Kayseri’de yaşattırılan kitlesel hınç görüntüsü beni şaşırttı.
Suriye’deki savaş yüzünden ülkemize sığınmış sayıları milyonlarla ifade edilen kişilere karşı rahatsızlık duyanların varlığından elbette haberdarım.
Medyada ve sosyal medyada Suriye karşıtlığını körükleyenler olduğunu da biliyorum.
Yalnızca göçmen karşıtlığı üzerinden siyaset yapan, o sayede ihmal edilmeyecek sayıda oy almayı başaran yeni partiler var ve bunu iki seçim sayesinde öğrendim.
Peki de neden şaşırmış olabilirim?
Olayın Kayseri gibi ticari özellikleri baskın, eğitim düzeyi yüksek insanların ağırlık taşıdığı, sanayileşmiş bir kentte meydana gelmesi beni şaşırttı.
Refah Partisi’nin seçimden birinci parti çıktığı 1995 yılı sonrasında “Türkiye’de ne oluyor?” merakına kapılan yabancı gazeteciler ve araştırmacılar Kayseri’ye uğramış ve oradaki izlenimlerini ‘Modernizme karşı Neo-Kalvinist bir yaklaşım’ olarak sunmuşlardı.
Ticaretin ön planda geldiği bir kent anlamında…
Kayseri AK Parti’nin en güçlü olduğu illerden…
Böyle bir kentte, Suriyeli biri, akrabası bir kız çocuğuna tasallut etti diye, Suriye kökenlilere karşı duyulan öfkeyi, dükkanlarının, mağazalarının, araçlarının yakılmasını, Suriyelilerin dövülmesini anlamam mümkün değil.
Görüntüler, Türk siyasi tarihinde kara bir leke olan, İstanbul’daki azınlıklara karşı girişilmiş ‘6-7 Eylül olayları’ (1955) ile benzerlikler taşıyor.
Kışkırtılmış kitlelerin gözleri dönünce hiç beklenmeyecek çapta eylemlere girişebildiğini bir kez daha görüp yaşadık.
Hıncın tahribata dönüşmesi olayının Kayseri’de meydana gelebilmesi, üzerinde kafa yormayı gerektiriyor.
İstanbul’daki ‘6-7 Eylül olayları’, Türkiye’nin Kıbrıs sorunuyla uluslararası arenada ilk karşı karşıya gelmesi üzerine gerçekleşmişti. Yığınları kışkırtan bir odak olduğu, yıllar sonra, bir generalin, “Bir Özel Harp işiydi, muhteşem bir örgütlenmeydi” açıklamasından anlaşılmıştı.
Acaba Kayseri’deki olayda yerli bir parmak mı var, yoksa kışkırtan dış bir odak mı?”
Kayseri’de Suriyelilere karşı girişilen olaydan sadece iki gün önce, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Geçmişte nasıl yaptıksa yine yapabiliriz; ailece görüşmeye varana kadar sayın Esed’le geçmişte nasıl yaptıksa yeniden yapmamamız için bir sebep yok” dediğini biliyoruz.
Politika değişikliği ilanı bu sözler…
İki ülke arasında yaşanan, samimiyetin ortak bakanlar kurulu toplantılarına kadar vardırıldığı, Beşşar Esad ailesinin kendi ailesi ile tatile çıktığı günleri hatırlatıyor Cumhurbaşkanı Erdoğan…
2011 öncesindeydi o dönem. O günlerden sonra geçen 13 yılda köprülerin altından çok su aktı.
Türkiye -daha doğrusu AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Erdoğan- eski güzel günlere dönmeyi arzuluyor, ama bakalım Suriye ve Beşşar Esad- aynı arzuyu duyuyor mu? [Sınırın karşı tarafında Türk TIRlarına -ve bayrağa- eş zamanlı saldırılar, ne iş?]
Uzun bir süre Türkiye’nin ortak bir Suriye politikası izlediği, o günlerde ABD ile ters düşme pahasına hatır için yüksek paralar ödeyerek S-400 hava savunma sistemi satın aldığı Rusya ve Putin, acaba Batı ile yeniden yakınlaşma çabasına girilmesinden memnun mu?
Avrupa ve ABD ile iyi geçinmeye başlamış Türkiye’nin bu yeni çizgisinin Batı’da da memnuniyetsizleri mutlaka vardır. ‘Olağan şüpheliler’ arasında onları da sayabiliriz.
Öf be, sevmeyeni ve potansiyel düşmanları bu kadar çok bir ülke haline nasıl gelebilmişiz?
Ankara, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere siyasi ve idari yetkililer, Kayseri’de meydana gelen olayı yerel hassasiyete bağlama ve kentle sınırlı görme eğiliminde. Açıklamalardan, Kayseri halkını teskin etme çabası seziliyor.
Verdikleri izlenim siyaseten doğru elbette.
Ancak, Kayseri’de başgösteren olayın başka yerlerde de aynı çapta tekrarlanmaması isteniyorsa, bir yandan yerli hassasiyetlere uygun cevaplar aranırken, bir yandan da bu konunun içeride ve dışarıda kaşıyıcıları olabileceği ihtimalini gözden uzak tutmamak gerekiyor.
Kayseri gibi bir kentte böyle bir olay yaşanabiliyorsa, Türkiye’nin her ili benzer kışkırtmalara kolayca uğrayabilir; bunu unutmayalım.