Yerkürenin Batı cenahından peş peşe iki ölüm ilânı geldi!.. İlki Nietzsche’nin “Tanrı öldü” çığlığıydı. İkincisi ise Foucault tarafından dillendirilen “İnsan öldü” tespiti.
Nietzsche, tanrının ölümü üzerine Feuerbach gibi çocuksu bir sevinç duymaz; aksine endişe duyar, çünkü o kapıdaki tehlikeyi sezmiştir: Nihilizm
Nietzsche’nin tanrının ölümü üzerine duyduğu ürpertiyi en iyi şekilde Heidegger tasvir eder. Tanrının ölümünden kasıt duyuüstü dünyanın insan nezdinde önemini kaybetmiş olmasıdır. Beş duyu ve bunların kapsamı alanı kadar “hakikat”; üstü yok!
Mademki yok o zaman ne olacak? Mevcut değerler değersizleşecek ve insan hiçliğe gark olacaktır. Yani Nihilizm.
Lâkin insan metafiziksiz yapamazdı; kendi metafiziğini kendisi kurdu. En yüce olan “insan”dı, insanı insan yapan da akıl. Batı ise bu neo-metafiziğin medeniyetini oluşturuyor ve insanlığa servis ediyordu. Kıt akıllılar muasırlaşmak adına bu medeniyeti az kapışmadılar. Batı da geçimini sağladı: Demokrasi sattı, özgürlük sattı, insan hakları sattı gemisini hep yüzdürdü.
Aslında yaptığı bal gibi metafizikti. Ne enteresan değil mi?Müstağni insan ve metafizik!?
Katilin maskesini, “insan öldü” diyerek Foucault çoktan indirmişti ama dünyanın taklit emekçileri kulaklarını tıkamış, gözlerini yummuş, harıl harıl Batının ürettiklerini tüketmekle meşguldüler. Foucault’yu dinleyecek ne vakitleri ve ne de anlayacak halet-i ruhiyeleri vardı.
İkinci ölüm ilânı en az birincisi kadar acıklı ve bir o kadar önemliydi. Tanrının katilinin ölüm ilanıydı Foucault’nun haberi. Tanrının katili onun tahtına oturmuş, tanrı gibi ahkâm kesmiş, vaz-i esaslarda bulunarak yalancı bir saltanat sürmüştü. Bu “insan” tarih-dışı, evrensel, mutlak ve bilen bir özneydi.
İşte bu öznenin ölüm ilanı başta Kemalizm olmak üzere dünyadaki Batı mahreçli bütün ideolojilerin ölüm haberi idi aslında... Ancak cesedin en somut olarak görünmesi son günlerde Meriç nehrinin öte yakasında cereyan etti.
Göçmenler Anadolu topraklarında Batıya doğru yürürken yol boyunca köylüler onlara ikramlarda bulundu. Ekmek getirip çorba kaynattı. Elbise verdi, çıplak ayaklı çocuklarına ayakkabı giydirdi. Hava soğuktu battaniyelerini onlara verdi.
Çünkü onlar kadim bir kültürün evlatlarıydı. İslam ile yoğrulmuş Osmanlı Medeniyetinin fakir düşmüş, mağlup olmuş lâkin özünü kaybetmemiş günümüzün müntesipleriydi.
Peki ya nehrin öte yanı? Gaz bombası attı, dövdü, botlarını patlatmaya çalıştı; çocukların ayakkabılarını, biberonlarını aldı; elbiselerine, para ve battaniyelerine el koyup Türkiye sınırına çıplak göndermek için şiddet uyguladı; öldürmekten dahi imtina etmedi.
İşte bunlar da Yunan ve Roma medeniyetinin çocuklarıydı.
Bu barbarca tavır sadece Yunan askerleri tarafından uygulanmadı. Sivil halk da onların bu eylemine iştirak etti. Daha önemlisi Avrupa Birliği ülkeleri Yunanistan’ın bu eylemine tepki koymak bir yana tahrik etti, kışkırttı ve çekinmeden suç ortaklığı yaptı.
Avrupa Nietzsche’yi bir kez daha haklı çıkardı: Kapıda bekleyen uğursuz konuk yine Nihilizm’di. Değersizleşen değerler bu sefer Tanrı-insanın ürettiği değerlerdi.
Tanrıyı öldüren Batılı insan, kendisini öldürmekle meşguldü.
Dünyayı kopkoyu bir Nihilizm bekliyor. Kaynağı Avrupa. Elbette Avrupa’da bu gidişattan mutlu olmayan ve karşı çıkan insanlar var. Tepkilerini de gösteriyorlar. Fakat bu insanın öldüğü gerçeğini değiştirmek için hiçbir anlam ifade etmiyor.
Bu ahvalde Müslümanlara çok iş düşüyor. Vahyin her şeyi yerli yerine oturtacak olan o diriltici soluğuna insanlık çok daha muhtaç. Vahiy kaynaklı değerler ile yeryüzünü imar etmenin lüzumuna şu anda çok daha fazla ihtiyaç duyuluyor.
Tehlike kapı da ya nihilizm ya da yeni bir medeniyet... Mevcut medeniyet varlığın şiddet yüzünü tebarüz ettirerek neşv ü nema buldu. Propaganda amaçlı değerleri ile zenginliğine zenginlik kattı.
Lakin bu gemi Meriç sularında karaya oturdu.
Geleceğin dünyasının bizim gayretlerimize göre şekilleneceği apaçık. Yeter ki bize ayak bağı olan ideolojilerden kendimizi kurtarabilelim; ilk adım olarak bu yeter de artar bile.
Kaynak: Milat Gazetesi