Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail’e karşı düzenlediği saldırı ve arkasından İsrail’in Gazze’ye yönelik başlattığı operasyonla devam eden süreçte, Hamas’ın kaçırdığı rehinelerin serbest bırakılması ve yabancı uyrukluların Gazze’den tahliyesi, küresel diplomasinin en hayati maddelerinden biri oldu. ABD ile koordinasyon içinde hareket eden Katar, İsrail, Hamas ve Mısır arasında aracılık yaparak yabancı uyrukluların ve ağır yaralı Filistinli sivillerin Gazze’den Mısır’a tahliyesini öngören bir anlaşmaya varılmasını sağladı. Böylece 7 Ekim sonrasında uluslararası arenada kilit bir rol oynayarak adından bir kez daha söz ettirdi.
Katar’ın Hamas ile geçmişten gelen yakın ilişkileri, kuşkusuz bu rolü oynayabilmesini mümkün kılan en önemli unsur. Hamas’ın mevcut lideri İsmail Haniye ve bir önceki lideri, hâlihazırda örgütün yurt dışı sorumlusu Halid Meşal’ın Katar’ın başkenti Doha’da yaşaması, Katar-Hamas ilişkilerinin en somut göstergelerinden. Hamas’la ilişkiler Katar’ı aynı zamanda hassas ve riskli bir diplomatik pozisyona soksa da, bu ilişki ülkenin 7 Ekim sonrası süreçte vazgeçilmez bir aktör olarak öne çıkmasına ve küresel diplomaside bu kadar hayati bir rol kapmasına fırsat sundu. Nitekim İsrail bile Katar’ın arabulucu çabalarını takdir etmekten çekinmedi. Ulusal Güvenlik Danışmanı Tzachi Hanegbi, Körfez ülkesinin ‘insani çözümlerin kolaylaştırılmasında önemli bir taraf ve paydaş’ haline geldiğini söyledi. Hanegbi, sosyal medya hesabından, “Katar’ın diplomatik çabaları şu anda çok önemli” diye yazdı. Söz konusu arabuluculuk rolü şu an için kazanım olarak görünüyor, ancak orta ve uzun vadede Hamas’la ilişkilerin Katar’a ne gibi bir maliyeti olacağı ayrı bir soru işareti. Bu kısmı tartışmadan önce, bugün Katar’ın arabuluculuğunu mümkün kılan Hamas ilişkisine bir göz atalım.
Katar’ın Hamas’la ilişkilerinin tarihi, henüz bütün detaylarıyla yazılmış değil. Ancak örgütün Müslüman Kardeşler’in Filistin kolundan evrildiği hesaba katıldığında ilişkilerin kurulması çok da zor olmasa gerek. Zira Katar’ın Müslüman Kardeşler’le ilişkileri 1950’li yıllara kadar uzanırken, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt’in aksine, hareketle ilişkileri hiç bir zaman ciddi şekilde bozulmadı. Nitekim Hamas’ın önceki siyasi lideri Halid Meşal, Hamas liderlerinin Katar eski Emiri -şu anda Emir olan Şeyh Temim’in babası- Hamad bin Halife el-Sani ile tanışıklığının 1990’lı yılların başında veliahtlık günlerinde başladığını söylemişti. Benzer şekilde, 1998 yılında İsrail’in salıverdiği Hamas’ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin’in o dönem bölge turunun duraklarından biri de Katar’dı ve Şeyh Ahmed, o dönem artık Emir olan Hamad bin Halife ile bizzat görüşmüştü. Bir yıl sonra Ürdün, Hamas ofisini kapatıp dört liderini ülke dışına çıkardığında, aralarında Halid Meşal’in de olduğu Hamas liderlerine Katar ev sahipliği yapmıştı. Meşal, Şam’a yerleşmeden önce iki yıl Doha’da kalmış, takip eden yıllar boyunca da Şam ve Doha arasında mekik dokumuştu. Katar 2000’li yıllar boyunca Hamas liderlerini, ev sahipliği yaptığı uluslararası konferanslara davet etmekle kalmadı, Hamas’a resmen finansal yardım da yaptı. Katar-Hamas ilişkileri Arap Baharı’ndan sonra ise daha aleni hale geldi. Hamas, protestoculara karşı şiddete başvuran Suriye rejimine tepki olarak Şam’da bulunan ofisini kapatınca bu ofisi Doha’da açtı. Söz konusu ofis halen faaliyette.
Ancak aynı dönemde Katar’ın ABD ile de müttefik olarak kalmak için çabaladığını da not edelim. Katar ABD’nin bölgedeki en büyük hava üssüne (el Udeyd), Amerika’nın etkin düşünce kuruluşu Brookings’e ve Georgetown gibi prestijli üniversitelerine ev sahipliği yapmakta. Bununla birlikte Katar, aslında zamanında Körfez ülkeleri arasında İsrail’le kısmi de olsa ‘normalleşme’ yolunda ilk adımları atan ülke oldu. 1995 yılının Ekim ayında İsrail’le ekonomik ilişkiler geliştirmek istediğini açıkladı. Bir ay sonra İsrail, Katar’dan sıvılaştırılmış doğal gaz ithal etmeye karar verdi. 1996 yılının Nisan ayında dönemin İsrail Başbakanı Şimon Peres Katar’ı ziyaret etti. Bu ziyaretten bir ay sonra da İsrail ticaret ofisi Doha’da açıldı. Bu ofis, İsrail’in 2008’de Gazze’ye gerçekleştirdiği askeri saldırıya kadar açık kalmaya devam etti. Aynı tarihe kadar iki ülke arasındaki ilişkiler, diğer Arap ülkelerinden gelen itirazlara ve eleştirilere rağmen devam etti. Doha merkezli Al Jazeera kanalının İsrail’i harita üzerinde göstermesi ve yetkililerini canlı yayınlarda konuk etmesi, Katar’ın ev sahipliği yaptığı uluslararası konferanslara İsrail’den de katılımcıların davet edilmesi, İsrail’in o dönem bölge halkı gözünde “normal” kabulüne katkı sağladı. Katar’ın İsrail’le ilişkileri 2008 yılının sonundaki Gazze saldırısına kadar yolunda devam etti.
İsrail istihbarat teşkilatı Mossad’ın başkanı David Barnea’nın, 7 Ekim sonrası rehinelerin serbest bırakılması çabalarını görüşmek üzere Katar'a gitmesi, ilişkilerin bu uzun tarihi açısından bakıldığında bir istisna teşkil etmiyor. Aynı şekilde Katar Emiri Şeyh Temim’in, Dubai’deki İklim Zirvesi (COP28) kapsamında İsrail Cumhurbaşkanı Herzog ile “tokalaştığı” kare de. Zira Baba Emir Hamad bin Halife de 2000 yılında dönemin İsrail başbakanı Ehud Barak ile Birleşmiş Milletler’in yeni bin yıl temalı toplantısı için gittiği New York’ta görüşmüş, gelen eleştirilere ise “Kiminle görüşeceğimize dair kimseden izin almıyoruz” diyerek tepki göstermişti. Şeyh Tamin’in Herzog’la tokalaşması da aslında ülkenin uzun yıllardır inşa ettiği ve bir hayli önemsediği “tüm taraflarla konuşan arabulucu” imajını pekiştirmeye hizmet etti.
Hamas tarafından kaçırılan rehinelerin serbest bırakılması için arabuluculuk yapmanın Katar diplomasisi için stratejik kazanımlar getirdiğine şüphe yok. Rehinelerden bazılarının Avrupa ve Amerika vatandaşı olması, Batılı ülkelerin de Doha'nın çabalarını desteklemesini bir nevi zorunlu kılıyor. Bu da Katar’ın uluslararası arenada elini güçlendiriyor. Öte yandan Katar’ın arabuluculuk rolü yeni değil; 7 Ekim’le başlamadı. Körfez ülkesinin, 2000’li yıllar boyunca ihtilafa düşen aktörler arasında müzakere zemini sağlama konusunda uzunca bir geçmişi var. Bu noktada arabuluculuğun, uzun yıllardır Katar'ın en fazla “yatırım yaptığı” ve güçlendirmeye çalıştığı diplomatik kaslarından biri olduğunu söylemek mümkün. Örneğin Doha, çok değil daha birkaç ay önce, Eylül ayında İran ve ABD arasında, İran’da tutuklu bulunan beş Amerikalının serbest bırakılmasını sağlayarak uluslararası haber ajanslarının “son dakika” olarak geçtiği önemli bir anlaşmaya aracılık etti. Tutukluların serbest bırakılması, ABD’nin İran’a ait 6 milyar dolarlık fonun dondurulmasını da içeren daha geniş kapsamlı bir anlaşmanın parçasıydı. Katar ayrıca İran’ın nükleer dosyası konusunda da arabuluculuk rolü oynadı ve 2022’nin sonlarında Tahran ile Washington arasında dolaylı görüşmeleri kolaylaştırdı. Katar’ın en kayda değer arabuluculuk çabalarından biri de 2021’de ABD’nin Afganistan’dan tahliyesi sürecinde yaşandı. Katar, sürpriz bir çekilmenin gerçekleştiği o dönemde ABD’li ve diğer Batılı diplomatların ve vatandaşların Afganistan’dan sorunsuz bir şekilde tahliyesini -Doha aktarmalı uçuşlar aracılığıyla- bizzat sağladı. Ülke sadece ülkedeki Batılıların güvenli tahliyesini kolaylaştırmakla kalmadı, aynı zamanda diplomatik ilişkilerini sürdürdüğü Taliban yönetimindeki yeni devlette onlar için “koruyucu bir güç” olarak da hareket etme rolü üstlendi.
Katar’ın yukarıda saydığımız başarılı arabuluculuk girişimleri olduğu kadar, elbette başarısız girişimleri de oldu. Yemen’de İran-destekli Husiler ile merkezi hükümet arasındaki anlaşmazlık, yoğun çabalara rağmen sonuç alınamayan örneklerden bir tanesi. Yemen’deki arabuluculuk faaliyetleri yalnızca sonuç vermemekle kalmadı, aynı zamanda Yemen’de ciddi bir varlığı olan Suudi Arabistan ile ilişkilerinin bozulmasına da yol açtı. Bu yönüyle arabuluculuk faaliyetlerinin her zaman ülkeye kazanım getirdiğini söylemek yanlış olur. Nitekim benzer bir tablo 7 Ekim ve sonrası için de geçerli. Doha, Hamas ile olan ilişkileri nedeniyle İsrailli ve Batılı siyasetçilerin eleştirilerine de maruz kaldı. Takdir edilen arabuluculuk çabalarına rağmen İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen, Katar'ı “Hamas’ı finanse etmek ve liderlerini barındırmakla” suçladı. Diğer bir deyişle, esirlerin serbest bırakılmasını ve gerilimin azaltılmasını sağlamasını mümkün kılan durum, aynı zamanda Katar’ı zor durumda da bırakıyor. Ülke üzerindeki baskının önümüzdeki dönemde daha da artması beklenebilir. Bu noktada Amerikan Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın 13 Ekim’deki Doha ziyareti sırasında ABD ve Katar’ın, rehine krizinin çözülmesinin ardından Katar’ın Hamas’la ilişkisini “yeniden gözden geçirme konusunda anlaştıklarını” iddia eden raporlar olduğunu da ekleyelim. Böyle bir anlaşmanın, Hamas liderlerinin Katar’dan ayrılmasını gerektirip gerektirmeyeceği ise şu an için meçhul. Burada bir parantez açıp, Katar’ın Hamas ile olan ilişkisinde bugüne kadar ABD’yi tamamen karşısına alarak başına buyruk hareket etmediğini de not düşmek gerekir. Hamas’ın Doha’daki siyasi ofisini 2012 yılında, Washington’ın talebi üzerine ve dolayısıyla onayı ile açıldığını hatırlatalım. Nitekim ABD siyasetinde ve kamuoyunda Katar’ın Hamas’la ilişkilerine dair yükselen tepkiler karşısında Katar’ın Washington Büyükelçiliği’nin, resmî sosyal medya hesabından söz konusu ofisin “Hamas’la dolaylı iletişim kurmak amacıyla ABD’nin talebi üzerine açıldığını” ve yükselen tepkiler karşısında “şaşkın olduklarını” yazması önemliydi. Kısacası Katar, bu zamana kadar Hamas’la ilişkilerini ABD’nin bilgisi ve hatta onayı dahilinde yürüttü. 7 Ekim sonrası Hamas lideri İsmail Haniye’nin Doha’daki varlığının saklanmaması, hatta Haniye’nin yaptığı resmî görüşmeler yoluyla açıktan kamuoyuyla paylaşılması da buna dahil. Bundan sonra ilişkinin nasıl şekilleneceğini elbette zaman gösterecek ancak grubun tamamen saf dışı bırakılması hem önemli bir kozun kaybedilmesi hem de Hamas’ı İran’ın kollarına daha da itebilme riski anlamında Doha için rasyonel olmayacaktır.
Öte yandan İsrail ve ABD’nin Hamas’a bakışının 7 Ekim sonrası “geri dönülmez” bir şekilde değişmesi, Hamas’ın bundan sonraki süreçteki varlığı ve etkinliği gibi unsurlar, Katar’ın gelecekte arabulucu olarak faydasını azaltabilir veya böyle bir rolü tamamen gereksiz hale getirebilir. Rehinelerin serbest bırakılmasına ve kalıcı bir ateşkese yönelik tüm arabuluculuk çabaları sona erdiğinde Katar’ın, Hamas’ın üst düzey yöneticilerini sınır dışı etmesi ve Gazze’ye yönelik mali ve insani yardımlarının yöntemlerini değiştirmesi konusunda ciddi bir baskı altına girmesi bugünden bakınca kaçınılmaz görünüyor.