apitalizm, bir açıdan bakıldığında arz ve talep arasındaki kesişmezlik târihidir. Her ne kadar iktisat derslerinde , fiyatın ,teorik olarak, arz ve talebin kesiştiği yerde oluştuğu anlatılırsa da , bunun imkânları tartışma konusu edilmez. Hâlbuki pratikte kapitalizm için en temel mesele budur.
Arz ve talebin kesişmesini zora sokan olgu, kapitalizmin bir “üretim fetişizmi “olarak tezâhür etmesidir. Yâni kapitalizm , en temelde ,arzı arttırma iddiasıdır. Bu da doğrusu “büyüleyici” bir iddiadır. Çünkü arzın sınırlı olduğu kadim dünyâda sıklıkla yaşanan kıtlık ve yokluğun aşılacağını imler. Bu da “refah” vaadidir. Binlerce sene az ile idâre eden , yoklukla kavrulan ve kıtlıkla terbiye olan insanlığa “sınırsız üretim artışı” vaadini sunduğunuzda, büyülenmemek diye bir şey olamaz herhâlde. Bilimlerin ve teknolojinin gelişmesi, bu gelişimleri baskılayan kurumların geriletilmesi; yâni bireylerin özgürleştirilmesi vaadi vb iddialar, öncü kahramanların omuzlarında yükselen mistik-mitik bir uyanış olarak değil , üretim iddiasının yan ürünleri olarak tezâhür etmiştir. Diğer taraftan ilerleme ve gelişme iddiası, sürecin sürdürülebilir olma azim ve kararlılığını da içeriyordu. Yâni bu iddia tek atımlık bir barut değildi. Sonsuza kadar devâm edeceği varsayılıyor; buna derinden imân ediliyordu.
Sır şurada yatıyordu: Üretimi sonsuz veyâ sınırsız arttırmayı sürdürülebilir kılacak olan kâr hırsıydı. Üretim hırsı, kâr hırsı olmadan anlaşılamaz. Bu da ancak, mâliyetleri bastırmakla mümkün olabilecekti. Mâliyet kalemleri arasında, sarf-ı nazar edilebilecek yegâne kalem de ücrete tâbi kılınmış emeğin masrafı; yâni ücretlerdi. Kapitalizmin dar görüşlülüğü de burada ortaya çıkıyordu. Ücretlerin baskılanması ve minimize edilmesi, ürünlerin satışını da engelleyen bir faktördü.” Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan “ kitlelere ne satabilirdiniz ki? Ama bu bir fetişti ve fetişizmin her türünde olduğu üzere bir defa sürece girilince durdurulamaz, önü alınamazdı. Modern kapitalist dünyânın “akılcılık” iddiası üzerinden inşâ ettiği “akıldışılık” buydu. Her üretim atağı, talep eksikliği ile sakatlanıyor, durgunluk ve buhranlar çevrimselleşiyordu. Bu da militarizm ve savaşlarla aşılıyordu. Yeni modern savaşların bir dinamiği üretim fetişizminin talep kısırlığına çarpmasının fonksiyonuydu. Savaş en yüksek talep seviyesini sun’i yollardan sağlıyordu. Kapitalizm bir arz fetişi olarak tecessüm etti . Ona bir talep fetişizmi cevâp verebilirdi. Bu da savaştan başka bir şey değildi.
Üretim fetişizmi ile dinmek bilmeyen savaşlar üzerinden yaşanan talep fetişizmi nükleer tehlikeye kadar devam etti. Bahsi geçen tehlike iki fetiş arasındaki dengeyi bozdu. Yeni bir yol arandı ve bulundu. Bu , mimârının Keynes olduğu yeniden bölüşüm formülüydü. Ücretleri arttırarak alım gücü doğurmayı esas alıyordu. Ama bu formülün pazarlıkçı ve pazarlıkçı olmayan tarzları vardı. Pazarlıkçı formül tekmil dünyâya yaygınlaştırılamazdı. Sâdece Merkez Dünyâ için geçerli kılındı. Yarı Merkez Dünyâda ise, devletler himâye veyâ sübvansiyonların sınırlarını çiziyor , bunun dışındaki alanları ise pazarlığa kapatıyordu. Yâni talep baskılanmaya devâm ediliyordu. Çepere doğru bu baskılamalar, yaygın huzursuzluklar ve isyanlar doğuruyor ve ideolojik bölünmeler temelinde savaşları kışkırtıyordu. Merkez Kapitalist Güçler için bu da , başı ağrımadan yeni bir talep ve kârlılık alanları açıyordu.
Üretim patlaması yapan, eş anlı olarak talebin baskılanmadığı, pazarlığa açıldığı “özgür” dünyâ 1945-1970 arasında başarılı oldu. Ama süreç diyalektik olarak işledi. 1945-1970’ler arasında yaşanan üretim patlaması rutinleşmeler üzerinden yaşandı. Rutinleşme zaman içinde ağır bir verimlilik kaybı olarak geri döndü. Diğer taraftan , yeniden bölüşümün mâliyetleri sermâyenin büyümesi ve beklenen kâr hadlerinin sağlanması adına kabul edilemez sınırlara gelmişti. Çözülme kaçınılmazdı.
Arz ve talebin kesişmesini sağlamak için “yeniden bölüşümün” yerine bir şeyin konulması gerekiyordu. Bu hayâtî formülü de buldular: Borçlanma…Kapitalizm , finansal bir anarşizm üzerinden hızla bir kredi kapitalizmine dönüştü. Talep fetişizmi akıl almaz ölçülerde tutuşturuldu. O kadar ki ;üretim fetişizminin önüne geçti. Elyevm idrâk ettiğimiz süreç de budur. Sermâye ve emeğin tedâvi kabûl etmez bir şekilde verimlilik kaybına uğradığı , üretim fetişizminin çözüldüğü, bunun yerini doymak bilmez bir insanlığın sürüklediği tüketim fetişizminin hüküm sürdüğü bir dünyâ bu. Hâlâ ne olacağını kestiremediğimiz yeni bir ekonomi, bu talep fetişizmini doyurabilecek mi? Eğer öyle olursa, bunun bedelleri nasıl karşılanacak? Hikâye talepte karşılığı olmayan bir arz çılgınlığı ile başladı; bugün arzda karşılığının ne olacağı belli olmayan bir talep çılgınlığına evrildi. Süreç, sâdece Kara Cuma’yı mesele ederek, hele hele bizim kutsal Cumamıza bir saldırı olarak görmekle anlaşılamaz. Alâkası yok. Ha, bilmeyenler için hatırlatalım; bu Cumaya “Kara” sıfatının eklenmesi, 19.Asır’da ucuz köle satışlarının yapılmasıyla başlamış olmasıdır.