Kapitalizm olarak adlandırılan keyfiyetin üzerinde, en azından ondokuzuncu yüzyıldan beri, çok yönlü bir tartışma sürdürülegelmiştir. Ancak bu tartışmalar, somut, sınırları belirlenmiş, nitelik ve özellikleri açık bir şekilde ortaya konulmuş bir tema üzerinde değil, adeta tartışmanın değişen konusu çerçevesinde yer alan her bir tarafın kendi algılayışı, kavrayışı, o konu veya temaya bakışı temelinde gerçekleşmiştir, denebilir. Sözgelimi, on beşinci yüzyılda insan, toplum, iktidar ve uygarlık vb. olgular üzerinde tahlili açıklama yolunu izleyen İbn Haldun´u münferit bir adım sayarak, genel olarak onyedinci yüzyıldan itibaren temelleri belirmeye başlayan iktisat biliminin bakış açısından düşünelim. İnsan, temel ihtiyaçlarını gidermek için giriştiği faaliyetlerinde, bir başka güç tarafından engellenmesin. Bu faaliyetlerin dayandığı bir takım ilkeler, yasalar, kurallar bulunmaktadır. Özellikle, toplumun siyasal örgütlenmesinden kaynaklanan bir otorite, bu faaliyetlere kesin olarak müdahil olmasın! Bu ve benzer görüşler belli bir başlık altında bir araya getirilmek istendiğinde, bu, ?Liberalizm? adını alacaktır. Kuşkusuz, kabaca ifade edilen bu kavramın oluşmasını sağlayan, birbirinden bağımsız gibi görünen birçok unsur söz konusudur. Toplum içinde yaşamak durumunda olan birey bakımından bunun anlamı farklılık gösterdiği gibi, siyasal alanda gerçekleşmesiyse farklı bir anlam ifade edecektir. Dünya görüşü anlamında kullanıldığında da yine farklı bir düzlem ve amaç söz konusu olacaktır. Fakat son çözümlemede, Liberalizm, hiçbir tereddüt taşımadan ?Kapitalizm? ile eş anlamlı kullanılacaktır. Daha doğrusu, Kapitalizm olarak adlandırılan şey, kendini bu görünüm içinde sunmaktan çekinmeyecektir. Dünya görüşü ya da ?ideoloji? bağlamında ise, oldukça muğlâk bir yöntem ve tanımlama yolu tercih ettiği için, açık ve belirgin bir kimlik tespitine imkân vermeyecektir. Yakından bakılıp incelenmek istendiğinde, daima kayan ve aydınlatılmağa çalışıldığında muğlâklığa bürünen bir keyfiyet söz konusudur.
***
Bununla birlikte, en belirgin ve en iddialı alan olarak somutlaştığı iktisadi alana bağlı gösterdiği varlığının yanında, aynı zamanda siyasal alanda daha etkin bir varlığının bulunduğu, öyle davranmasının zorunluluk içerdiği, dikkatli bir bakışla hemen tespit edilebilmektedir. Bir başka ifadeyle, dıştan yapılan gözlemler onu iktisadi bir varlık gibi gördüğünde, aslında o siyasal alanda daha etkili ve güçlü bir ağ olarak varlığını sürdürmektedir. Siyaset alanı, kapitalizmin kendini somutlaştırmasının ve gerçekleştirmesinin, etkin olmasının ve güç yoğaltmasının (teraküm), olmazsa olmaz (sine quo non) ve vazgeçilmez şartıdır. Fakat siyaset alanında, açık, belirgin bir siyasal oyuncu olarak değil, herhangi bir rolü hiç tereddütsüz üstlenebilecek ve hiçbir çekince göstermeden oynayabilecek birçok kimlikle ortaya çıkmaktadır. Karşıtı olarak tanımladığı sosyalizmi, mesela ?devlet kapitalizmi? kimliğine bürünmüş olarak rahatça icra edebilmektedir.
***
Öte yandan, hem iktisat, hem de siyaset alanındaki kimliğinin eksikliklerini, kendince kaba ya da törpülenmesi gereken yönlerini bütünlük içinde birleştirebilmek adına ?emperyalizm? olarak ortaya çıkması, varlığını ve ağırlığını pekiştirmesi, üçüncü bir varlık katmanı şeklinde nitelendirilebilir.
***
Dünyada, özellikle Ortadoğu´daki Müslüman toplumların hâkim olduğu mekân, bitmeyen iktisadi, siyasi, askeri, yani savaş olarak yaşanan acılar, dramlar, trajediler, kapitalizmin üçlü oyuncu kimliğinin yansımaları, nedenleri ve sonuçlarıdır. Ortadoğu Müslüman toplumları, bu oyuncunun rol arkadaşlarını, kendi yazdıkları oyunların yazarı gibi görme yanılsaması içinde ve bir figüran ya da çoğunlukla kurban olduklarının bilincine varamayacak kadar derin bir uykuda olmalılar. Geçen yüzyılın ortalarına doğru Muhammed İkbal, ?Uyan derin uykudan? demişti, hâlâ o ses Ortadoğu ufuklarında muhataplarını bulmak için dolaşıp duruyor. Ne var ki, o sesin ya da çağrının muhatabı olmak durumundaki Müslüman halklar kapitalizmin oyunlarında rol aldığının farkında olmadan kendi iradesiyle hareket ettiğini sanıyor. Oysa sadece bir ?tüketici? kategorisinde yer veriliyor. Gıda maddelerinin yanında silahlar ve mühimmat da tüketilenler kapsamında önüne konuyor. Aslında inandığı değerler de o kapsamın içinde tüketilir niteliğe büründürülerek sunuluyor. Tüketici kategorisinden çıkıp kendi değerleri ölçeğinde üretici kategorisi oluşturmaya çalışmak, belki kapitalizmin oyun tekerine çomak sokmak gibi olacaktır, ama iyi olacaktır. Sözgelimi, bütün yönetimleri devirmek ile başlanabilir buna.