Devlet, insan topluluklarının kendi imkânları ölçüsünde meydana getirdikleri en donanımlı bir teşekkül ve tüzel kişiliktir. Bu teşekkül ve tüzel kişilik temsil ettiği toplumun gücü ve gücünün merkezidir. Bu gücü de o devletin gerçek sahipleri kullanırlar. Devletin rejimi ve ona hükmedenler toplumla, toplumun değerleriyle ne kadar barışık olurlarsa, toplumsal refah, güven ve barış da o ölçüde sağlanır. Bu da o devletteki yasaların evrensel hak ve adalet ölçülerine göre olup olmadığına göre değişir.
Tüzel bir kişilik olsa da devlet için adil, zalim, gasıp, faşist, demokrat, komünist ve benzeri sıfatlar kullanılır. Çünkü icraatlar devletin adınadır ve devletin gücü ile yapılmaktadır. Devletlerin vatandaşlarının hepsinin temel haklarını korudukları oldukça ender bir durumdur. Ancak çoğunlukla devlete hükmeden kişilerin, zümrelerin ve odakların dedikleri veya koydukları görünür-görünmez kurallar geçerlidir.
Din, ideoloji ve milliyet olguları, bireyler ve grupların yanı sıra devletlerin de en fazla kötüye kullandıkları iki önemli araçtır. Tarih boyunca bunlardan en ağır basanı da milliyetçilik olagelmiştir. Günümüzde adları devlet olan ve şeklen devlet olmanın şartlarını haiz olan yüzlerce teşekkül olsa dahi, iş iradelerini kullanmaya geldiğinde, bu sayı 20 ve 30´lara kadar düşer. Bu az sayıdaki devletlerin doğal olarak güçleri ve refah düzeyleri de diğer devletlerden oldukça ileridedir. Ama güçlü ve müreffeh olmaları sadece kendilerinedir. Öteki olarak gördükleri topluluklara ve devletlere karşı yeryüzünün en vahşi yaratığı olabilirler. Ve bu devletler öyle zulümler ve öyle soykırımlar yaparlar ki, üzerinden yüzlerce yıl ve hatta binlerce yıl geçse bile dilden dile süzülüp gelirler. Evrensel değerlerin ölçülerine göre kötü olan devletlerin kötülükleri de güçleri oranında geniş, yaygın ve şiddetlidir. Dünkü bazı devletlerin on binlerce ve bazen de yüzbinlerce kişilik bir ordularıyla yaptıkları katliamların on katı fazlasını bazı devletler bugün bir atom bombası ile yapabiliyorlar.
Bir de şu var ki, devletlerin kötülükleri sadece öldürmekle ve katliamlarla da sınırlı değildir. İnsanın fıtratını hedef alan her kötülüğün en fazlasını da yine devletler yaparlar. Çünkü ister büyük ve ister küçük olsun, her bir devlet kendisini oluşturan topluluktan daha güçlüdür.
İster meşru olsun ister gayri meşru; ama idarecilerin devletin gücünü dışarıya karşı kullanmaları anlaşılır bir durumdur. Ama kendi halklarına karşı kullanmaları böyle değildir. Devletlerin güçlerini nasıl kullandıklarına bu açıdan baktığımızda da ister dışarıya yönelik olsunlar ve isterse kendi vatandaşlarına, gerçekleştirdikleri eylemlerin ezici çoğunluğunun hakka tecavüz olduğunu görürüz. Bu eylemlerin adı kimi yerlerde masum insanların katliamıdır, kimi yerlerde mazlum insanların haklarının gaspıdır, kimi yerlerde milliyetlerinden, dillerinden veya dinlerinden dolayı işlenen envaiçeşit zulümlerdir.
Bir de dün olduğu gibi bugün de kendilerinden daha güçlü olan devletlere payanda olan devletler var. Bir devletin bu duruma düşmesi, genelde idarecilerinin onurlarını yitirmiş olmalarının bir sonucudur.
Görülüyor ki, her bir devlet elindeki güç sayesinde en katil olabileceği gibi, en adil de olabilmektedir. Her iki hal de hem idarecilerin ve hem de vatandaşların iradelerinin eseridir. Bildiğimiz diğer bir gerçek de, idare edilenlerin bütün kötülüklerin kaynağı ve sebebi olarak yöneticileri göstermeleridir. Oysa idare edilenlerin desteği olmadan onca kötülükleri yapmaları mümkün değil.
İnsanlar zaman zaman devletlerin gerçekleştirdikleri soykırımları, katliamları ve diğer vahşetleri gerek yıldönümleri ve gerekse başka vesilelerle anarlar. Ama insanlık tarihi boyunca devletlerin cürümleri o kadar fazla ki, değil yılın her gününe, dakikanın bile her saniyesine kim bilir kaç tane katliam, soykırım ve diğer hak tecavüzleri sığar?
Ne mutlu adaleti gözeten ve adaleti tesis eden devletlere! Ne mutlu zorba devletlere teslim olmayanlara ve ne mutlu devletlerini sadece adil oldukları ölçüde meşru görenlere!