Milli Gazete yazarı İshak KOÇ ANALİZ ETTİ...
Kaosla beslenenlerin mütemadiyen yeni ve sansasyonel hikayelere ihtiyacı vardır. Ele geçirdikleri her yeniyi maymun iştahıyla yiyip tüketmek yaratılışlarının gereğidir ve dengeli beslenebilmeleri için birincil şarttır. Bu doğrultuda en yakınlarına denk düşenleri bile yiyip tüketmekten çekinmezler. Üstelik yeni kan gereklidir ve kanın yenilenmesi için eskisinin def’i hacet kabilinden savılması elzemdir. Böylece döngü tamamlanır. Döngünün insanlığa yansıyan yüzünde sadece aşırı hareketlilik göze çarpar ki o hareketin hiç de bereket getirmediği; insanlıktan tükettiği ve yok ettiği hiçbir şeyin ikame edilmediği çoklarının malumudur.
Malum olmayan, ışık hızıyla bir başka kaosa geçilebilmesi, bir anda yeni sansasyonun zihinlere yerleştirilebilmesidir. Bu çaresiz döngüye alıştırılmış zihinler, sorgulayabilme, soruşturabilme kabiliyetinden yoksundur. Yoksunluğu sadece maddi imkanlarda aramak gibi bir derde maruz bırakılmıştır. Yani böyle bir zihin yapısı oluşturulmuştur; bir meleke olarak insanın varoluşundan ileri gelmez. Eğitim buna engel olamıyor, yetenek bu anlamda zihinsel yapıyı geliştiremiyordur. Yazıktır ki farkındalık zemini bireyin kendi aklını kutsamasını, kendi düşüncesini yüceltmesini, egosantrik bir mahiyette düşünmesini getirir. Ancak bu kafayı yaşamak dahi bir kaosun yoğun girdabında debelenmek serencamından hali değildir. Belki o debelenmek olarak ifade ettiğimiz olayı hayatın gerçeğine yormak gafletine bile düşülür. Ki hayatın gerçeği, bir sanrı olarak insana yerleştirilen simülatif kurgusundan çok da farklı olmasa gerektir. Bizler, tüm bunlara zan der, kaçınmaktan söz eder, geçeriz. Böylece zannın fazlasından kaçındığımızı zanneder, sunulanın cazibesine kapılır gideriz.
Memlekete ve sırasında tüm dünyaya hakim olan söylem, kaostan beslenenlerin avlanma metodudur. Yeterince ilkel bir kafa yapısına sahip olduklarından, tarihin ilk çalışma yöntemlerinden avcılığı iyi bilirler. Yahut belki de sadece bu işi yapabilirler, bir başka meslekte dikiş tutturamazlar. Hangi tür canlı tuzağa düşürülecekse, ona uygun teçhizatı, av yöntemini kullanırlar. Kimi zaman pusuya yatmak, kimi zaman fak hazırlamak, kimi zaman oltayı salıp vurmasını beklemek iktiza eder. Sabır falan hak getire; oltayı gören balık zihinliler, fakı fark eden geyik beyinliler, pusuyu anlayınca dağıttığını sanan kuş beyinliler atılıverirler. Bu atılım avcıların rızkını oluşturur.
Anlamak çözmek olmasa gerektir. Karşılaştığının tuzak olduğunu fark etse dahi söyleme dahil olmaktan kendini alamayan her muhalif, kendince kaosa mütevazı bir katkı sunar. Oluşturulmuş gündem, muhalif olduğunu zanneden söylemlerin katkısıyla kanıksanır, zenginleşir. Bir örümceğin ağına takılıp debelendiğini fark edemeyen av konumundaki muhalif, ağdan kurtulmanın imkanını sıralar durur. Halbuki konuşmak yahut debelenmek işlevi ona biçilen vazifedir. Vazifesine atılmak için içinde bulunduğu vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmez! Oysa gençliğine hitap edenin söylediği gibi o imkan ve şerait çok namüsait bir mahiyette tezahür ediyordur.
Hal böyleyken bir virüsün öldürücülüğünü, alınan tedbirlerin, önlemlerin yetersizliğini yahut çıkış imkanlarını konuşmak, Rusya’yla birlikte Suriye topraklarında devriye atıp atmamayı konuşmaya benzer. Bunları kararlaştırıp devreye sokan konuşanlar olmadığı gibi beyin yakan yorumların mevzuyu zenginleştirdiği de su götürmez. Farklı bir hareket kabiliyeti kazanmadıkça ortaya saçılan tüm söylemler ve hatta eylemler, belirlenmiş kaosun meşruiyetini sağlamaktan başka bir işe yaramaz. Nihayet en fazla tedbirsizlik yahut eksik önlemler konuşulur hale gelmiş, evvelinde söz konusu olan (daha doğrusu inkar edildiği ve konuşulması yasaklandığı için asla dile gelmeyen) ekonomik kriz, yağma, talan, haksızlık, adaletsizlik, sindirme politikaları vs. tamamıyla hatırdan uzaklaştırılmıştır. Bu başarı elbette avcılık ve atıcılıkta adam akıllı ustalaşmış, acımasızlıkta sınır tanımayan meslek erbabının harcıdır.
Döngünün dışında geliştirilebilecek bir hareket olarak memleket meselelerini konuşmaya ihtiyaç vardır. Dün çığırından çıkmış tüm sektörler; işinden, ekmeğinden edilen insanlar ve insandan alıkonan ekmek bugün tamamen ulaşılmaz hale gelmiştir. Şu halde herhangi bir sebebe sarılmaksızın bunun hesabı sorulmalı, sorgulanmalıdır. Defaatle söylediğimiz gibi ‘kitlelerin gücü organizasyondur’ ve o organizasyon için toplanıp dağılmaktan öte gönül birliği, ağız birliği, akıl birliği yeterlidir.