Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nden Prf. Dr. İsmet Emre'ninin "konuya Dair" Yorumu...
Zamanın belli noktalarına yerleştirilen özel günler, özel haftalar ve aylar tam da bu tekdüzeliğin yarattığı kamaşmayı ortadan kaldırmak akıl, yürek ve fizyolojik gözün bakışını yeniden hayata hazırlamak için var.
Zamanın, dolayısıyla tarihin alışkanlıktan kaynaklı bulanıklığa, katılaşmaya ve körleşmeye eklediği bir diğer bozulma daha var elbette: Mesafe yitimi. Kendilerini oldurmak ve gerçekleştirmek için bütün varlıklar arasına ihtiyaç duyulduğu kadar boşluk yerleştiren Allah, bünyesi gereği diğerlerinin önüne geçen her bir varlığın yanına onun uzantılarını kırpacak, ötekinin sınırlarını gözetecek bir mekanizma yerleştirmiştir: Hastalık ve ölüm. Hastalık canlılar arasında geçici denge bozukluğunu gidermenin bir aracı iken ölüm ise daha uzun süreli ve daha kalıcı bir hayatiyetin, birlikte yaşamanın neredeyse tek sigortasıdır. Bütün yaşam döngüsü her bir varlığın kendisine verilen sınırları doldurmak için yekinmesi, doldurması, eksiğini giderdikten sonra ölerek yerini yeni bir canlılığa terk etmesi üzerine kuruludur. Yalnızca fizyolojik olarak ve canlılar arasında değil ruhsal olarak ve insanlar arasında da söz konusu ilişki biçimleri geçerlidir. Burada boşluğu dolduran şey, sadece neslini devam ettirmenin fizyolojik kıpırtısı değil ruhunu gelece taşımanın taşmalarına özgü değerlerdir de. Böylece tek tek insan, genel olarak da insanlık başladığı noktadan ilerleyerek bulduğu boşlukları doldurmanın telaşıyla hareket eder. Söz konusu boşluk öze uygun doldurulduğunda insanlar ve insanlık hayat ile arasındaki bağı güçlendirir, dünyaya geliş amacına uygun bir yaşam sürer. Özden sapma olmadığı ve her insan fıtratına uygun davrandığı sürece biz farkında olmadan her saniye değişen ama değişimi gelişmeyi ifade eden yenilikler, yaşamın kendine özgü tazelikleriyle dünyayı hep yeni, canlı ve hoş gösterir.
Bununla birlikte, başta da söylendiği gibi her zaman böyle olmuyor. Keçi yolları gibi aklın yolları da türlü türlü olduğu, bazısı gidilmekte olan yere daha kısa yoldan, daha hızlı varmayı ihtiva ettiği için tercihler kaosları yaratıyor, kaoslar zihin bulanıklıklarını, zihin bulanıklıkları dünya ile insan arasındaki ilişkinin saflığını bozuyor. Bu ilişki bozulduğunda ya yasası gereği doğa devreye girerek kendini onarmaya gayret gösteriyor veya doğanın gücünün yetmediği yerde Allah başka bir yasayı, peygamberler üzerinden devreye sokuyor. Doğanın hastalığı olarak doğal afetler de uyarıyor yolunu yitirmiş, rayından çıkmış insanı ve insanlığı kendine getirmek için, peygamberler de… Zaten işlerin rayında gittiği, zaten gramerin bozulmadığı hiçbir topluma peygamber gelmemiştir. Her peygamber mutlaka bir eksiği tamamlamak, bir fazlalığı dizginlemek, bir yanlışı doğrultmak, bir adaletsizliği gidermek için gelmiş, işleri rayına koymuş, vasiyetini bırakarak çekip gitmiştir bu dünyadan.
Son uyarıcı, son düzeltici, son kendine getirici olarak İslam, kendisinden önceki bütün kültür ve medeniyetleri süzgecinden geçirerek kendisinden sonraki insanlar ve insanlık için muhteşem bir gramer kurmuştur: Kur’an’ın öncülüğündeki bu gramer, Allah’ın yasalarını taşıyan bir teori, Hz. Peygamberin yaşam tarzını ve sözlerini taşıyan bir pratik ile sadece kendisine iletilmiş kültürlerin geleceğe aktarılmasını değil, bünyesine aykırılık taşımayan bütün kültürlerin yok oluşunu da engelleyen harika bir sistem kurmuştur. Bugün bile İslam beldelerine bakıldığında, insan elinin dokunup yok etmediği endemik topraklarda olduğu benzeri hiçbir kültürün, medeniyetin, ritüelin yok olmadığını, bilakis fazlaca inanç, ibadethane ve insanlığın bilumum ortak mirasının dimdik ayakta durduğunu görür. Büyüklük buradadır. İlhamını Allah’tan alan bütün büyük medeniyetler, bırakın kendi varlığı için ötekini yok etmeyi, ötekinin varlığı için gereken ihtimamı sonuna kadar gözetmişlerdir. Kendi sınırlı varlığı için başkalarını sınırsızca yok etme anlayışı güden hiçbir medeniyet kendisinin büyük ve güçlü olduğunu iddia edemez, etmemelidir. Çünkü medeniyet, gücün değil, adaletin gölgesinde yeşeren bir meyvedir.
Son birkaç asır sayılmazsa hakim olduğu bütün süreçlerde belki de bugün insanlığın karşı karşıya olduğu doğal ve yapay pek çok felaketin panzehirini taşıyacak devasa bir bilimsel alan inşa etmiştir İslam. Seyyit Hüseyin Nasr’ın ifadesiyle Uzak Doğu dışında kalan bütün büyük medeniyetlerin fikri mirasını devralmış, büyük çoğunluğunu revize ederek kendine mal etmiş, yapısına uymayanları da yok etmek yerine yeniden yeşerebilecekleri alanlar ihdas ederek onların her birine “sığınak” olmuştur. Şunu açıkça belirtelim ki İslam olmasa bugüne ulaşmış sayısız kültür ögesi belki de daha o zamandan yok olmuş, zaman okyanusunda tarih gemisinin bir daha hiç uğramayacağı derinliklere gömülmüştü. İslam, Antik Yunan ile Ortaçağ Avrupa’sı arasında bir köprü işlevi görmenin çok ötesinde, Endülüs üzerinden, Avrupa Ortaçağını bitirerek kaosa son vermiş, Batı dünyası için de sayısız alanda ilham kaynağı olmuştur. Çünkü İslam sadece bir inanç sistemi değil bir ahlak kurucudur da; sadece bir güncel yaşam düzenleyicisi değil bir estetik kurucudur da; sadece bir teori değil bir pratiktir de; sadece bir medeniyet değil yerel kültürlere yaşam fırsatı veren bir kültürdür de; sadece hayatı değil doğum öncesi ve ölüm sonrasını da düzenler. O hem tek insanı hem de bütün bir insanlığı hem içeriden hem dışarıdan kuşatan, insanın ve insanlığın hayrına olabilecek her şeyi mündemiç yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük grameridir. Bu gramerde kendisine ulaştırılmış insanlığın bütün birikimleri yeniden harmanlanmış, tozlarından arındırılmış, parlatılarak sonraki kuşaklara aktarılmış ve yeri geldiğinde yeşermeyi bekleyen sayısız öz mevcuttur. Bu gramer insanın ve insanlığın dünyaya inişinin, dünyayı gezişinin, dünyadan gidişinin şifrelerini barındırmaktadır. Kapı açılmıyor ve duvarın öte yakasına geçilmiyorsa sorun ya şifrenin unutulmuş olması veya anahtarın yanlış kapıda denenmesidir.
Heyhat ki varılan noktada şifre de unutmuş yanlış kapılar da zorlanmaktadır. İslam dünyası bırakın kaosu dindirmek, iyilik vadisine geçmenin şifrelerine hakim olmak, kaosun bir parçasına dönüşmüştür. Nesilden nesle aktarılan, bellekten belleğe geçen bütün o sağaltıcı şifreler önce tozlanmış, yalan yanlış hatırlanmaya başlanmış, ardından Modernizm kazasıyla büsbütün silinmiştir. Şifreler kaybolmaz ama insanlar şifreleri unutur ve şifreler hatırlanmayı bekler.
Her tarafını kötülük duvarlarının çevirdiği, ısırgan otları bürümüş, insanın en azgın duyguları tarafından talan edilmiş bu yakadan, öteki yakanın güllük gülistanlık tarafına geçmek için şifreyi hatırlamaktan başka şansımız yoktur. O şifrenin ilk harfi dürüstlüktür. O şifrede yeryüzünün sahibinin Allah olduğu yazılıdır. Herkesin ve her şeyin bir yazgısının olduğu, ölümün de en az hayat kadar hakikat içerdiği. Kaderin gerçekten var olduğu ve hiç kimsenin, hiçbir şeyin hayatının bir saniye bile geri çekilemezliği, ileri alınamazlığıdır.
Aslında, şöyle bir bakıldığında, İslam dünyasında temel ibadetler dışında onları hayata tutunduracak neredeyse hiçbir şey kalmadı. Zamanın yeknesak akışı içinde her kendini kaybedişte tekrar kendine gelmek için kavurucu yaz sıcağında yüze serpilen serin su gibi ruhun kuraklığını gideren kelime-i şehadet; günün belli vakitlerinde yeryüzündeki konumunu belirleme fırsatı veren namaz; kazandıklarını öteki insanlar ile paylaşmaya imkan veren zekat; yeryüzünde sadece kendisinin yaşamadığını, kendi dışında da insanlar olduğunu ve kendisi gibi aynı kıbleye yönelen, kalpleri aynı duygularla çarpan öteki insanlarla karşılaşma zemini hazırlayan hac. Ve bütün bunları görmek için, şifreyi hatırlamak için bir kişiye, tek kişiye bakmak yetecek: Hz. Muhammed. İnsan oluşunu hatırlamak için, içine gömüldüğü bataklıktan hafifleyerek çıkmaya fırsat veren, ruhsal ve bedensel kaosu yumuşatarak iyiye geçişi kolaylaştıran Ramazan da bunlardan biridir. Unutulmamalı ki yeni bir dinamizm yeni bir ruhsal ve bedensel inşa ile mümkündür ve bütün inşalarda kıta temizliği yapılır.
Kaosu dindirecek tek şey, onun gerisine çekilmek, onu geriden seyrederek plan yapmaktır. Kaosun parçası olanlar asla onu bitiremezler. Ramazan, bütün bir yılın kaosunu bitirmek için bir adım geriye çekilmeyi, hayatı bir adım geriden seyretmeyi buyuruyor. Ramazan yeniden başlamanın, yeniden kurmanın en önemli imkanı olarak, orada, karşımızda duruyor. İçinde sayısız kir barındıran ruh ve beden kabımızı boşaltmayı, onun yerine yeni ve temiz olanı doldurmayı bekliyor. Boşalmayan kap doldurulamaz. Beden kabı da ruh kabı da burada, tarihin bu noktasında, ramazan ayında boşalacak ve yerine tertemiz sular dolacak. Temennimiz budur.
Prf. Dr. İsmet Emre, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü