Karadeniz Dindarlığı

İlhami Güler, perspektif.online’da “Karadeniz Dindarlığı” başlıklı bir yazı kaleme aldı

Karadeniz Dindarlığı

Karadeniz’de coğrafya, dinin araçsallığını; etnik köken ise, genellikle psikolojisini/karakterini belirlemektedir. Karadeniz dindarlığında duygusallık-ruhsallık oldukça zayıftır. Ağır basan şekilcilik, ritüel ve pratik faydadır.

 

“Türk Müslümanlığı” üzerine eleştirel bir yazı yazmış (Özgürlükçü Teoloji Yazıları, Ank. 2022, s. 127-132) birisi olarak, bu yazıyı, toplumun bir kesimini aşağılamak saiki ile değil; bu bölgenin dinsel sosyal-psikolojisini tasvir amacı ile kaleme aldım. “Dost, acı söyler”. Umarım Karadenizliler, söylediklerimi, kendilerinin cesaret edemediği bir dost eleştirisi ve bir “komşu hakkı/hukuku (sorumluluk)” olarak algılarlar. Yazı, ağırlıklı bir karakter/mizaç analizidir; doğal olarak herkesi kapsamaz.

Karadeniz dindarlığının, biri etnik köken (Gürcü-Laz-Rum); diğeri coğrafyadan kaynaklanan kendine has özel bir niteliği vardır. “Karadeniz” kavramı ile daha çok Rize ve Trabzon’u (Of) kastetmekteyiz. Rize’nin komşusu Artvin ilinin kendine has seküler-sol bir kültürü olmuştur. Ağırlıklı olarak Trabzonlu göçmenlerden oluşan Samsun, Ordu ve Giresun da, kastetmiş olduğumuz tipik “Karadeniz” kavramına doğrudan girmez.

Karadeniz’de coğrafya, dinin araçsallığını; etnik köken ise, genellikle psikolojisini/karakterini belirlemektedir. Karadeniz’in, bir iç-deniz oluşu, Trabzon limanının önemini azalttığı gibi; balıkçılık da, mevcut demografiye ekonomik “kaynak” olarak yetmemektedir. Çay üretimi, bölgeye çok sonraları (1945) girmiştir. Bölge sürekli yağmurlu; dik/yamaç-ormanlık ve tarım için imkânsız bir arazidir. Bu koşullar, dinin bir “meslek” olarak araçsallaşmasının önemli kaynaklarından biridir. Ayrıca Karadeniz “Kabadayısı” ve “Mafyası”nın oluşmasının arkasında da bölge insanının gözü pekliğinin yanında, bu iş-üretim ve mesleksizlik yatmaktadır. Bölgede el yapımı silah teknolojisinin gelişmesi ve bir mezar taşına yazılan: “Vurdi, vurdi; vuruldi” cümlesi, bölge insanının mizacı/huyu hakkında bize bilgi verir.

Trabzon’un “Of” ilçesi, Karadeniz’in dinsel başkentidir. Of, Şiîliğin dinsel merkezi olan “Kum” kentinin, seküler-sünnî versiyonudur. “Of’li Hoca”, bu dindarlığın karakteristik özelliğini temsil eder. Ofluların Tanrı’ya “doğrudan” bağlılığı, bu bölgesel-dinsel ayrıksılığın mizahi ifadesidir. Oflu Hoca, dine “melekûtî” değil; büyük ölçüde bir “meslekî” göz ile bakar. “Müteahhit” tipinin dinsel versiyonudur. Karadeniz dindarlığında duygusallık-ruhsallık oldukça zayıftır. Ağır basan şekilcilik, ritüel ve pratik faydadır.

Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında (1926) “Şapka Devrimi”ne karşı Rize’de gelişen sivil direnişe karşı Hamidiye Zıhrlısı’nın şehri top ateşine tutması, halkta rejime karşı bir dinsel-psikolojik içerleme-uçuklama yaratmıştır.

Karadeniz’e komşu olan Erzurum-Bayburt, -yoksulluktan dolayı- dine meslek olduğu kadar; saf bir “maneviyat” olarak da bakar. Oflu Hoca ile Bayburtlu imam fıkraları, bu gerçeği gözler önüne serer. Her defasında “Ofli Hoca”, Bayburtlu imamı kandırır.

 

Karadeniz Dindarlığının Tezahürü

Karadeniz dindarlığı, Cumhuriyet döneminde biri illegal “Medrese” yolu ile diğeri, meşru Akademik olarak tezahür etmiştir. Akademisyen tipi, genellikle “Kur’an” vurgusu yapar. Hepsi “Profesör” olan, Hüseyin Atay, Y. N. Öztürk, M. Öztürk, M. Okuyan, B. Bayraklı… bunlardan bazılarıdır. Medrese tipinin örnekleri ise Mahmut Hoca (Efendi), Cübbeli Ahmet, İhsan Şenocak, Nurettin Yıldız, Şevki Yılmaz, Kadir Mısıroğlu, İsmail Kahraman, Süleyman Karagülle, Hasan Mezarcı…dır.  Profesörlerde genellikle geometriye yakın soyut/kuru bir teori/teoloji tecelli ederken; alaylılarda (medreselilerde) genellikle kaçak kat çıkma (illegalite) olarak “müteahhit” tipi zuhur eder. Mutlak hakikat hastalığı (Radikallik) hepsini kesen ortak paydadır. Akademisyen tipi, -“Tarihselci” M. Öztürk hariç- Kur’an’ı bütünü ile evrensel bir kategori olarak görüp, onu, modern akıl ve bilimle özdeşleştirmeye çalışır. Alaylılar/medreseliler ise, -S. Karagülle ve H. Mezarcı hariç- Sünni geleneği “Selefi” bir mantıkla bütün insanlık için bir değer olarak görürler. Artvinli olan S. Karagülle, Refah Partisi’nin “Adil Düzen” adlı modern “Şeriat” programının teorisyenidir. H. Mezarcı ise, bilindiği gibi, son “Mesih”(!)imizdir.

Karadeniz dindarlığında “mistiklik” Cübbeli Ahmet’te olduğu gibi, sahici değil; ticari ve mizahidir. Cami-Minare, Medrese, Kur’an Kursu, Hafızlık-Hatim, Karadeniz dindarlığının maneviyatı ve muhtevası zayıf şiarlarıdır; şekilciliğidir. Pratik zekâlı, sert mizaçlı, tez canlı ve çalışkan olan Karadeniz insanı, Cumhuriyet döneminde Türkiye’nin her yerine göç ederek gittiği yerde başarılı olmuştur (“Bize, her yer Trabzon”). Etnik köken farklılığını birçoğu unutmasa da, Devrimin tanımladığı kültürel/dilsel “Türklük”e aleni itiraz etmemiştir. Vatanperverlikte bir kusur etmemiştir.

İstanbul’a Cumhuriyet döneminde en erken göç eden Karadenizliler, ağırlıklı olarak emlak-inşaat üzerinden parayı bulduktan sonra, önce belediye yönetimini (R. T. Erdoğan) ele almış; sonra da ülke yönetimine talip olmuşlardır. AK Parti’nin kuruluşunda Karadenizlilerin önderliğinde bir “koalisyon” oluşmuş olsa da; giderek parti ve ülke yönetiminde Karadenizlilerin dominasyonu ağır basmıştır. Diğerleri, “taşeron” durumuna düşmüştür. Parti, muhafazakârların tarihte yaşamış olduğu travmayı (Devrim, Altmış İhtilali, Üç İdam) kullanarak İslam’ı/Dini sembolik kapital olarak halkı ikna etmek için seçmiştir. Karadenizliler, şirket (parti) sahibi (işadamı, bakan, milletvekili, belediye başkanı, yüksek bürokrat…)”; diğerleri ise, işçi (seçmen-memur) olarak kalmıştır. Karadenizliler, “şeyh/hoca” makamına talip olurken; diğerleri “mürit/cemaat” makamına talip olmuşlardır. “Kazan-Kazan (Win-Win)” mottosu, sadece dış politika ilkesi değil; içerde de siyaset yapmanın ticari tarzı olmuştur: “Hizmet-Eser (Rant) Siyaseti”.

Karadenizlilerdeki “Müteahhitlik” mesleğinin ve her şeye “Rant” gözü ile bakmanın sosyal psikolojisini şöyle izah etmek mümkün: Coğrafya dik/yamaç ve ormanlıktır. Tarım için “tarla” veya yerleşmek için “arsa/emlak”, son derece kıttır. Bu durum, yeşili ve ormanı, istenmeyen “düşman öteki” olarak kodlamayı doğurur. Karadeniz şehirleri, silme beton-bina yığınıdır; çünkü arazi, yerleşim yeri (arsa-emlak) kıttır. Bir doğa harikası olan “Uzun Göl”ün etrafının betonla çevrilmesi, bunun kanıtıdır. Karadenizli müteahhitlerin ve belediye başkanlarının, göç ettiği yerlerde “yeşil”i gözlerinin görmemesi, “Emsal” adı altında “Şehir Hakkı”na uymayan (kaçak) kat çıkmaları, buradan kaynaklanıyor olabilir.

 

Sonuç

Kültürel, sosyal-psikolojik karakter ve coğrafya dini kendine göre şekillendirir. Hangi din ve hangi toplum olursa olsun, bu durum kaçınılmazdır. İslami açıdan önemli olan, dinin temel iman ve ahlaki değerlerine sadakat göstermek ve sahip olunan dinsel görüşün doğruluğu hakkında sürekli teyakkuzda olmaktır; kendine yeniden bakmaktır; tecdit ve tövbe edebilmektir. Nietzsche’nin dediği gibi: “Dürüstlük, gerektiğinde, kendine saldırma cesareti ve düşmanlarını takdir etmeyi gerektirir.”

 

Kaynak: Farklı Bakış