Karakoç’un “Hatıralar”ında devrindeki edebiyat ve basın hayatına dair gözlemlerle beraber DP, AP, MNP ve MSP’ye dair gözlem ve yorumları da dikkati çekmektedir. Bu minvalde DP’ye ayrılan yer oldukça geniş.
Onun bu konudaki görüşleri kanaatimce genelde dindar kesimin DP’ye bakışını da yansıtıyor. CHP’den ayrılan bir grupça kurulduğundan olsa gerek, şair başlangıçta DP’yi- şüpheyle karşılamış, onu bir “muvazaa partisi” olarak görmüştür.
Ona göre 1950’de DP iktidarı eline geçirse de temelde Halk Partisi’nin zihniyeti devam eder. Hatıralar’daki “Halk Partisi gitmişti, fakat zihniyeti hâlâ her yere hâkimdi. Kanunlar ve bürokrasi, tamamen eleştirisiz, Batı hayranı, kendi kültür ve tarihine âdeta düşman ya da en azından yabancı ve kendi geçmişimizi küçümseyen bir kuşak tarafından düzenlenmişti. DP hareketi, 1946-50 arasında, hep hürriyetsizlikten, baskıdan bahsetmiş, fakat iktidara gelince, başta Anayasa olmak üzere tüm kanunları ve düzeni değiştirmek işine, bu zaruretin zarureti işine girişmemişti. Celâl Bayar ve DP’nin ileri gelenlerinden büyük bir kısmı eski Halk Partililerdi. Zihniyetleri aynıydı” şeklindeki sözler, şairin DP’ye bakışını özetliyor.
Ona göre DP, Halk Partisi’nin sindirici ve otoriter tavrı karşısında çekingen bir tavır takınmıştır. Meselâ “bu parti ileride büyür, sizi de siler süpürür” tehdidi karşısında sinmiş, özellikle Malatya Hadisesi’nden sonra İslâmi basına baskı uygulamış, siyasi partiye dönüşebileceği, DP’ye zarar verebileceği telkinleriyle Büyük Doğu Cemiyeti’ni ve Milliyetçiler Derneği’ni kapatmıştır. Bu konuda şunları yazıyor:
“Halk Partisi, derin bir nefes aldı. Çünkü, karşısında DP’den başka bir kuruluş kalmamıştı. DP’nin Zafer adlı bir gazetesi vardı. Bununla tüm milletin ve bilhassa gençliğin maneviyat ihtiyacını karşılaması mümkün olamazdı. DP zaten, daha sonraki AP ve bugünkü ANAP gibi yamalı bohça bir partiydi. Her türlü görüşte olanlar bulunuyordu partide.”
Karakoç, bu olumsuzluklara rağmen 1954’teki seçimleri kazanmasının DP’yi gaflete düşürdüğünü ileri sürer. İslâmi neşriyatı susturmasına rağmen oy kaybetmemesi, “onu bu zümreyi küçük görmeye” itmiş, CHP’yi öldü sanmış, gurura saplanmış, gözünü gaflet bürümüş, Kırşehirlilerin hemşehrileri Osman Bölükbaşı’nı seçmelerini dahi hazmedememiştir. Şair, DP’nin Anayasa’yı değiştirmemesini, kendi aydınını yetiştirememesini, basınını kuramamasını, tek parti devri eğitim sistemini devam ettirmesini büyük bir eksiklik olarak görür. 6-7 Eylül 1955 olaylarını ise Menderes’e ve DP iktidarına karşı vurulmuş büyük bir darbe olarak değerlendirir.
Karakoç’un yine DP’nin kazandığı 1957 seçimlerinde DP’ye değil de “beş vakit namaz kıldığını” söyledikleri için Enver Güreli’ye vermesi, seçimdeki ölçüsünü ve DP’ye bakışını göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Ardından öğrenci olayları, ülkenin gerilmesi, tansiyonun yükselmesi… Ve neticede Darbe!. Karakoç Darbe’ye şiddetle tepki gösterir. Şu satırlar bu tepkinin ifadesi:
“Demokrat Partili olmadığım ve DP’nin birçok yanını beğenmediğim hâlde, her sabah uyanınca 27 Mayısçıların devrildiğini görmek arzusu ve hatta ihtiyacını duyuyordum. Türkiye’de bir kez daha mühim bir yıkılış olmuştu.”
Yassıada Mahkemesi, ona göre “hukuktan çok intikamcıların hâkim olduğu bir arena”dır, “Batı Menderes’ten intikamını almış, Papa idam günü ayin yaptırmış, çanları çaldırtmıştır.”
Sonuçta şunları söyleyebiliriz; DP’nin CHP karşısında korkak davranması, tehditlere ve telkinlere boyun eğerek kendini destekleyen dindar kesime mesafeli durması, yeni ve çok cepheli bir gençlik yetiştirememesi, Anayasa’yı değiştirmemesi, “Tek Parti tekerlemelerini bir hakikatmiş gibi ezberletm[esi]” adeta kendi sonunu hazırlamıştır.
Karakoç’un DP’ye bakışı özetle böyle…