Şimdi tarihsel serüveni bir hatırlayalım ve katılım bankacılığı kavramının niçin gerekli olduğunu bir kez daha açıklamaya çalışalım:
ÖZEL FİNANS KURUMLARI
Özel finans kurumları, Bakanlar Kurulu tarafından 1983 yılında çıkarılan 16.12.1983 tarih ve 87/7506 sayılı kanun hükmünde bir kararname sonucu kurulup 1985 yılında faaliyete geçtiler. Klasik bankacılıktan farklı olarak faizsiz bankacılık ilkelerine bağlı kalarak çalışmak üzere faaliyete geçen bu kurumlar o döneme has toplumsal, ekonomik ve siyasal ortamdan da istifade edilerek faizden uzak duran kesimin tasarruflarını ekonomiye kazandırmak amacını güttüler. Öncelikle 1985 yılında Albaraka Türk ve Faysal Finans faaliyete geçmiş, daha sonra 1989 yılında Kuveyt Türk sektöre dahil olmuştur.
Bu kurumlar ekonomik ve toplumsal bir ihtiyaçtan doğmuşlardır. Atıl fonları ekonomiye kazandırarak hem toplumsal ve ekonomik bir rol üstlenmekte hem de ülke ekonomisinin büyümesine ve gelişmesine katkı sağlamaktadırlar. Faizsiz bankalar yapıları gereği reel sektörü finanse etmekte, kayıtlı ekonomiye geçişi hızlandırmakta ve üretimi teşvik etmektedirler. Bu kurumların en büyük ve ayırt edici farkı ‘Faizsizlik İlkesi’dir.
Faizsizlik İlkesinin Özü:
1. Fon toplarken herhangi bir sabit getiri taahhüdünde bulunmamak, oluşacak kar ve zararı belli bir paylaşım oranında müşteri ile bölüşmek,
2. Fon kullandırırken nakit kredi vermeyip, bir malı veya hizmeti peşin alıp vadeli satmak ya da ortaklık yapmak,
3. Her türlü bankacılık hizmetlerinde faizden kesinlikle kaçınmaktır.
Özel finans kurumları fon toplama ve fon kullandırma hizmetleri yanında diğer bankacılık hizmetlerini de (çek, senet, EFT, havale, dış işlemler, döviz alım satım, ithalat, ihracat, kredi kartı, POS, sigortacılık vb.) vermeye başladılar.
YAŞANAN SORUNLAR
1985 yılında faaliyete geçen faizsiz bankalar Özel Finans Kurumu ismini kullanıyorlardı. Bu kurumlar faaliyete geçtikten bir müddet sonra birtakım sorunlarla karşılaştılar. Bunların başında bu kurumların “banka” olarak algılanmamaları sorunu vardı. Birtakım bankacılık işlemleri esnasında muhataplar tarafından bu kurumların banka olarak değil de başka bir kurum olarak algılanmaları bazı zorluklar oluşturuyordu.
Öncelikle bir güven müessesesi olan bankacılık sırf isminden dolayı tasarruf sahipleri nezdinde itibar kaybediyor, gerekli ilgi ve alakayı görmüyordu. Ayrıca yurtiçi ve yurtdışı teminat mektubu vermede muhataplardan bazıları bu mektubu kabul etmiyor ve başka bankalardan teminat mektubu istiyorlardı. Özellikle yurtdışı işlemlerde uluslararası sistem, muhatap bankalar, içinde banka ismi geçmemesi ve Türkiye’ye has olması sebebiyle, bu kurumları banka olarak değil de adeta finansal kiralama (leasing), faktöring şirketleri ya da özel şirketler gibi değerlendiriyordu. Bu durum birçok işlemde olduğu gibi dış işlemlerde de sıkıntılar oluşturuyor ve bu kurumların faaliyetlerini kısıtlıyordu. Yurtdışı işlemlerde muhatap bankalara açılan ithalat akrediflerinde, harici garanti ve teminat mektuplarında, avalli ve teyitli işlemlerde, aynı şekilde ihracat akrediflerinde, ihracat vesaik gönderimlerinde hazırlanan römiz mektuplarında (banka üst yazısı), SWIFT sistemi ve uluslararası dış yazışmalarda finans kurumu (finance house) ifadesi kullanılması yapılan işlemlerde paranın kaynağının güvenilirliği konusunda soru işaretlerine neden oluyor, prestij ve güven kaybına yol açıyordu. Hatta özel finans kurumlarının sermaye ve hacim bakımından sıralamasını merak eden yabancıların başvurduğu kaynaklardan olan Bankers Almanac’ta özel finans kurumlarının yeterli sermayesi ve hacmi olmasına rağmen isimlerinde banka ibaresi olmadığı için banka sıralaması dışında tutulmaktaydılar. Daha da ilginç olanı devletin resmi kurumları, özellikle bazı mahkemeler bu kurumları banka olarak görmüyor ve bu kurumlardan gelen teminat mektuplarını dahi kabul etmiyordu. Bu durum da faizsiz bankaların bankacılık yapmalarına engel olmanın ötesinde faizli bankalar lehine açıkça haksız bir rekabete neden oluyordu.
Özel finans kurumlarının faaliyetleri esnasında yukarda belirtildiği üzere yoğun sorunlar yaşanması büyük bir ölçüde isimlendirme sorununa işaret ediyordu. Süreç devam ettikçe bu kurumların hem faaliyetleri kısıtlanıyor hem de büyümeleri engelleniyordu.
YENİ KAVRAM İHTİYACI VE DOĞUŞU
İşte özel finans kurumlarının isminden kaynaklanan bu sorunları aşacak ve toplumda itimat ve güven oluşturacak, uluslararası piyasada güçlü bir kabulle karşılanacak ve bankalar liginde etkin bir şekilde yer alacak yeni bir kavrama ihtiyaç vardı. Bu kavram bunları karşılamakla kalmayacak aynı zamanda yapılan işin nevini de açık ve net olarak yansıtacak bir algı oluşturmalıydı. İşte bütün bunlar yeni kavram arayışını ateşliyordu.
Bu arada 1997 yılında kar ve zarara katılma hesapları isminden esinlenerek Albaraka Türk’te “Katılım Bankacılığı” kavramı gündeme getirildi. İlk olarak kurum içinde bu kavram tartışıldı ancak pek ilgi görmedi. Bu yeni kavram yine de tanıtılmaya devam edildi. Çeşitli tartışmalardan sonra Katılım Bankacılığı kavramı 1999 yılında Bankalar Kanununun değişimi sürecinde tekrar gündeme getirildi ancak bu teklif erken bulundu ve kabul edilmedi. Ve bu konuda biraz daha çalışılması ve kamuoyu oluşturulması gerektiği kanaatine ulaşıldı. Bu arada özel finans kurumları 1999 yılında 4389 Sayılı Bankalar Kanunu kapsamına alınarak yasal güvenceye kavuştular ve daha güçlü bir mevzuata sahip oldular.
Bu kavramı kamuoyuna sunmak amacıyla “Bankacılıkta yeni bir boyut: Katılım Bankacılığı” başlıklı bir yazı kaleme alındı ve bu yazı geliştirildi. Söz konusu yazı Temel Hazıroğlu ve Mehmet Emin Özcan adıyla Albaraka Türk’ün yayınladığı Bereket Dergisinde kapak yazısı olarak yayınlandı. Böylece ilk defa bu kavram kamuoyunun gündemine gelmiş oldu. Ayrıca Yeni Şafak Gazetesinin 17 Mayıs 2004 tarihli baskısında Temel Hazıroğlu tarafından “Özel Finans Kurumları veya Katılım Bankacılığı” adlı bir yazı daha yayınlandı. Bu yazı da benzer gerekçelerle yeni kavramı öneriyor ve karakteristik gerekçelere dördüncüsünü ilave ediyordu. Bu kurumların gerçek ekonomi, verimli ekonomi ve kayıtlı ekonomi açısından önemini vurguluyor ve bu kavramın herkesi sürece katılıma davet eden, bir ölçüde zorlayan bir yapıya sahip olduğunu altını çiziyordu. Bu yönüyle de toplumsal, siyasal ve ekonomik açıdan kamuoyunu ve devleti bu konuda daha ilgili olmaya davet ediyordu. Söz konusu yazı, kar ve zarara katılma esasına göre yapılan bankacılığın, Türkiye’de mevzuata özel finans kurumu olarak girdiğini ancak bu kavramın, kastettiği bankacılığı ifade etmekten çok uzak olduğu gibi, yanlış çağrışımlara da neden olduğunu belirtiyordu. Ardından da yeni bir kavramı dört gerekçe ile sunuyordu:
Mevcut kavramlar ve tabirler, kar ve zarara katılmayı esas alan bankacılık sistemini tam ve doğru olarak ifade edememektedir. Oysa bir şeyin doğru anlaşılabilmesi her şeyden önce doğru ifade edilmesine bağlıdır. Bir kere, bu sistemde tasarruf sahiplerinden kar ve zarara katılma esasına göre fon toplanmaktadır. Başka bir deyişle, tasarruf sahibi, bankaya bir nevi ortak olmakta ve klasik bankacılıktan farklı olarak sonuca katılmaktadır. İkincisi, kar ve zarara katılmayı esas alan bankacılıkta, toplanan fonların kullanılmasında da sonuca katılma vardır. Üçüncüsü, kar ve zarar katılma esasına göre çalışan bankalar, her türlü bankacılık hizmetini vermektedirler. Bu özellik, bunların klasik bankalarla olan ortak özelliğidir. Dördüncüsü, gerçek ekonomi, verimli ekonomi ve kayıtlı ekonomi açısından bakıldığında reel sektör noktasında, herkesi sürece katılıma davet eden, bir ölçüde zorlayan bir yapıya sahiptirler. Bu açıdan bakıldığında bunlar, herkesin, özellikle kamunun kesinlikle desteklemesi gereken kurumlardır. Bu özellikleri ihtiva eden yeni bir kavram geliştirme zorunluluğu vardır.
“Katılım Bankacılığı” ismini öneren söz konusu makale, yeni isim önerisinin ardından bu kavramın kullanılmasının ne gibi yararlar sağlayacağı konusunda hem toplumsal ve hem de ekonomik açıdan değerlendirmelerde bulunuyordu:
“Bu çerçevede kanaatimizce iki isim gündeme gelebilir: 1. Katılım Bankası, 2. Finans Kurumu. Bizim önerimiz, “Katılım Bankacılığı”dır. Katılım Bankacılığı kavramının iki önemli özelliği bulunmaktadır. Birincisi, açık, anlaşılır, sade ve kısa olması; ikincisi, kar ve zarara katılmayı esas alan bankacılığı tam ve doğru olarak ifade etmesidir. Teklif ettiğimiz bu kavramın ileride literatüre girmesi ve gerekli değişiklikler yapılarak mevzuatta Katılım Bankacılığı adıyla yer almasının çağdaş, ileri ve insani bir model olduğuna inandığımız kar ve zarara katılmayı esas alan bankacılığa katkı sağlayacağı görüşündeyiz.”