Tarih: 10.05.2019 17:01

Kanunla Kazanırken Vicdanda Kaybetmemenin Yolu

Facebook Twitter Linked-in

Kemalist iktidar sınıflarının bu ülkede ne dolaplar döndürdüğünü gayet iyi biliyoruz. Çünkü çevirdikleri dolapların üzerimizde bıraktığı acılar hâlâ tazeliğini koruyor. Ancak belki trajik bir şaşkınlık belki de stratejik bir sapma sonucu bir bütün olarak Kemalist ideoloji ve iktidar biçimiyle mücadele edilmesi gerektiğini unutup, bütün meseleleri salt aktüel polemiklere çevirerek yürütmeye çalışan politik bir tutum çıktı ortaya. Üstelik bu polemikçi tutum sadece siyasal alanla sınırlı kalmayıp entelektüel ve ahlaki zeminleri de esir almış durumda.

31 Mart seçimlerine gidilirken beka tartışması üzerinden tırmandırılan gerilimin ne kadar ve kimin işine yaradığı ortada olmasına rağmen hiç hız kesmeden 6 Mayıs´a doğru koşturuldu. YSK´nın İstanbul seçimleri için verdiği iptal ve yenileme kararı kim ne derse desin tartışmaları bitirmek bir tarafa, alevlendiren yeni bir durum çıkardı karşımıza. 

Gerilim yüksek olduğu için fark edilemiyor olabilir ama YSK´nın kanuna uygun gözüken kararı sadece muhalefet cephesinde değil içeride de ciddi tereddütlere, sıkıntı ve itirazlara yol açtı. Hiç kimse meşruiyeti mahkeme kararlarına eşitleyen türlü söylemlere tenezzül etmesin. Çünkü maşeri vicdan, yüksek yargı kriteri filan dinlemeden her zaman olduğu gibi hayatın içerisinde deviniyor.

Onların Çirkinliği Bizi Güzelleştirir mi?

CHP´nin halka karşı nasıl konumlandığını da TSK´dan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, YÖK ve TÜSİAD´a kadar bürokratik oligarşinin bütün birimleriyle ne türden kirli işbirlikleri içerisinde olduğunu tabii ki hiç unutmayacağız. Ne Tek Parti rejimi uygulamalarından ne de askeri darbelere çanak tutarak mescidden tesettüre değin bütün İslami şiarlara saldırıları örgütlemiş olmaktan ötürü utanç ve pişmanlık duymadığını da gayet iyi biliyoruz. 

Ancak bütün bunları ve daha fazlasını sürekli nazara vermek YSK´nın aldığı kararın toplum tarafından kolayca makul ve makbul bir karar olarak algılanacağı anlamına gelmiyor. Çünkü yenilenme gerekçesinin oyların çalındığı ve sahte seçmenler oluşturulduğuna dair yüzlerce iddianın ardından bazı sandık başkanlarının memur olmamasına dayandırılmasını topluma anlatmaya girişmek pek de kolay değil. Seçimlerde yapılan yolsuzluklar, sahte ve yığma seçmenler, birleştirme tutanaklarındaki usulsüzlük itirazlarından geriye bu gerekçe mi kalacaktı?

Hiç değilse yenilenme kararı, seçimden önce yapılan bazı yanlışları telafi etmeye, eksikleri tamamlamaya bir fırsat olur belki diyerek umutlanmak istiyor insan. Ancak öfke giderek yükseliyor. Mesela şu ya da bu sanatçının, şarkıcının, mankenin, tiyatrocunun ?her şey çok güzel olacak? sloganı etrafında politik tercihlerini belirtmesinden, talep ve temennilerini dile getirmesinden neden rahatsızlık duyuluyor? 

Resmi makamların bunları ?kayıt altına? alması, sosyal medyadan ?şaka mısın oğlum sen?? jargonuyla tehdit etmesi veya fırçalaması asla normal değildir. Yakışıksız olduğu gibi kitleleri kışkırtmaya, karşı cenahta kenetlenmeye teşvik edecek ve fakat sadece sahiplerine işleyecek bir tuzaktır. Şeffaf tercihler ve aleni politik duruşlar en az serbest seçimler kadar meşru ve masundur. Bu duruşa karşı yükseltilen ve kontrolünü kaybeden öfke kendi saflarınızda bile özgüven sorunu olarak anlaşılır.

Strateji Kayıp, Taktik de Zayıfsa 

Peki, içeriden gelen itirazları ne yapmalı? ?Bir arpa boyu yol alamamışız? eleştirisi çok abartılı. Ama 367 krizini hatırlatan kıyası oturup etraflıca bir düşünmek gerekmez mi? ?Kursunlar partiyi, görelim boylarının ölçüsünü? yaklaşımı kesin ve keskin bir karar olarak her gelişme karşısında tekrarlandıkça AK Parti daha önce hiç kullanmadığı bir dile, üsluba ve daha önemlisi bir usule doğru savruluyor. Stratejik planlar yapılıp yapılmadığı müphem. Ancak yürürlüğe sokulan taktiklerin dahi hedeflere ulaşamayacak derecede zayıf, sığ ve tutarsız olduğu göz ucuyla bakanlar tarafından görülebiliyor. 

Parti içindeki hainler ve fırsatçılar listesi günden güne kabardıkça kabarıyorsa, Reis´in her zamankinden daha yalnız olduğuna yönelik vurgular artık bir gurur vesilesi olarak nakarata dönüşmüşse zil takıp oynanacak zamanda değiliz demektir. Adam eksiltme ve kadroları tasfiye etmeyi yüklerden kurtuluş gören/gösteren kariyerist kafalardan çıkan tavsiyelerin düşmana hacet bırakmayacağı aşikârdır. Toplum seçime doyamamış ve tekrar sandığa koşma hevesiyle yanıp tutuşuyor gibi çizilen tablolar zihinleri bulandırıyor, hisleri uyuşturuyor ama vadeyi uzatarak ödenecek faturayı ağırlaştırıyor sanki. 

Hiç olmadığı kadar savunma pozisyonuna geçilmişse, uzun uzun izahlarla muhalif cepheden ziyade müzahir kesimleri ikna etmek için mesailer harcanıyorsa kanunlardan daha önce ve daha çok adalet, merhamet ve maşeri vicdana sarılmak gerektiği netleşmiştir. 24 Haziran seçimlerinin olduğu gibi 31 Mart seçimlerinin de son derece önemli mesajları var. Bu mesajlar gereğince alınmışa benzemiyor. Çünkü yine ihanetle başlayıp kumpas ve fırsatçılıkla devam eden lakin özeleştiriye yer vermeyen, toplum karşısında açıkça ve adresi belli bir biçimde yanlışları, eksikleri, suçluları itiraf etmeyen tutumda ısrar kuşatıcı ve güven telkin edici vasfını kendi eliyle yitirir. 

Siyasetin gücü devlet kurumları ve finansa hükmetmekten önce adalet ve vicdanı temsil eden söylem, duruş ve istikrarı temsilden neşet eder. Unutmayalım ki; kanunlar ve mahkeme kararları ancak adalet ve vicdanla eş güdüm halinde olduğunda siyaseti kuvvetlendirir.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —