Orada, çok uzak gelen Kafkasya’da Türkler var. Onlar Karaçay-Malkar halkı... Soykırım boyutuna varan sürgünü tadan, dünyanın dört bir yanına dağılan Karaçay-Malkarlılar. Acıyla yoğrulmuş ama dimdik duran bir halk. Onları yok etmeye çalışan Stalin/SSCB yok olmasına rağmen, Karaçay-Malkarlar hâlâ ayakta, Kafkasya’nın tam ortasında. Kafkas Dağları’nın tam zirvesinde, dimdik ayaktalar. Anlaşılmayı ve hatırlanmayı bekliyorlar.
2 Kasım 1943 Sürgünü’nden bu yana çok değil, sadece bir insan ömrü geçti. Unutmak için çok erken, tabii eğer yaşananları biliyorsak. Ne yazık ki SSCB tarihinden pek haberdar değiliz. İşte bu konudaki açığa kapatmak, sürgünü anmak ve Karaçay-Malkar halkını tanıtmak adına konu hakkında birçok bilimsel esere imza atan, Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ufuk Tavkul ile bir röportaj yaptım. Sağ olsun değerli vaktini bizlere ayırdı. Oldukça verimli geçen bu röportaj umarım Karaçay-Malkar halkını ve 2 Kasım 1943 Sürgünü’nü hatırlamaya vesile olur.
Karaçaylar kimdir, biraz açabilir misiniz?
Karaçaylılar ya da daha doğru bir ifade ile Karaçay-Malkar halkı, günümüzde ata yurtları Kafkasya’da ve bunun dışında savaşlar ve sürgünler sebebiyle dağıldıkları pek çok ülkede, Türkiye’de, Kazakistan’da, Kırgızistan’da, Özbekistan’da, Suriye’de ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşamakta olan, anadilleri Türkçenin tarihi bir lehçesi olan Kuman-Kıpçak diline dayanan, etnik ve sosyal yapıları, kültürleri ile Kafkasya’nın ayrılmaz bir parçası olan bir Türk boyu ve Kafkasya halkıdır. Kökleri Kafkas Dağları’nın eski yerli kavimlerine ve bu kavimlerin meydana getirdiği milattan önce 3 binli yıllara dayanan Koban kültürü dönemine kadar uzanırken, günümüzden 2.500 yıl kadar önce kuzeydeki Avrasya bozkırlarından gelen atlı göçebe savaşçı kavimlerle yaşanan karışma ve bütünleşme neticesinde Karaçay-Malkar halkı Kafkasya’nın merkezinde, yüksek dağlarla çevrili derin vadilerde bir Türk dili konuşan Kafkasya halkı olarak ortaya çıkmıştır.
Karaçay-Malkar halkının konuştuğu dil aslında bildiğimiz Türkçeye benziyor.
Karaçay-Malkar halkının konuştuğu dil aslında bildiğimiz Türkçe değil. Türk dili ve Türkçe konuşan halklar tarih boyunca Altay-Sibirya bölgesinden Orta Asya’ya, İdil-Ural bölgesinden Kafkaslara, İran ve Afganistan’a, Anadolu’ya, Doğu Avrupa’ya kadar uzanan çok geniş bir coğrafyaya dağılmışlardır. Bu sırada her bölgede değişik lehçeler ve diyalektler ortaya çıkmış ve Türk dili birbirinden farklı pek çok lehçeye ayrılmıştır. Günümüzde bunları ayrı diller olarak tanımlayanlar da vardır. Karaçay-Malkar Türkçesi adını verdiğimiz dil, X-XII. yüzyıllarda Kafkasya’da meydana gelmiştir. Bu dilin oluşumunda IV. yüzyılda Kafkasya’yı hâkimiyetleri altına alan Hunların büyük etkisi vardır. Hun Türkçesi üzerine kurulan Karaçay-Malkar dilinin şekillenmesinde bölgeye X. yüzyıldan itibaren gelen Kuman-Kıpçak Türkleri son rolü oynamışlar ve Karaçay-Malkar dili Kıpçak karakteri ve özellikleri taşıyan bir Türk lehçesi olarak ortaya çıkmıştır. Ancak onu diğer Türk lehçelerinden ayıran ve Kafkasya’daki komşularına yakınlaştıran en önemli unsur, Karaçay-Malkar dilinin söz varlığına ve fonetiğine katkıda bulunan Abhaz, Adige, Oset, Gürcü dili gibi çeşitli Kafkasya dillerinin etkisidir. Dillerindeki çeşitlilik aslında onların etnik yapılarındaki çeşitliliğin de bir aynasıdır. Bu konuyu biraz ileride açalım.
"Karaçay" ismi nereden geliyor?
Karaçay adının kökeni konusuna gelince, Karaçaylılar Türkçe konuşan bir halk olarak görüldükleri için taşıdıkları Karaçay adının da “siyah” anlamına gelen kara ve “dere, akarsu” anlamına gelen çay sözlerinden oluştuğu, dolayısıyla Karaçaylılar isminin kara ırmak kıyısında yaşayanlar gibi bir anlam taşıdığı yönünde hiç de bilimsel olmayan bir görüş ortalıkta geziyor. Biz bu tür köken açıklamalarına halk etimolojisi adını veririz ki ilmi açıdan hiçbir değer taşımaz. Karaçay-Malkar halkı Kafkasya’nın en yüksek dağlarla çevrili bir bölgesinde yaşadıkları için kendilerine “dağlı” anlamına gelen “Tavlu” adını verirler. Dillerine de “Tav Til” yani “dağ dili” derler. Kuzeylerindeki düzlüklerde yaşayan komşuları Kabardeyler de onlar için kendi dillerinde dağlı anlamına gelen “Kuşha” sözünü kullanırlar. Doğu komşuları Osetler onlara “As”, güney komşuları Gürcü-Megreller “Alan” adını verirler. Yani Karaçay ve Malkar adları aslında bir etnik isim olarak değil, yer adları olarak geçer. Bundan dolayı bu halk kendisi için Karaçaylılar ve Malkarlılar isimlerini kullanırlar. Ya da kendilerine “Tavlu” (Dağlı) derler. Birbirlerine hitab ederken de “Alan” diye seslenirler.
Karaçay adının kökeni, XV-XVI yüzyıllarda yaşadığı tahmin edilen ve Kafkas Dağları’ndaki çeşitli Dağlı topluluklarını bir bayrak altında toplayan Karça adlı beylerinin adından gelir. Karça’nın idaresi altında toplanan ve Kıpçak Türkçesi ile çeşitli Kafkas dillerinde konuşan boylar bir halk oluşturarak Karaçay ülkesi adını verdikleri topraklarda Karaçaylılar adıyla çoğalmışlar ve günümüzdeki Karaçay halkını oluşturmuşlardır. Son yapılan genetik araştırmalar da bu görüşün bilimsel açıdan doğru olduğunu ortaya çıkarmıştır ki bu konuya da biraz sonra temas edelim. Kısacası, Karaçay adının anlamı “Karça’nın Yurdu” olarak izah edilmektedir. Görüldüğü üzere kara ırmak, kara dere gibi bir anlamı yoktur.
Karaçay-Malkarlılar Türk değil mi? Karaçay-Malkar halkı kendisini Türk olarak görüyor mu?
Karaçay-Malkar halkı Türkçenin bir lehçesini konuştukları için özellikle 1970’li-80’li yıllarda kendilerine Kafkas Diasporası adını veren Türkiye’deki sol görüşlü bazı Kafkas derneklerinin kimi üyeleri tarafından “Kafkasya’nın otokton yani yerli / asıl halkı olmayan, Kafkaslara sonradan gelip Çerkes kültür ve geleneklerini benimseyerek onların arasında asimile olan bir Türk topluluğu” olarak kabul ediliyordu ve bu yönde bir propagandaya maruz kalıyorlardı. O tarihlere kadar Kafkas derneklerinde diğer Kafkas halklarının temsilcileri ile hiçbir ayrıma uğramadan birlikte oturup-kalkan, gülen-oynayan, akordeon eşliğinde aynı halk oyunlarını oynayan Karaçaylılar birdenbire Türk olarak adlandırılmış ve Kafkasya’nın otokton (yerli) halkları olduklarını ileri süren unsurlar tarafından dışlanmışlardı.
Bu ayrımcılığın en büyük sebebi 1970’li yıllarda süre gelen sağ-sol tartışmaları ve çatışmalarıydı. Bazı Kafkas derneklerinin üyeleri o yıllarda aniden (!) Türk olmadıklarını anlayarak özellikle Türk milliyetçiliğine karşı sol grupların arasında yer almayı tercih etmişlerdi. Türk’ü bir düşman gibi gören bu gruplar kendi aralarında Türkçe konuşan bir Kafkas halkının varlığına tahammül edemedikleri için Karaçaylıları kendi içlerinden dışladılar. Bunun doğal sonucu olarak Karaçaylıların büyük bölümü Türk kimliğine yönelerek buna sahip çıkmaya ve tarihteki izlerini takip ederek ataları olan İskitler, Hunlar, Alanlar, Kıpçaklar gibi eski büyük kavimlere köklerini bağlama gayreti içine girdiler. Bunun neticesinde Karaçay-Malkar halkı kendisini Türk kökenli bir Kafkas halkı olarak tanımlamaya başladı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bunun etkileri Kafkasya’da yaşayan Karaçay-Malkar halkı arasında da yer buldu. Günümüzde Karaçay-Malkar halkı kendisini İskitlerden, Alanlardan, Sarmatlardan, Hunlardan ve Kıpçaklardan gelen bir Türk boyu olarak kabul ediyor ve konuştukları Türkçenin eskiliği ve orijinalliği ile eski inanç ve geleneklerini buna şahit gösteriyor.
Karaçay-Malkarlıların ülkesi Kafkasya?
Karaçay-Malkar halkı, Kafkasların kalbi olarak nitelendirilen merkezî Kafkasya’da yaşıyorlar. Yurtlarının tam ortasında bütün Kafkas Dağları’nın ve Avrupa kıtasının en yüksek zirvesi olan Elbruz Dağı yükseliyor. Kafkaslar Avrupa-Asya sınırının güney bölümünü meydana getirdikleri için Avrupa sınırları içinde yer alıyor, bundan ötürü Elbruz Dağı da Avrupa kıtasının en yüksek noktasını oluşturuyor. Karaçay-Malkarlılar kutsal kabul ettikleri bu dağa kendi dillerinde “Mingi Tav” adını verirler. Bunun anlamı “ebedi dağ-sonsuz dağ” olarak izah edilebilir. Müslümanlığı kabul etmeden önce Mingi Tav Karaçay-Malkar halkı için bir Tanrı’ydı ve ona sonsuzluk-ebedilik atfederek Mingi Tav adını vermişlerdi. Kendilerine de “Mingi Tav’ın Kullar”ı derlerdi. Karaçay-Malkar halkı Müslüman olduktan sonra bu dağ onların özgürlüklerinin, hürriyetlerinin bir sembolü oldu. Bugün Karaçay-Malkar halkı Sünni Müslümanlar olarak ve Hanefi mezhebi itikadında yaşamaktadır.
Kafkasya bir diller, kültürler, etnik topluluklar manzumesi görünümünde olsa da, burada yaşayan halklar tarih boyunca birbirleriyle temas halinde olmuşlar ve birbirleriyle karışmışlardır. Bundan dolayı Kafkas halkları farklı dillerde konuşuyor olsalar da onları birleştiren unsur ortak Kafkas kültürüdür. Akla şöyle bir soru gelebilir: Kafkasya neresidir, Kafkas halkları kimlerdir? Tarihi ve sosyo-kültürel anlamda Kafkasya, Kafkas Dağları’nın üzerinde ve kuzey eteklerinden aşağılara doğru uzanan toprakların adıdır. Burada Adigeler, Abazalar, Karaçay-Malkarlılar, Osetler, Çeçen-İnguşlar ve Avar, Lak, Lezgi, Dargı, Kumuk gibi Dağıstan halkları yaşarlar. Bu halklar Kafkas Halkları olarak adlandırılırlar. Kafkas Dağları’nın güneyi Avrupa’da değil Asya’da yer alır ve buraya Kafkas Ötesi adı verilir. Nitekim Osmanlıcadaki Maverai-Kafkasya, Rusçadaki Zakavkaz, İngilizcedeki Transcaucasus isimleri Kafkas Ötesi / Kafkas Ardı anlamlarındadır.
Sovyetler Birliği döneminde Kafkasya’nın Severniy Kavkaz yani Kafkas’ın kuzeyi veya Şimali Kafkasya olarak adlandırılmasının ardından Gürcüler, Ermeniler ve Azeriler yaşamakta oldukları Kafkas Ötesi topraklarını Güney Kafkasya olarak adlandırmaya başladılar. Kafkasya’yı tanımayan bizdeki siyasetçi, gazeteci, akademisyen topluluğu da bunu benimsedi. Kafkas Ötesi’nin adı birdenbire Güney Kafkasya oluverdi. Sovyetler Birliği yıkılıp da asıl Kafkasya Rusya Federasyonu’nda kalınca bizim basın-yayın organlarında Kafkasya adı neredeyse sadece Kafkas Ötesi için kullanılır oldu. Bu durum asıl Kafkasya’nın gözlerden uzak tutulmasını isteyen Rusya için bir avantaj oldu ve Rusya kendi yayın organlarında artık Kuzey Kafkasya adını bile ortadan kaldırarak bu topraklar için “Rusya’nın Güneyi” tabirini icat etti. Böyle olunca, dünya kamuoyunda Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan, Kafkasya gibi algılanmaya başlandı ve asıl Kafkas halklarının siyasi sorunları, etnik ve kültürel meseleleri geri planda kalarak unutulmaya yüz tuttu veya unutturulmaya çalışıldı.
Dolayısıyla Kafkasya dediğimiz ülke sınırları masa başında çizilecek bir siyasi ve coğrafi bölgenin adı değildir. Binlerce yıllık Kafkas kültürünü meydana getiren Kafkas halklarının ata yurdudur, yani etnik ve kültürel bir coğrafyanın adıdır. Nart destanlarını ortak milli destanları kabul eden, Rusya’ya karşı üç yüz yıldan fazla bir süre hürriyet mücadelesi veren insanların yurdudur. İşte Karaçay-Malkar halkı da bu yurdun kalbinde, Mingi Tav eteklerinde yaşamaktadır.
Karaçay-Malkar halkı bu topraklara Orta Asya’dan ya da bir başka coğrafyadan tarihin bir döneminde topluca göç ederek yerleşmemiştir. Kafkasya’nın kendine özgü tarihi, etnik, sosyal ve kültürel süreçleri içerisinde bir Kafkas halkı olarak bu topraklarda doğmuş ve varlığını günümüze kadar sürdürmüştür. Konuştukları dile bakarak onların Cengiz Han veya Timur döneminde Kafkasya’ya gelen Kıpçaklar olduklarına ve Kafkas halklarının kültürlerini benimseyerek burada kaldıklarına hükmetmek son derece yanlıştır ve kasıtlı bir düşüncedir. Karaçay-Malkar halkının atalarının bir bölümünü oluşturan etnik unsurlar Avrasya bozkırlarından Kafkasya’ya gelen kavimlerdir. Onların Altay-Sibirya Türklerine, Kazaklara, Tatarlara, Kırgızlara akraba olmalarını sağlayanlar bunlardır. Ancak buzul çağının sonlarından beri Kafkasya’da yaşayan etnik topluluklar da Karaçay-Malkar halkının oluşumunda önemli pay sahibidirler. Hatta son genetik araştırmalar Karaçay-Malkar halkını oluşturan soyların üçte birinin Avrasyalı olduğunu gösterirken geri kalan bölümünün de Kafkasya’nın yerlileri olduklarını ve Osetlerle, Gürcülerle, Çeçenlerle, Dağıstanlılarla, Abhazlarla ve Adigelerle akraba olduklarını ortaya koymuştur.
Bu durumda artık Karaçay-Malkar halkının Kafkasya’ya sonradan geldiğini, otokton yani yerli olmadığını ileri sürmenin bilimsel bir temeli kalmamıştır. Üstelik Avrasyalı unsurların DNA’ları, Kafkasya’nın yerlisi olduğunu iddia eden diğer halklarda da değişen oranlarda ortaya çıkmıştır. Bu durumda Kafkas halklarını etnik kökenlerine göre sınıflandırmak, yerliler ve sonradan gelenler gibi değerlendirmek de saçma olmaktadır.
2 Kasım 1943 Sürgünü’nün gelişimi nasıldı?
Karaçay-Malkar halkı, Çarlık Rusyası dönemindeki bütün bağımsızlık savaşlarına ve hürriyet mücadelesine katıldı. İçlerinden bir kısmı Osmanlı Devleti topraklarına göç etmek zorunda kaldı. Ata yurtlarında kalanlar ise mücadeleyi sürdürdüler ve Rusya’nın yıkılmasının peşi sıra kurulan Birleşik Kafkasya Dağlıları Cumhuriyeti içinde yer aldılar. Bu cumhuriyet 11 Mayıs 1918 tarihinde kurulmuş ve ancak birkaç yıl yaşamıştı. 1921-1922 yıllarında Bolşevikler bu devleti yıktıktan sonra Kafkasya halkları sözde özerk cumhuriyet ve bölgelere ayrılarak Sovyetler Birliği’ne bağlandılar. Bundan sonra Kafkasyalıların hürriyet mücadelesi yeni bir safhaya girdi.
Komünist rejime isyan niteliğindeki bu mücadele en kanlı ve şiddetli bir biçimde Karaçay-Malkar’da yaşandı. 1930’lu yıllarda bu halkın bütün ileri gelenleri, aydınları, bilim adamları Sovyet rejimi tarafından katledildiler. Karaçay-Malkar halkı buna defalarca isyan etti. Dönemin kanlı diktatörü Stalin, Karaçay-Malkar halkını komünist rejimin en amansız düşmanları ilan etti ve Kızıl Ordu birliklerini üzerlerine sürdü. 1939 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından Alman orduları Rusya üzerine yürüdüler. Bunların bir bölümü Kafkasya’ya yöneldiler. Bu sırada Kafkas Dağları’nda silahlı çeteler kurarak Sovyet Kızıl Ordusu’na karşı Karaçay-Malkar gerillaları büyük bir mücadele veriyorlardı. 1942’de Kafkasya’nın batısı Alman Nazi birliklerinin kontrolüne geçince Karaçay-Malkar gerillaları onlarla birlikte Kızıl Ordu’ya karşı savaşa devam ettiler.
1943 yıl ortalarında Almanlar Rusya’da yenilgiye uğrayıp geri çekilmeye başlayınca Kafkasya’daki Alman birlikleri de bölgeyi terk ettiler. Böylece Karaçay-Malkar halkı ezeli düşmanıyla baş başa kaldı. Üstelik bu sırada nüfuslarının önemli bir bölümü Sovyet Kızıl Ordusu’nda görev yapıyordu fakat Stalin tarafından güvenilmeyecek unsurlar olarak değerlendirilip ellerinden silahları alınmıştı. Sovyet hükümetinin ve Stalin’in kararıyla Karaçay-Malkar halkı “rejim düşmanı, vatan haini” halk olarak ilan edildi ve ata yurtlarından topyekȗn bir sürgüne gönderilmeleri kararlaştırıldı. 2 Kasım 1943 günü bütün Karaçay halkı, beşikteki bebeğinden ölüm döşeğindeki yaşlısına kadar hayvan vagonlarına doldurularak Orta Asya ve Sibirya topraklarına sürgüne gönderildi. Aynı sürgün 8 Mart 1944’te Malkar halkının başına geldi. Bu arada 1944 Şubat ayında Kafkasya’dan aynı gerekçelerle Çeçen-İnguş halkı da sürgün edilmişti ki onlar Alman Nazi ordusuyla hiç karşılaşmamışlardı bile.
Sürgün tam olarak nasıl gerçekleşti?
Elimizdeki belge ve bilgilere göre Karaçaylılar 2 Kasım 1943 günü sürgüne gönderilmeden bir ay kadar önce Kızıl Ordu ve NKVD adı verilen özel birliklere mensup askerler Karaçay köylerinin yanında ve çevresinde kamplar kurarak hazırlıklara başladılar. Yetişkin Karaçay erkeklerinin büyük bir bölümü Sovyet ordusunda çeşitli cephelere gönderilmişlerdi. Bir kısmı da Sovyet ordusuna karşı Kafkas Dağları’nda gerilla mücadelesi veriyordu. Dolayısıyla köyler küçük çocuklar, kadınlar ve yaşlılarla doluydu. Stalin’in emriyle 2 Kasım 1943 gecesi bütün köyler silahlı birliklerle kuşatılarak evlere tek tek baskınlar yapıldı. Bütün bir halk silah zoruyla kamyonlara bindirilerek dağ köylerinden düzlüklere indirildi. Tren istasyonlarında onları hazır bekleyen hayvan vagonlarına doldurularak Orta Asya’ya doğru yola çıktılar. Günlerce süren bu eziyetli yolculuk sırasında vagonlardan çıkmalarına izin verilmedi. Yol boyunca hayatını kaybedenlerin ölüleri tren yolu kenarlarına atıldı. Cenazelerin gömülmesine bile izin verilmedi.
Yaklaşık bir ay sonra ata yurtlarından topluca sürgüne gönderilen ve bir soykırıma maruz bırakılan Karaçaylılar, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’ın ücra köşelerinde onları bekleyen çeşitli mıntıkalara adeta atıldılar. Birbirlerinden tamamen ayrı düşmelerine özellikle dikkat edilmişti ki bu sürgünde anne bir tarafa, baba bir tarafa, çocuklar başka yerlere dağıtılmışlardı. Karaçaylılar sürgün bölgesine ulaşmadan önce Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler arasında propaganda yapılarak “Kafkasya’dan kan içen, adam yiyen vahşi bir dağlı halk sizin topraklarınıza sürgün edilecek. Onlar Sovyet hükümetine ve devlete başkaldıran asiler, vatan hainleridir. Onlara sakın yardım etmeyin” denilmişti. Bu sözlerin etkisiyle bu halklar başlangıçta Karaçaylılara uzak durmuşlar, onların gerçekten vahşi insanlar olduklarını düşünmüşlerdi. Ancak sonra aynı dilin benzer lehçelerini konuştuklarını, onların da Müslüman olduklarını anladıklarında Kazaklar ve Kırgızlar Karaçaylılara sürgün yılları boyunca büyük yardımlarda bulundular.
Stalin’in ölümünden sonra Kafkasya’dan sürgüne gönderilen Karaçay-Malkar ve Çeçen-İnguş halklarının itibarları iade edilip Kafkasya’ya dönmelerine izin çıkınca Karaçay-Malkarlıların bir bölümü sürgün edildikleri ülkelerde kalmayı tercih etmişlerdi. Onların bir kısmı 1990’lardan sonra Kafkasya’ya dönseler de bir bölümü Kazakistan ve Kırgızistan’da yaşamaya devam ediyorlar.
Mesele gerçekten "Alman ordusuyla ile ittifak meselesi" miydi yoksa Rusya veya Stalin'in Kafkasya'ya dönük politikaları mı sürgüne sebep oldu?
Kamuoyunda Stalin, Gürcü olarak bilinir ve sürgün edilen Kafkasya halklarının topraklarını Gürcistan’a katmak amacıyla böyle bir sürgünü planladığından bahsedilir. Bu yanlış bir bilgidir, çünkü Stalin Gürcü değil, Güney Osetyalı bir ayakkabı tamircisinin oğludur dolayısıyla Osettir. Fakat Stalin’in, isyankâr tabiatları sebebiyle Karaçay-Malkar halkına düşmanlık beslediği ve onları Kafkasya’dan sürmek için bir bahane aradığı bellidir. 1943 Ağustosunda Almanların Kafkasya’dan çekilmeleri ona bu fırsatı yaratmış ve sürgün planını devreye sokmuştur.
Karaçaylılar Kafkasya’dan sürülen ilk halktır. Onları Çeçen-İnguşlar ve Malkarlılar takip etmiştir. Stalin’in, eğer şartlar el verseydi bütün Dağıstanlıları ve bazı Çerkes gruplarını da sürgüne göndermek istediğinden bahsedilir. Karaçay-Malkar halkının içinden çıkan bazı isyancıların Alman ordusuyla birlikte hareket etmiş olmaları onların sürgün kararını hızlandıran bir unsur olmuştur. Yoksa kaderleri zaten belliydi.
Kaç yıl sürgünde kaldılar? Geri dönüş ne zaman ve nasıl oldu?
Karaçaylılar, 1943 yılından 1957 yılına kadar resmen sürgünde kaldılar. Ancak halkın büyük bir bölümünün Kafkasya’ya dönmesi 1960 yılını buldu. Karaçaylılar, Kruşçev’in 1956 yılında Komünist Partisi‘nin 20. kongresindeki gizli konuşmasında Stalin tarafından haksız yere sürüldüklerini belirttiği 5 Sovyet halkından biriydiler. Aynı yıl Kruşçev, Moskova’da 10 Karaçay temsilcisini kabul etti. Kendilerine Kafkasya’ya geri dönmeleri ve bu haksızlığın düzeltilmesi yolunda gerekli çalışmaları yapacağına dair garanti verdi.
14 yıl boyunca Kafkasya’dan uzakta sürgünde yaşayan Karaçay-Malkar halkı, 1957 yılında vatanlarına geri dönmeye başladı. Bir soykırım halini alan sürgün yıllarında Karaçay-Malkarlılar nüfuslarının büyük bölümünü kaybettiler. 1939 yılında 75.800 kişilik bir nüfusa sahip olan Karaçaylılar, 1959 yılında ancak 81.400 kişilik bir nüfusa ulaşmışlardı. Malkarlıların nüfus kaybı ise çok daha fazlaydı. 1939 yılında 42.700 olan Malkar nüfusu, 1959 yılında 42.400’e düşmüştü.
Karaçay-Malkar halkının bir kısmı Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan’daki sürgün yerlerinde kalırken büyük çoğunluğu Kafkasya’ya geri döndü. 1959 nüfus sayımı sonuçlarına göre sürgünden Kafkasya’ya dönen Karaçaylıların sayısı 67.830 kişiydi. 13.570 Karaçaylı ise sürgün yerlerinde kalmıştı. 1959 yılında Kafkasya’ya dönebilen Malkarlı sayısı ise 34.088 kişiydi. Malkarlıların 8.312’si sürgün yerlerinde kalmıştı.
Ancak bu geri dönüş, çözülmesi güç sosyal, siyasî, ekonomik ve etnik problemleri de beraberinde getirdi. Kafkasya’ya dönen Karaçaylıların ekonomik ve manevi durumları çok kötü şartlardaydı. Sürgün sonrasında Gürcü-Svanların ve Çerkeslerin talanına uğrayan eski Karaçay köylerinde tek bir sağlam ev bırakılmamıştı. Özellikle Svanların işgal ettiği Karaçay’ın dağ köylerindeki evlerin büyük bölümü yıkılmış, evlerin ahşap kısımları ve keresteleri Svanlar tarafından yakacak olarak kullanılmıştı. Ogarı Teberdi köyündeki 860 evden sürgün sonrasında 146 ev sağlam kalmıştı. Sürgün öncesinde 4.000 haneden oluşan Karaçay kasabası Uçkulan’da sürgün sonrasında sağlam 200 ev kalmıştı. Evlerin keresteleri Svanlar tarafından sökülüp götürülmüş ve Rusya’da satılmıştı. Mezar taşları da Svanların gazabından kurtulamamıştı. Pek çok mezar taşı Svanların yaptıkları yeni evlerin temellerinde kullanılırken, bazı mezar taşları da Svanların silahla ateş ettikleri hedef tahtası haline gelmişti.