Gerçek bir demokrasinin yolunun açılmasının, ancak bölgelere yetki devriyle, bölgeye ilişkin kararların bölgelerdeki parlamentolar tarafından alınmasıyla ve bireyin karar süreçlerine katılarak demokrasi kültürü edinmesiyle doğrudan bağlantılı olduğu açık.
Cumhuriyet egemenliği, kaynağını halka bağlarken eşit yurttaşlığı sağlamada başarısız oldu. Demokrasi boyutunun eksikliği ise rasyonel düşünen özerk bireyi var edemedi. Devlet, toplulukların bir uzlaşı temelinde barış ve hukuk güvenliği içinde yaşama ve toplum olma imkanını da engelledi.
Merkezdeki güç ve yetkinin, kolonyal idari vesayet mekanizmasıyla (valilik, kaymakamlık- alt bürokratik yapılanma) merkezden yerele taşması devletin topluma tasallutuyla sonuçlanmış oldu. Tek partiye ve tek kişinin hükümranlığına dayalı genç Cumhuriyet çok partili hayata geçildiğinde de çok kısa süren yalancı baharlar dışında hukukun askıya alındığı istisnai rejimler altında yaşamaya devam etti.
Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ise cumhuriyeti demokrasi hedefinden iyice uzaklaştırdı. Getirilen modelle yasama ve yargı organları işlevsizleştirilip yürütmenin bir aracı haline getirilirken (yatay güçler ayrılığının yok edilmesi), merkezin yerel üzerindeki ağır vesayeti milli iradeyi de yok sayan kayyım rejimiyle daha da derinleştirildi.
Bütün yetkilerin merkezde yani iç bölgede toplanması otoriter rejimlere temel oluşturur. Bu durumda çoğulcu ve katılımcı demokrasinin en temel unsuru olan dikey güçler ayrılığı söz konusu olmaz.
Gerçek bir demokrasinin yolunun açılmasının, ancak bölgelere yetki devriyle, bölgeye ilişkin kararların bölgelerdeki parlamentolar tarafından alınmasıyla ve bireyin karar süreçlerine katılarak demokrasi kültürü edinmesiyle doğrudan bağlantılı olduğu, dünyanın demokrasiyle yönetilen ülkelerinde katılımcılığın temel bir siyasi teknik olarak uygulandığı açık.
Bazı yazılarımda verdiğim örnekleri tekrar hatırlatmak istiyorum. Amacım sorunun sadece Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki belediye başkanlarının merkez tarafından görevden alınması ile sınırlı olmayıp temel bir sorun olduğunun altını çizmek.
Demokrasinin vazgeçilmez unsurları var. Katılımcılık hem yerelde demokrasiyi hem de siyasi birliği sağlamada en temel unsur. Türkiye yaratılan baskı ortamında geçerliliğini yitirmiş zihniyet kodlarının tekraren üretilmesi sonucu bu meseleyi tartışamıyor.
Japonya üniter yapıyı benimsemiş, anayasal monarşi ile birlikte parlamenter hükümetin var olduğu bir ülke. Japonya bölgelere yetki devrini yapmış durumda. Japon Anayasası’nın 92. maddesine göre, yerel yönetimlerin organizasyon yapıları ve faaliyetlerine ilişkin düzenlemelerin yerel özerklik ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenmesi gerekmekte.
93. maddede ise, bölgesel yönetimlerin karar organlarını yasalara uygun olarak kendilerinin oluşturmaları öngörülmekte. Bu maddede ayrıca, belediye başkanları, valiler, meclis üyeleri ve kanunlarla belirlenmiş diğer yerel görevlilerin doğrudan yerel halk tarafından seçileceği ifade edilmekte.
Diplomasi, adalet, savunma, ulusal yollar, sosyal sigorta, gümrük vergileri, ulaşım, doktor, ilaç lisansı, ekonomi politika merkezin yetkileri olarak kalırken, seçimle gelen yerel yönetimlere bölgesel kalkınma, iş güvenliği, toplu konut, yerel ulaşım, polis, akarsular, liman, çocuk bakımı, lise eğitimi, sağlık gibi konularda yetki aktarımı yapılmış durumda.
Daha alt başlıkta yer alan belediyeler de aile kaydı, ilkokul, ortaokul, yangından korunma, hayat sigortası, su, atık su, yaşlıların bakımı, mali yardım gibi konularda yetkili. ( Dr. Tekin Akdemir- Dr. Serkan Berk- “Japonya’da Yerel Yönetimlerin Yapısı ve Finansmanında Yaşanan Gelişmeler”)
Söz konusu hizmetlerin finansmanı ilgili mali yıl içerisinde elde edilen yerel vergiler, tahsis vergileri ve hazine yardımları gibi gelirlerden sağlanmakla birlikte tahvil ihracı gibi borçlanma araçlarına da başvurabilmekteler.
Üniter devlet olan bölgesel devletlerde de siyasal iktidar tektir. Siyasal planda birliği sağlama amacı tüm bölgesel devletler için temel olup, devlet olmanın hedefinde de bu olup siyasi birlik birçok değişik teknikle sağlanmıştır.
Federasyonlarda federal devlet güçlü mali olanakları olan ve ordusu bulunan tek siyasal otorite. Federal Almanya ve Avusturya (Land’lar), Kanada (Eyaletler), İsviçre (Kantonlar), Belçika(Bölgeler), ABD, Hindistan ve Avustralya (Federe devletler) federal modele örnek oluşturmakta..
Bölgesel devletlerden İspanya’da 1978 Anayasası ile geniş bir toplumsal mutabakat temelinde özerklikler tanındı. Anayasanın girişinde bütün İspanyolların ve İspanya halklarının haklarını, kültürlerini, geleneklerini ve dillerini koruma amaç edinildi.
Anayasanın 2. maddesinde ulusal birlik ve ülkenin bölünmezliği belirtildikten sonra bölge ve milliyetlere özerklik hakkı tanınarak aralarındaki dayanışma ve işbirliği garanti edildi. İspanya’da 17 özerk bölge ve iki özerk kent bulunmakta (Çoklu İspanya).
İtalya’da 20 bölgeden 5’i özerk bölge. Aosta Vadisi, Sardinya, Sicilya, Firuli-Venezia Giulia, Trentino-Alto Adige. İtalya’da da her bölgenin parlamentosu ve hükümeti bulunmakta.
Her iki ülkenin anayasası da bölgelere mali özerklik tanımakta ve kolluk gücü kurma yetkisi vermekte. Anayasa özerk bölgeleri kentleşme, konut planlaması, bölgesel ulaşım, tarım, ormancılık, balıkçılık, bölgesel ekonomik kalkınma, yerel fuarlar, sağlık konularında yetkili kılmakta. Savunma, ordu, yargı, dış politika, vatandaşlık, gümrük rejimi, devlet maliyesi, sosyal güvenlik, öğretime ilişkin temel normlar gibi konularda merkezi devlet yetkili durumda.
Güney Afrika’da tarım, eğitim, sağlık, konut, ulaşım, polis, turizm, çevre konularında ve belediye kurmada yetkili 9 özerk bölgenin parlamentosu ve yürütme organı bulunmakta. Bu ülke ayrıca yasama, yürütme ve yargı başkenti olmak üzere üç başkente sahip.
Yaşanan acılar bize yeni bir siyasi ve toplumsal düzen kurma ve toplum olma fırsatını sunuyor. Tabandan gelecek taleple siyasi liderlerin bu konuda sorumluluk almaları ve yeni toplumsal mutabakatta merkezden bölgelere yetki devrini gündemin başına almaları hayati önemde.
Üniter devlet içinde bölgelerin seçilmiş yönetimlerine yetki verilirse bölge halkı demokrasi kültürünü içselleştirerek kaderci kuldan yurttaş-bireye geçerek sivilleşebilir. Avrupa, bölgeler Avrupası iken, Türkiye katıksız bir merkeziyetçi devlet olarak kaldı ve 200 yıldır merkezde aşırı yetki toplanması sorunu aşılamadı.
Böylece Türkiye tekçi anlayıştan çoklu anlayışa, otoriter bir rejimden hukukun üstünlüğüne dayalı, özgürlükçü, çoğulcu ve katılımcı bir demokrasiye geçebilir.
“Temel mutabakatın yokluğu” yani “meşruluk çatışması” barışçı yoldan giderilemezse siyasal-toplumsal gerilim ve iç çatışma kaçınılmaz hale gelir. Yeni bir inşa ancak özgürlükçü, yaratıcı ve dayanışmacı bir çabayla yapılabilir.
Cumhur İttifakı’nın kayyım rejimiyle toplumu boğduğu, katılımcılık bir yana seçmenin iradesini muğlak “terör” tanımı üzerinden siyasi suç ve delil icat ederek yok saydığı ortada. CHP’nin bu gerçekleri görerek, yeni bir inşa hedefinde politikalar, çözümler, üretmesi, bu amaca destek verecek parti ve toplum kesimlerini harekete geçirmesi önemli.
CHP’nin devletin güvenlikçi-despotik yapısının iktidara uygulattığı rejimi meşrulaştırmaktan vazgeçmesi gerekmekte. Özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı, hukukun üstünlüğüne dayalı bir demokrasi inşasında öncü olması, ülkenin geleceği için mücadele etmesi önemli.
Ümit Kardaş kimdir?
1971'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1975 yılında askeri hakim, 1985 yılında hukuk doktoru oldu. Çeşitli yerlerde savcılık, hakimlik ve adli müşavirlik yaptı. 1995 yılında emekli olup, serbest avukatlığa başladı. Çeşitli dergi, gazete ve kitaplarda yazıları yayınlandı. Halen internet gazeteleri Artı Gerçek ve Son Medya’da yazmaya devam ediyor. Bülent Tanör eser yarışmasında birincilik ödülü alan "Türkiye'nin Demokratikleşmesinde Öncelikler" isimli çalışması 2004 yılında yayınlandı. "Hukuk Devlete Sızabilir mi?", "Ötekiler İçin Sivil İtaatsizlik Rehberi", "Demokrasi ve Hukuk Krizi, "Zulüm Özür Uzlaşı", Kardaş’ın yayınlanmış kitaplarından bazıları.