Bir süredir yazmak istiyor, ama siyasetin fasılasız akışından fırsat bulamıyordum doğrusu. Uzun süredir beklenen dördüncü sezon, hem de 6 bölüm olarak 2017´nin son günlerinde yayınlanınca, hakkında birkaç kelam etmek şart oldu. Neden mi bahsediyorum; Black Mirror´dan. Netflix izleyicisinin; yabancı dizi takipçilerinin; teknolojiye, teknoloji distopyalarına aşinalığı olanların bildiğini düşündüğüm fenomen diziden.
Takip etmeyenler için kısa özet geçmek isterdim, ama bu çok zor. Zira dilimize Kara Ayna olarak çevrilebilecek Black Mirror, tek bir hikaye ekseninde gelişenlerden değil, her bölümde konusu, oyuncuları, konsepti değişen, hemen hemen 1 saatlik epizodlar halinde yayınlanan bir mini dizi. Ortada bir Guy Ritchie sarkazmı yok; ama son derece ciddi olduğu halde O´nun işlerinden daha sarsıcı bile olabilir diyeyim, dizinin İngilizlerin elinden çıkma olduğunu siz anlayın, o aksan sayesinde anlamamanıza imkan yok gerçi. Diziyi son sezon itibariyle Netflix devraldı, artık Black Mirror´da ağızlarını yaya yaya konuşan Amerikalı aktörlere, daha öngörülebilir hikayelere rastlamak mümkün olacak.
Black Mirror bir yakın gelecek distopyası anlatıyor ve adından da anlaşılacağı üzere hikayeleri çok karanlık, ürpertici, dipsiz bir kuyunun içine yuvarlanıyormuşsunuz hissi veriyor. Tüm bölümlerin ortak anafikri ise teknolojinin öngörülemeyen sonuçları.
Mesela bir bölümde; istendiği anda geri alınıp tekrar izlenebilen hafıza implantı teknolojisi nedeniyle evliliği biten bir çiftin hikayesi anlatılırken; bir başkasında küçük kızının kaybolup bulunmasından sonra, çocuğunun nerede olduğunu, sağlık durumunu ve diğer pek çok detayı takip eden bir teknoloji satın alan annenin, tam da korumak istediği kızını o teknoloji nedeniyle kaybedişi anlatılıyor. Sözgelimi, birinde eşi ölen ve onun yasını tutmaktansa, eşinin ölmeden önce yaptığı sosyal medya paylaşımları, ses kayıtları ve görüntüleri esas alınarak üretilen replikasını satın almayı tercih eden bir kadının bir robotla geliştirmeyi başaramadığı duygusallığın, duygusuz bir çaresizliğe dönüşmesi anlatılırken; bir başka bölümde bilinç kopyalama teknolojisinin insan açgözlülüğüyle birleştiğinde hangi tür canavarlıkların aracı haline gelebileceği ortaya konuyor.
Velhasıl Black Mirror´da; Terminatör ve benzeri türde uçuk kaçık distopyalar yok; ama çok yakın bir gelecekte söz konusu olabilecek teknolojik gelişmelerin, dünyayı daha iyi bir yer mi, yoksa daha kötü bir yer mi haline getirebileceği tartışması var. Bu tartışma öyle gerçekçi bir zeminde, sarsıcı bir tonda ve düz bir üslupta yapılıyor ki, izlerken boğuluyor hissine kapılabilirsiniz. Dolayısıyla her bölüm sonunda, ?olmaz olsun böyle teknoloji? diyerek sayfayı öfkeyle kapatmanız da olası?
Herhalde hiç kimse, medeniyette geldiğimiz şu noktada, robotlara vatandaşlık verilebilecek derecede teknolojiye uyum sağlamış şu dünyada, makinelerden vazgeçmeyi önerecek kadar kendinden geçmez. Bu, hem çok klişe, hem de boş bir laf olurdu doğrusu. Ama tekniğin egemenliğini sorgulamak hala mümkün sanırım. Zira hayatımızı belirleyen şey teknik ve makine teknolojisi artık. İnsan yapımı araçların dünyasında yaşıyoruz hepimiz, onlarsız neredeyse adım atamıyoruz. Bu konuda temel başvuru kaynaklarından biri olan Teknoloji Toplumu kitabının yazarı Jacques Ellul, tekniği tanımlarken, önceden belirlenmiş bir sonucu elde etmek için standartlaşmış araçlar kullanılmasına gönderme yapar. Bu nedenle teknik, Ellul´e göre, spontane ve düşünülmemiş davranışı; düşünülmüş ve rasyonelleştirilmiş davranışa dönüştürür. Teknik insan sonuçlara, belirlenmiş herhangi bir hedefi başarabilmek için hiç bitmeyen ?en iyi tek yol? arayışına adamıştır kendini. Dolayısıyla, teknolojinin kendisinin, işler kötüye gittiğinde müdahale edilebilir ve sonuçlarının da öngörülebilir olması gerekir/di.
Ama hepimiz biliyoruz ki o işler öyle olmuyor. Sosyal medya ya da youtube gibi mecralar, iyi amaçlarla olduğu kadar kötü amaçlarla da kullanılabiliyor. Sakıncalı bir durumun sosyal medyada yayılmasının önüne geçilemeyince, İngiltere Başbakanı´nın bunun bedelini onuruyla ödediği Ulusal Marş (National Anthem) başlıklı Black Mirror bölümü, tam da bunu anlatıyordu mesela. Dizinin başarısının sırrı da, hemen tüm hikayelerin gerçeklik ihtimali taşımasında zaten.
Sonuçta; teknoloji insanın yaşamaya devam edebilmesi için, hiç de şart olmayan amaçlar icat edip, bu amaçlara hizmet edecek araçların ortaya çıkarılmasıdır ve bireye bunları reddetme hakkı bile vermeyen yaygınlığıyla, zaten kendi başına sorunludur. Yani teknoloji insanın hayatını kolaylaştırma, güvenliğini sağlama, seçeneklerini çoğaltma gibi olumlu gözüken amaçlarla ortaya çıkmış olmasına rağmen, tüm bu işlevlerinin yanı sıra modern insan üzerinde inkar edilemez, geri çevrilemez bir egemenlik de kurmuştur. Teknoloji yani, açıkça teslimiyet gerektirir. Hiçbir yan etkisi, hiçbir kötüye kullanımı, hiçbir öngörülemezliği olmasaydı bile, sırf bu durum insanı mutsuz etmeye yeterdi?
Black Mirror´da bir tane bile mutlu insanın olmaması tesadüf değil.