Türkiye Büyük Millet Meclisi bugün siyasi partilerin genel başkanlarının grup toplantılarına sahne oluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın konuşmasının ardından partisinin grup toplantısında konuşan Kemal Kılıçdaroğlu, Erzurum Kongresi´ne değinerek bugüne yönelik sert mesajlar verdi.
Kemal Kılıçdaroğlu´nun açıklamaları:
"Efendim, bu grup toplantısından yine bizleri izleyen hangi partiden olursa olsun, hangi görüşten olursa olun, bütün vatandaşlarıma selamlarımı saygılarımı sunuyorum.
Dün 23 Temmuz´du. Erzurum kongresinin 99. yıldönümü. Erzurum kongresi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yaptığı ilk kongre. 23 Temmuz´da başlayan bu kongre, 14 gün sürdü.
Mustafa Kemal askerlikten çekildikten sonra malum rütbelerini iade etmişti, 5 kişi gelerek kendisine Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin başkanı olduğunu bildirmişlerdir. Cemiyetin yeri yok, kadrosu yok, bütçesi yoktur. Pek çoklarında umut da yoktur. Müdafaa-i Hukuk´un bütün parası 90 lira kadar bir şeydir.
Bazıları kadınlarımızın nesi varsa satalım demişlerse de onlar da savaş yıllarında satılıp tükenmişti. Bu koşullarda Kurtuluş Savaşı başlıyor ve devam ediyor.
23 Temmuz 1919. Pek orta halli bir okul. 20´ye 12 metrelik sularında çam tahtalarında halı ve seccadeyle örtülü bir başkan iki de katip kürsüsü.
Bu koşullarda Erzurum kongresini yaparlar. Şu kararları alırlar:
- Milli sınırlar içerisindeki bütün vatan sınırları bir bütündür.?
- Her türlü yabancı işgal ve istilasına karşı ve Osmanlı´nın çöküşü halinde millet birlik halinde savunma görevini yapacaktır.
- Kuvâ-yi Milliye adil bir milli iradeyi hakim kılmak esastır.
- Manda ve himaye kabul edilemez.
Kararı alır ve yayınlarlar.
Milli Kurtuluş Savaşı´nı verenler Lozan´da Batı´yla masaya oturmaktadırlar. Kabul edilen Sevr anlaşmasını Atatürk ve arkadaşları yırtarak çöp sepetine atmışlardır. Atatürk Sevr anlaşmasını şöyle anlatır:
´Siyasi, adli, iktisadi ve mali bağımsızlığımızı imha ve sonuç olarak yaşama hakkımızı inkar ve ortadan kaldırmaya yönelik olan Sevr anlaşması bizce mevcut değildir´ der. Kaldırır ve çöp sepetine atar."
Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırları anlaşmalarla kurulmamıştır. Kan ve gözyaşıyla kurulmuştur. Avukat bürolarında hazırlanmamıştır. Bedel ödenmiştir bedel. İnsan hayatıyla bedel ödenmemiştir. Yaşlısıyla genciyle, kadınıyla erkeğiyle bir bedel ödenmiştir. Ama üzülerek ifade edeyim ki ödediğimiz bedeller yeterince genç kuşaklara aktarılamamıştır.
24 Temmuz aynı zamanda basın özgürlüğüdür, sözde. 24 Temmuz 1908´de dönemin sarayının sansür memurları gazetelere girerler. Haberleri denetlemek ve sansürlemek için. 24 Temmuz´da sansür memurları gazetelere giremezler. İzin verilmez. İzin verilmediği için gazeteler, 25´inde özgür çıkmıştır. Ve o günü basın bayramı olarak kutlanmıştır, basın örgütleri tarafından. 1946´dan beri. Ama 1971´de gazetecilerin üzerine yeniden baskı kurulur, muhtıralar dönemidir. Demokrasi, insan hakları yeniden kısıtlanmıştır. İnsanlar darağaçlarında sallandırılmıştır. 1971´de gazeteciler gününün adı geleneksel gazeteciler günü ve basın özgürlüğü için mücadele günü ilan edilmiştir.
Şimdi geldiğimiz noktaya bakın. Gazeteler büyük baskı altında. Gazeteciler hapiste. Gazeteler kendilerine oto sansür uyguluyorlar. Acaba birilerini kızdırabilir miyiz? Birilerini kızdırırsak başımıza bir felaket gelir mi?
Ya Saray´a yağcılık yapacaksın ya da sana hayat hakkı tanımayacağım denen bir sürecin içine sokuldu. İktidar kendi medyasını oluşturdu. Buna kısaca havuz medyası diyoruz. Gazeteler ipotek edildi. Üç yıl sen idare edeceksin. 5 yıl sen karşılayacaksın dendi. Ve gazeteler zorla sattırıldı. Şu anda neredeyse medyanın tamamı birkaç gazete dışında tümüyle hükümetin kontrolünde. Ve onların tek bir görevi var, iktidara yağcılık yapmak, Saray´ın gözüne girmek. Acaba saray bir yere giderse beni de uçağına alır mı diyerek kendilerine mesafe biçmeye başladılar. Uçağına alsa ne olur, almasa ne olur?"