?Çocuklar, karne paralarını vermeyene karne yok! Herkes bir hafta önceden karne parasını sınıf başkanına teslim etsin. Bahane filan istemiyorum!?
Hava buz gibiydi. Lapa lapa kar yağıyordu. Yollar henüz açılmamıştı. Tek bir araç bile geçmemiş yollarda ilk izi biz yapıyorduk. Dizlerimize kadar kar! Burnumuz üşüyor, elimiz yüzümüz donuyordu. Güç bela okula varabildik. Soba ancak yanmış, sınıfta gaz yağı kokuyor. Demek ki tutuşturucu olarak kullanılmış. Sobayı tutuşturmak için bazen de çıra kullanılırdı. Titreye titreye henüz yanan sobanın başında toplanmaya başladık. Bugün karne günüydü! Tatil başlayacaktı. Herkeste bir sevinç, heyecan ve sabırsız bekleyiş vardı. Birimiz hariç?
Sınıfa giren her arkadaşımız sobanın başında yer kapmaya çalışıyordu. Soba yandıkça ayaklarımızdaki kar eriyordu. Yüzümüzün gerçek rengi yavaş yavaş geliyordu. Ellerimiz sıcağı gördükçe ve kan hareket ettikçe sızlayan parmak uçlarımız acıyordu. Ayakkabımızı çıkarıp ayaklarımızı sobaya tutuyoruz. Hissiz kalan ayak parmaklarımızı sıkıyoruz ve kan hareket etmeye başlıyordu. Isındıkça ayakkabılardan koku yayılıyordu. Gevşeyen lastik ayakkabılar, ısınan körpe bedenler, karne alacak soğuk eller ve karne parasını henüz veremeyen ve soğuktan değil, mahcubiyetten kalbi üşüyen bir çocuk?
Öğretmen sınıfa biraz geç geliyordu. Sanırım karne hazırlıkları devam ediyordu. Tatil başlıyordu. Tatil, sadece okula gitmemekten ibaret bir şeydi. Keşke, okullar hiç tatil olmasa diyenler o kadar fazlaydı ki. Okulda her şeye rağmen soba iyi yanıyordu. Kömür de vardı. Öğrencilerin getirdiği odunla birlikte okulda yakacak sıkıntısı fazla olmuyordu. Evlerden daha sıcaktı sınıflar. Bir de içimiz ısınsaydı! Şu karne parasını veremeyen çocuğun durumu hepimizin içine lapa lapa kar gibi yağıyordu. Dışarıda kar, içimizde buzdan dağlar yükseliyordu. Ve biz, her şeye rağmen sevinçle karnemizi bekliyorduk. Çocuk kalbi bir anda dört mevsimi yaşıyordu işte. Şimdi gerçekten kıştı. Hem soğuk hem yokluk!
Nihayet öğretmenimiz sınıfta. Hemen sıralarımıza geçiyoruz. Ayaktayız.
?Oturun çocuklar!? diyor öğretmenimiz.
Oturuyoruz. Kalbimiz yerinden çıkacak gibi. Heyecanlıyız, sabırsızlanıyoruz. Öğretmenimiz bir dönemin özetini anlatıyor. Herkes çalıştığının karşılığını aldı, diyor öğretmenimiz. Biraz sonra ellerimizde olacak karnelerimizi öğretmenimizin elinde görüyoruz. Evet, şimdi sırayla karneleri dağıtıyoruz, diyor öğretmenimiz. Herkes ismi okundukça karnesini alıyor ve öğretmenimizin elini öpüyordu.
Dışarıda hava gittikçe soğuyor, kar yoğun bir şekilde yağıyordu. Şimdilik sınıftayız, heyecanlıyız ve hareketliyiz. Soğuğu pek fark etmiyoruz. Karne dağıtımı bitiyor. Bir çocuk sessiz, heyecansız ve mutsuz? Gözleri ağlamaklı? Dışarı çıkıyor. Dışarıda tören var. Milli Marş okunacak. Müdür konuşacak.
Tören için bahçede toplandık. Müdür konuşuyor. Nasihatler veriyor hepimize. ?Çok çalışın, çok! Yarınlarımız size emanet. Vatanı koruyacak olan sizlersiniz.? Hepimiz coşuyoruz. Vatan için ölmeye hazırız. Gerçi ayaklarımız üşüyor, elimiz yüzümüz donuyordu. Burun deliklerimiz bile soğuktan kapanacak gibi. Tören bitiyor. Herkes dağılırken o çocuk karnesiz bir şekilde babasını bekliyordu. Ne mutlu ki üşütse de dondursa da kar yağmıştı. Karnesiz çocuğun babası evlerin çatılarından kar kürüyecekti. Ekmek parasına bir de karne parası eklenmişti.
Biliyorum, bu olay gerçek mi, diye soruyorsunuz içinizden. Siz içinizden sorular sorarken, niceleri çatılardan, inşaatlardan düşüyor. Karnesiz çocuklara bir de babasız çocuklar ekleniyordu. Ve tatil zilleri kimin çalıyordu?