Karşı Daga mı? Demokrasi Çağının Sonu mu?

M Şükrü Hanioğlu - 13. 06. 2018

Karşı Daga mı? Demokrasi Çağının Sonu mu?

"Demokrasi" 1930´lardan bu yana yaşadığı en büyük krizlerden birisinin içindedir. Popülarizm ve otoriterliğin yükseldiği post-modern gerçeklikte "demokrasiler"in sayısı ve dünya ekonomisi içindeki payları benzeri alanlardaki etkinlikleri azalmakta, "demokrasi ile otoriterlik" melezi yapılar özgün bir sınıflama haline gelmekte, "demokrasi"nin "ideal" rejim olduğu görüşü daha düşük toplumsal destek bulmaktadır.
Bu gelişme genellikle yeni bir "demokrasi karşıtı dalga" olarak yorumlanmaktadır. Ancak sorunun daha derin olduğu, "demokrasi çağının sonuna gelindiği"ni iddia edenler de güçlü tezler ortaya koymaktadır.
Foreign Affairs dergisinin Mayıs- Haziran sayısı siyaset bilimcilerin uzun süredir ayrıntılı tahliller ile ortaya koymaya gayret ettiği bir gelişmeyi özetlemeye çalışan yorumlara ayrılmıştır. "Demokrasi Ölüyor mu? Bir Küresel Rapor" başlığı altında toplanan tahliller karamsar bir tablo çizmektedir.
Değerlendirmeler küresel ölçekli krizi tahlil ederken, "demokrasinin gerileyişi filmi"nin ilk kez "İngilizce" olarak da gösterime girdiğini vurgulamaktadır. Bu yaklaşıma göre, liberal demokrasileri de etkileyen kriz, yeni bir "demokrasikarşıtı dalga" olmanın ötesinde ve yapısal karakterlidir.

Demokrasi geriliyor 
Popülizmin yükselişi, kuvvetler ayrılığı dengesinin bozulması, yürütmenin"başkanlaşması," yargının siyasallaşması ve yatay katılım kanallarınınişlevsizleşmesi alanlarında yaşanan küresel değişimler, demokrasinin tarihteki en kapsamlı gerileyişlerinden birisini yaşadığını ortaya koymaktadır.
Uzun bir aradan sonra "demokrasi"nin ideal rejim olma özelliği de tartışmaya açılmış ve "otoriter modernlik" ciddî bir seçenek haline gelmiştir. Yascha Mounk ve Roberto Stefan Foa, 65 yaş üstü Amerikalıların üçte ikisinin demokrasi dışı bir rejimde yaşamak istememelerine karşılık bu oranın otuz beş yaş altındakilerde üçte bire indiğine, 1995 ilâ 2017 arasında otoriter rejimleri tercih eden Alman, Fransız ve İtalyan vatandaşlarının sayısının üç mislinden fazla arttığına dikkat çekmektedir.
Siyasal modernleşme literatürünün demokrasi ile iktisadî gelişme arasında kurduğu ilişki de günümüzde anlamsız hale gelmiştir. kıstaslarına göre "özgür olmayan" ülkelerin dünya gelirinden aldığı pay 1990´da % 12 iken, 2018´de % 33´e ulaşmıştır. 1930´lar sonrasında ilk kez bu seviyeye ulaşan söz konusu oranın yükselme eğilimini sürdüreceği ve kısa süre içinde % 50´yi aşacağı varsayılmaktadır.
Ancak "demokrasinin gerileyişi," otoriterliğin küresel yükselişi ile sınırlı kalmamaktadır. Günümüzde, önceki "karşı dalgalar"da gözlemlenen, liberal demokrasiler güçlenirken otoriter rejimlerin daha da sertleşerek totalitarizme yönelmesi benzeri ters yönlere gelişen ikili süreçler yerine "demokrasinin global ölçekte gerileyişi" söz konusudur.
Diğer bir ifade ile Macaristan, Mısır, Rusya, Tayland benzeri, tarihlerinde "liberal demokrasi" sınıflaması içinde yer almamış ülkelerde yaşanan değişimin yanı sıra liberal demokrasi dışında deneyimi olmamış ABD benzeri toplumlarda da demokrasinin işlevselliğini yitirdiği ve toplumun sesine kulak asmayan "siyasetsınıfı"nın "katılım," "seçim" benzeri kavramların içini boşalttığı eleştirileri yaygınlık kazanmıştır.

Karşı dalga ve melez rejimler 
Küresel ölçekte değerlendirildiğinde, "demokrasi" konusunda sürekli biçimde ileriye doğru yol alan düz bir çizgiden ziyade belirli zaman dilimlerinde ciddî geriye gidişlerin kaydedildiği bir gelişim eğrisi söz konusudur.
"Medeniyetler Çatışması" kavramsallaştırmasının tartışmaya açılmasında öncü rol oynayan Samuel Huntington "demokrasi dalgaları" alanındaki analizleriyle siyaset bilimi literatürüne önemli katkıda bulunmuştur.
Onun sınıflaması, 1828 ilâ 1926 arasındaki ilk ve "uzun" "demokrasi dalgası"nı takiben 1942´ye kadar süren bir "karşı dalga"nın yaşandığını, bunu 1943´te başlayarak 1962´ye kadar süren ikinci ve "kısa" dalganın izlediğini, buna tepkinin 1958-74 dönemini kapsadığını, "üçüncü de mokrasi dalgası"nın ise 1974 sonrasında hayata geçirildiğini savunmaktadır.
1974 Portekiz Karanfil Devrimi ilâ söz konusu tarih arasında yaşanan ve 1989 Doğu Avrupa Devrimleri ile ivme kazanan "üçüncü demokrasi dalgası" neticesinde 46 olan "demokrasi" sayısı 119´a yükselmiş ve "demokrasi" tarihte ilk kez dünyanın en yaygın siyasal rejimini oluşturmuştur.
"Arap Baharı" olarak kavramsallaştırılan hareketlerin dördüncü küresel "demokrasi dalgası" olduğunu düşünenler yanılmışlardır.
2006 sonrasında ivme kazanan global eğilimi "Arap Baharı" değil onu ezerek kendilerini tahkim eden "demokrasi karşıtı" Ortadoğu otoriter rejimleri yansıtmıştır.
2006 sonrasında yaşanan "karşı dalga" neticesinde sadece otoriterlik zemin kazanmamış, bunun yanı sıra demokrasinin "seçim" benzeri asgarî kurallarını uygulayan ülkeler ayrı bir sınıflama teşkil edecek sayıya ulaşarak, liberal demokrasiler ile hegemonik diktatörlükler arasında geniş bir gri alan oluşturmuştur.
Steven Levitsky ile Lucan Way´in kavramsallaştırması kullanılacak olursa "rekabetçi otoriter" rejimler günümüzde özgün bir sınıflama oluşturmaktadır.
Bu melez yapılar, karar vericilerin açık lerle belirlenmesi, birden fazla partinin rekabete katılması benzeri asgarî gerekliliklere uyum açısından "demokrasi" niteliği taşımaktadır. Buna karşılık, özgürlükler, hukukun üstünlüğü, rekabet eşitliği ve katılım çeşitliliğini de gözeten "demokrasi" tanımları çerçevesinde bunların "otoriter" yönleri ağır basan rejimler şeklinde sınıflandırılması anlamlıdır. Bu ise ayrım ve karşılaştırmalar yapılmasını fazlasıyla zorlaştırmaktadır.

Demokrasinin geleceği 
Günümüzde basit bir "karşı dalga"dan ziyade iç içe geçmiş iki gelişme yaşanmaktadır. Bunlardan birincisi otoriter, güç tekeli oluşturan, hukuk devleti idealinden uzaklaşan "oyokrasi"lerin yaygınlık kazanması ve anlamlı "seçenekler" olarak görülmeye başlaması, ikincisi ise "demokrasi"nin, post-modern çağın önüne koyduğu sorunları yeterince cevaplayamamasından dolayıişlevsellik kaybına uğramasıdır.
Eşanlı olarak yaşanan bu iki gelişmenin birbirini etkilediği açıktır.
Dolayısıyla, liberal demokrasilerin başarısı, küresel ölçekli otoriterleşmenin gerilemesini sağlayacaktır.
Bu ise onların eşitliğin sağlanması, gelir dağılımı uçurumunun daraltılması, yatay katılım kanallarının genişletilmesi, siyaset sınıfının "temsil" niteliğinin güçlendirilmesi benzeri alanlarda dönüşümler yaratarak "demokrasi"yi yeniden işlevselleştirmesine bağlıdır.
Bunun gerçekleşmemesi otoriterliğin yükseldiği, "melez rejimler"in olağanlaştığı, liberal demokrasilerin ise işlevsizleştiği kasvetli bir gelecek yaratacaktır.