Suriye’de, Libya’da kendisine küresel çapta alan açmaya çalışan Rusya, komşu coğrafyasıyla da yakından ilgilenmeye devam ediyor. Kırım’ı ilhak eden, Moldova’nın Transdinyester bölgesini ve 2008 yılındaki savaşta Gürcistan’ın Güney Osetya ve Abhazya bölgelerini ele geçiren Rusya, son olarak da Azerbaycan-Ermenistan arasında yaşanan savaşın ardından yıllar sonra Güney Kafkasya’ya döndü ve ateşkesi gözlemlemek adına Karabağ’a kendi askerlerini konuşlandırdı. Bu arada Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Moskova’da Azerbaycan ve Ermenistan devlet başkanlarını bir masada karşısına alıp sanki bölgenin efendisi olduğunu ima eden fotoğrafların servis edilmesi de dikkatlerden kaçmadı.
Özellikle Putin’in 2000’li yılların başında göreve gelmesinin ardından, Sovyetler Birliği’ne bağlı cumhuriyetlerin kendisinden bağımsız hareket etmesine tahammül edemeyen Rusya, şimdi de Kazakistan topraklarına göz dikmiş durumda.
Son olarak Ocak ayının ilk günlerinde Rusya Parlamentosu Duma’da milletvekili olan VyaçeslavNikonov, hem de devlet televizyonunda, “Kazakistan toprakları Rusya ve Sovyetler Birliği'nden büyük bir armağandır" diye konuşmuş, bir diğer milletvekili YevgenyFedorov da bu açıklamayı desteklemişti. Hatta Fedorov, “Kazakistan’ın topraklarını Sovyetler Birliği’nden kiraladığını” bile söylemişti. Putin de daha önce bu minvalde açıklamalar ile gündeme gelmişti. Tabii bu durum iki ülke arasında krize dönüşmüş, Kazakistan Rusya’ya nota vermişti. Tartışmanın sadece iki milletvekilinin şahsi düşünceleri olmadığı, Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım C. Tokayev’in sürece dâhil olmasıyla birlikte daha net olarak anlaşılmıştı. Tokayev’in, “Bir kez daha ulusal çıkarlarımızı her türlü koruyacağımızın altını çizmek istiyorum" açıklamasını bu anlamda bir kenara not etmek lazım.
Bunun yanında gzt.com’un Avrasya Editörü NazgulKenzhetay’ın 10 başlık altında Rusya’nın iddialarını dile getirdiği çalışması (https://www.gzt.com/video/jurnalist/gzt-10-on-rusyanin-kazakistandaki-toprak-iddiasi-2189461), konunun anlaşılması adına önemli detaylar içeriyor. Kazakistan’ın 17 milyon kilometrekareden fazla toprağa sahip olan Rusya ile 1,5 milyar nüfusa sahip olan Çin arasında yer alması, kendisini stratejik olarak çok önemli bir noktaya taşıyor. Ayrıca yüzölçümü açısından dünyada 9. sırada olan Kazakistan’ın Dimitri Mendeleev’in periyodik tablosunda yer alan elementlerin yüzde 80’ini topraklarında barındırması önemini daha da artırıyor. Bunlara rağmen Kazakistan’ın en büyük problemi nüfusunun azlığı. Hatta bağımsızlığını kazandığı ilk yıllarda nüfusun üçte birinin Ruslardan oluşması, Kazakistan’ı Rusya’ya karşı kısmen hareketsiz bıraktı da diyebiliriz. Hatırlanacağı gibi Rusya Kırım’ı Rus nüfusun varlığını öne sürerek ilhak etmişti. Şimdi Kazakistan’da da aynı durum söz konusu olabilir mi diye endişeler yüksek sesle dile getirilmeye başlandı.
Diğer taraftan aslında Çin’in Doğu Türkistan bölgesinin yeraltı kaynakları, yerüstü zenginliklerini riske etmemek için bölgede özellikle 2009 yılından sonra uygulamaya başladığı baskı ve asimilasyon politikalarıyla, Rusya’nın Kazakistan’a bakışı arasında büyük paralellikler var. Kazakistan’ın aynı zamanda Çin’in Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nde önemli bir geçiş noktası olması da bu anlamda Rusya’yı tedirgin ediyor. Her ne kadar Çin ve Rusya Şangay İşbirliği Örgütü’nün üyesi olsalar bile aralarındaki rekabet çoğu zaman sertleşebiliyor. Rusya’nın en büyük korkusu Çin’in nüfusu. Rusya, Çin ile arasına tamponlar oluşturmak istiyor. Aslında Kazakistan’a bakışını da bu durum belirliyor. Yoksa ilhak etmek gibi bir derdi olması çok mümkün görünmüyor, bu bakış çok akıllıca da değil.
Doğrudan konuyla bağlantılı olmayabilir ama Türkiye, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Orta Asya ile ilgili maalesef doğru stratejiler geliştiremedi. Hazırlıksız yakalandı, belki de bir planı bile yoktu. “Devlet Projesi” adı altında o bölgeler o zamanlar “Cemaat” olduğu varsayılan ama sonradan devletin ve rejimin istikrarını bozabilecek bir terör örgütü olduğu anlaşılan yapıya devredildi. Oysa işin içinde Türkiye devletinin aklı değil, başkalarının akılları vardı. İçeriye “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası” söylemlerinin yanında gözyaşlarıyla süslenen propagandalar yapılırken, aslında bizim tarlaları sürenler başka istihbarat örgütleriydi. Türk Cumhuriyetleri ile sağlıklı ilişkiler geliştiremeyen Türkiye’nin bugün Kazakistan’ın veya bölge ülkelerinin karşı karşıya kaldığı tehlikelere uzak olması veya olması gerektiği gibi yakından ilgilenememesi yürek sızısından başka bir şey değil. Malum olduğu üzere Kazakistan geçtiğimiz günlerde uzun yıllardan beri süren Kiril alfabesinden Latin alfabesine geçiş için son aşamaya gelmişti. Türkiye ile yakınlaşmak ve genç nesillerini hem kendi değerleri hem de Türk dünyası kültürü ile yetiştirmek isteyen Kazakistan’ın bu çabalarına kulak verilmelidir. Zamanında gereken inisiyatifi alamayan devletimiz bu sefer de Çin’e birkaç vagon beyaz eşya ile kıymetli bor madenlerimizi göndermekle meşgul olup asıl fırsat trenini kaçıracakmış gibi görünüyor. Tabii olarak şimdi Türkiye, Rusya ile olan ilişkilerinde ilk önce kendisini doğrudan ilgilendiren Suriye ve Libya başlıklarında sonuç almak istiyor. Ancak Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda koruduğu tarihine de ciddi olarak objektiflerini çevirmek zorundadır. Rusya’nın Kazakistan’daki hedeflerine sessiz kalınırsa, bu durum bir anlamda Orta Asya ile köprülerin atılması anlamını taşır.