlar ilk kez legal planda Türkiye İşçi Partisi’ni örgütlediler ve nispi temsil sisteminden yararlanarak 1965 seçimlerinde yüzde 3 oy ile parlamentoya 15 milletvekili soktular. Ama bunun engellenmesi çok sürmedi. Askeri darbeler % 10 barajı ve bir dizi başka engellerle işçilerin ve Kürt barışçı legal hareketinin de önünü kestiler. Yıllar içinde parti kapamalar ve baskılar sürdü. Bugün de Kürt siyasal hareketinin dilediği isim ve programla örgütlenme, legal çalışma yapma hakkı yoktur. Ülkede demokrasi denen şey de seçimler de göstermeliktir.
Nitekim programına federasyonu koymuş ve Kürt halkı için
Kürtçenin resmi dil ve eğitim dili olmasını isteyen, barışçı-demokratik
yöntemleri esas alan, HAK-PAR da 2014-2015 seçimlerinde iyi bir gelişme eğrisi
yakalayıp 8. Parti durumuna gelmişken daha sonra, Siyasi Partiler ve Seçim
yasalarındaki binbir tuzakla engellendi ve seçimlere sokulmadı.
HDP’ye gelince, o, Kürt halkının haklı istemlerini dile getiren bir parti olmadığı gibi, onların özgür iradesiyle kurulmuş bir parti değil. HDP’yi, bir zamanlar bizzat PKK’yi kendi eliyle kurduğu gibi, devlet örgütledi. HDP kurulduğu zaman İçişleri Bakanı olan Beşir Atalay’ın basına verdiği demeci hatırlayın: “MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la Öcalan el ele vererek günler süren bir çalışma sonucu güzel bir projeye imza attılar, HDP’yi kurdular!..”
Evet, devlet kendi eliyle Kürtler için bir parti kurmuş ve bir kısım diğer sözde Kürt örgütlerini ve sol parti ve kişileri de, birer milletvekilliği veya belediye başkanlığı postu karşılığında ona eklemişti. Böylece ortaya devlet açısından güdümlü bir yapı, bir çeşit dikensiz gül bahçesi oluşturulmuştu. “Peki bugün olan bitenler, HDP yöneticilerine yönelik baskılar, tutuklamalar ve partinin kapanmanın eşiğine gelmesi ne?” diyebilirsiniz Bu da evdeki hesap çarşıya uymadığı, güdümdeki Öcalan HDP yöneticileri ve Kandil’dekiler tarafından baypas edildiği, Demirtaş gaza gelip “Seni başkan yaptırmayacağız!” dediği ve Duran Kalkan gibi derin devlet elamanları eliyle “Çukur ve Hendek” savaşları tezgahlandığı içindir.
“AKP iktidarına diş bileyen
Bahçeli ve Perinçek gibileri dostlar kervanına katılıp AKP’ye müttefik oldular”
Devreye 15 temmuz darbesi de girince dost ve düşman safları değişti, Silivri Ergenekonculardan boşalırken oraya Gülenci kesim dolduruldu, liberallerle ittifak da son buldu; diyalog ve barış süreci rafa kaldırıldı, ordu ve polis Kürt kentlerinin üzerine sürüldü ve daha bir yıl önce AKP iktidarına diş bileyen Bahçeli ve Perinçek gibileri dostlar kervanına katılıp AKP’ye müttefik oldular…
Sonuç olarak, Kürt seçmenin, onların yanı sıra ülkenin işçi ve emekçilerinin tercihlerini özgürce dile getirebilmeleri için öncelikle devlet hem keyfince parti kapama uygulamasına son vermeli, tam bir örgütlenme ve düşünce özgürlüğü tanımalı, hem de Kürtler ve sol kesimler için paravan yada düzmece partiler kurmaya son vermelidir. Bu olmadan demokrasi ve seçimler adına ne söylense boştur, gülünçtür, aldatmacadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti neyi amaçlıyor? Bu ziyareti
Kürtler nasıl yorumladı?
2015 seçimlerinin ardından olup bitenler, yukarda anlattıklarım, Kürt seçmenin AKP’ye olan desteğini oldukça zayıflattı. Erdoğan son Diyarbakır ziyaretiyle yeniden güven kazanmaya çalışıyor.
Çözüm süreci döneminde Erdoğan’ın daveti ile Türkiye’ye geldiniz. O
dönemle bu dönemi karşılaştırdığınızda ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?
Ben davet üzerine gelmedim. Hakkımdaki dava çok gecikmeli de olsa, aradan 30 yıl geçtikten sonra müruru zaman nedeniyle düşüğü ve ülkede bir yumuşama ortamı oluştuğu için döndüm. Nitekim benden önce sürgündeki birçok örgüt lideri, bizzat benim yönetici plandaki yoldaşlarım da ülkeye gelip gidebilmekte idiler. Ben de bu durumda, riskini de göze alarak döndüm.
Ben öteden beri Kürt sorunun çözümü için siyasal mücadelede barışçı yol ve yöntemler izleyen ve geçmişten beri PKK’nın şiddete dayanan provakatif politikalarını eleştiren bir insanım. Bu nedenle hem PKK yönetimi, hem de savaşa koşullanmış ve bu işi PKK ile yürüten Türkiye’deki savaş ve baskı yanlısı militarist kesim beni sevmezler. Ama barış yanlısı kesim benim ve partimin tutumunu olumlu bulur. Nitekim bir keresinde Özal döneminde, 1993 yılında silahlar sustuğu ve barışçı çözüm yolu arandığı zaman üstümdeki ambargo kalktı, medyada benimle söyleşi yapmak için yoğun bir ilgi oluştu. Ne yazık ki bu dönem kısa sürdü. Özal ve ekibi tasfiye edildi ve silahlar yeniden konuşur oldu. İkinci kez ise AK Pati iktidara geldikten sonra 2010 yılına doğru üzerimdeki ambargo kalktı. Derin devletin, darbeci, cuntacı kesimlerin, yine İmralı’daki
Öcalan eliyle PKK ile oynayıp şiddeti körükledikleri bir dönemde… AK Parti’nin
ise barışçı seslerin, demokratik çevrelerin desteğine ihtiyacı vardı. Bu nedenle
üstümdeki ambargo yine kalktı. Daha ülkeye dönmeden yoğun bir medya ilgisiyle karşılaştım. Dönüşümde iyi karşılandım. TV ve gazetelerle pek çok söyleşi yaptım, pek çok konferans verdim. Sıradan insanlar da barış özlemi içindeydiler.
Ama ne yazık ki bu olumlu ortam çok sürmedi. AK Parti, “Çözüm ve Barış Süreci”
adı altında başlattığı sürece ve başlangıçta TRT Kurdi’yi açma, bazı üniversitelere Kürtçe dil bölümleri koyma, ırkçı “Andımız”ı kaldırma, askeri vesayeti kaldırıp !2 Eylül darbecilerinin yargılanmasına yolu açma gibi bazı olumlu adımlar atmasına rağmen (ki ana muhalefet partisi CHP ile Kemalist çevreler bunlara bile karşı çıktılar), Kürt sorununun kapsamına uygun köklü bir çözüm ve demokratikleşme programına sahip değildi. MİT yönetimini sivilleştirip İmralı’nın denetimini ele geçirince ve Öcalan değişen güç dengesine bakıp askerlerin yandaşlığından AK Parti yandaşlığına geçince, AK parti yönetimi de artık güdümdeki Öcalan eliyle PKK’ya ve bağlı örgütlerine yön verebileceğini düşündü, barışçı seslere ihtiyacı kalmadı. Zaten Öcalan ve PKK kesimi Kürt halkı için bir şey istemiyorlardı. Söz konusu ortamda AK Parti yöneticileri “En makul Kürt siyasetçisi Öcalan’dır,” dediler ve yeniden düğmeye basılmış olmalı ki bana
ve o zaman başında olduğum HAK-PAR’a yönelik medya ambargosu yeniden
başladı… Ama yukarda da değindiğim gibi evdeki hesap çarşıya uymadı. Sihirli bir anahtar gibi görülen Öcalan fazla işe yaramadı. HDP kendisinden bekleneni vermedi.
PKK “halk savaşı ile AKP iktidarını yıkma” gibi iddialar ve provakatif eylemlerle süreci sabote edince söz konusu diyalog süreci ve yumuşama ortamı sona erdi. Ne yazık ki yeniden karamsarlık verici bir ortama döndük.
Erken seçim olmalı mı? Olursa hangi ittifak daha fazla oy alır?
Tam bir örgütlenme özgürlüğü ve demokratik bir seçim sistemi olmadıkça, türlü oyun ve tuzaklarla seçmenin özgür iradesini yansıtması, dilediği partiye veya kişiye oy vermesi engellendikçe erken ya da geç herhangi bir seçimi önemsemiyorum. % 10 baraji ve 41 ilde örgütlenme mecburiyeti başlı başına bir handikaptır. Yarış egemen güçlerin kendi arasındadır. Baskı görenler, ezilenler, Kürtler, emekçiler yarış dışıdır. Öyle olunca da kimin fazla oy alacağı bence önemli değil. Baylarımız oyunlarını kendi aralarında oynayıp dursunlar… Ama unutmasınlar, bu tutumla şimdiye kadar nasıl ülkenin hiçbir önemli ve temel sorununu çözemedilerse ve ülke bir batağa doğru sürüklendiyse, bundan sonra da öyle olacak, barışa ve demokrasiye ulaşamayacaktır.