Tarih: 06.09.2020 08:23

Kantarın topuzu kaçmadı mı?

Facebook Twitter Linked-in

İnönü Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik “Son yıllarda istismar alanına maalesef imam hatipli olmak da girdi. İmam hatipli olmak bayağı prim yapmaya başladı” diyor.

"Ey inananlar! Haydi! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten tanıklar olun. Maide 8 “

Dünya’ya egemen olanların  güç kaybettiği ve çok kutuplu bir sürece girilen bir dönemde, ülkemiz milli savunmada ve egemenlik haklarımızın korunmasında güzel işler yapmaya başladı. Özellikle savunma sanayiinde ortaya koyduğumuz performans dost düşman herkesin dikkatini çekerken, biz de dışa bağımlı savunma ürünleri yerine milli ürünlerimizi geliştirmeye başladık. 

Sağlık alanında ortaya konulan performans, özellikle de “pandemi” konusundaki önlemler toplumun büyük kesimi tarafından olumlu bulunuyor. Şüphesiz bu başarılarımızda alanında iyi yetişmiş teknik elemanlarımızın, ileri teknoloji alanında öne çıkan mühendislerimizin, tıp mensupları ve diğer uzmanlarımızın önemli bir paylarının olduğu su götürmez bir gerçektir.

Bunların yanında, aşağıda izah etmeye çalışacağım diğer bazı alanlarda yapılanların günü kurtarsa bile, gelecekte endişeye sebep olabilme potansiyeli taşıdıkları kanaatindeyim. 

* * *

2000’li yıllar öncesi Türkiye’de siyaseti yönlendirenlerin en önemli takıntılarından birisi, bürokrasinin her kademesinde görev alacakların mutlaka kendi anlamlandırdıkları cinsten bir Atatürkçülük çizgisinde olması idi. O dönemde bu anlayışın dışında görülenlerin ağızlarıyla kuş tutsalar bile, herhangi bir göreve getirilmedikleri bir süreç yaşadık. O yıllarda üniversitelerde işlerin nasıl yürütüldüğüne bizzat şahit olduk. Atatürk’ün ve Atatürkçülüğün nasıl istismar edildiğini biliyoruz. Öyle ki odasında onlarca Atatürk resmi asanları, yakalarından Atatürk rozetlerini hiç eksik etmeyen uyanıkları unutmadık. Nitekim o yıllar Atatürk istismarcısı birçok insanın üniversite yönetimlerinde üst görevleri işgal ettikleri dönemdi (Bu arada samimi Atatürkçüleri onlardan ayrı tutmak gerekir diye düşünüyorum).

Şimdi iş döndü dolaştı yani keser döndü sap döndü bu sefer de iktidar o günün mağdurlarına nasip oldu. İktidarın yeni sahipleri başlangıçta hak, hukuk ve adaleti elden bırakmamaya, önceki dönemin yaptığı hatalara düşmemeye gayret ettiler. Ancak bu hassasiyet  belirli bir zamana kadar sürdü.

* * *

Bu arada yöneticisi olduğum üniversitede bazı öğretim elemanları, sırf eşlerinin baş örtülü olduğunu ve bu alandaki mağduriyetlerini ileri sürerek akademik kadro taleplerine başladılar. Yeterli akademik çalışmaları olmamasına rağmen... Dolayısıyla dönem değişmiş, daha önceki istismarcılar gibi bu seferde yeni bazı istismarcılar ortaya çıkmaya başlamıştı. 

Son yıllarda bu istismar alanına maalesef imam hatipli olmak da girdi. İmam hatipli olmak bayağı prim yapmaya başladı. Siyaseten verilecek görevlerin dağıtımı alakalı alakasız nerdeyse imam hatip kökenli olup olmama üzerine kuruldu. Bugün Milli Eğitim Bakanlığı’nda görev yapan okul müdürlerinden, üniversite rektörlerine, YÖK üyeliklerine ve daha bir çok alanda yönetici olmak için imam hatipli olmak tercih edilme kriterlerinin en başına geçti. Elbette ehliyet ve liyakat sahibi imam hatip kökenli, rektör, bilim insanı ve  bürokratlarımız var ve olmalıdır. Bunlar da adalet ve liyakat ölçülerine göre doğal olarak belirli yönetim kademelerinde görev almalıdır. Buna bir sözümüz olamaz. Bu satırların yazarı her ne kadar bu hususu eleştiri konusu yapsa da, ilahiyatçı birçok yakın arkadaşı olan ve onlarla birlikte oturup kalkan birisi olduğunu belirtmemde yarar var. Bu alanda iş öyle bir noktaya taşındı ki kantarın topuzu epey kaçırıldı. Mesela Karadeniz bölgesinde görev yapan dokuz üniversite rektöründen sadece birisi ilahiyatçı değil. Ayrıca üniversite rektörlerinin çok önemli bir bölümü ya imam hatip kökenli ya da ilahiyatçı. Bu durum imam hatiplerle herhangi bir dertleri olmayan kesimlerde de artık bir hoşnutsuzluğa yol açtı. Bu tür uygulamalar bu alandaki bir karşı duruşa sebep olduğunda, bunun vebalini kimler taşıyacak? Sadece bu günü değil, ülkenin geleceğini de düşünmemiz gerekmiyor mu? Bir ayrışma ve yarılmaya sebebiyet verildiği kimsenin hatırına gelmiyor mu? En azından üniversitelerde yönetim bilimleri, kamu yönetimi, mühendislik ve doğa bilimleri alanında yetişmiş bunca bilim insanımız varken, bu kurumları sadakat düşüncesiyle ilahiyatçılara teslim etmek ne kadar emaneti ehline vermek olarak değerlendirilebilir. Ülkenin sıkıntılı süreçten geçtiği bu dönemde ilahiyatçılar kadar yönetim bilimleri, mühendis, matematikçi, fizikçi ve biyolojistlere, bilgisayar ve diğer bilim alanında yetişmiş olanlara da itibar edilmesi gerekmiyor mu. Ülkemizin daha ileri seviyelere taşınması, bu alanlarda bilim ve teknoloji üretecek kapasitede bilim insanlarının omuzlarında yükselmeyecek mi? Bahse konu bilim alanlarında yönetici belirlerken, yüksek öğretimdeki popülasyonları kadar diğer alanlara da pay ayırmak gerekmez mi? Teknik ağırlıklı üniversitelerin yönetimini ilahiyat kökenlilere vermek, ne kadar akılcı ve sağlıklı oluyor. Bu tür görevlere getirilenlerden akademik altyapısı uygun olmayan bir Allah’ın kulu da biz bu görevler için uygun değiliz yürekliliğini bugüne kadar göstermedi. YÖK ise bu konuda sükut etmeyi yöntem olarak uygun buluyor anlaşılan. 

* * *

Kantarın topuzu kaçarsa gelecekte keser bu sefer başkalarının eline geçtiğinde, sızlanmanın faydası olur mu bilmem? Kimseye söyleyecek sözümüz olur mu? Bu ülkede düzgün insanların sadece imam hatiplerden çıktığını düşünüyorsak büyük bir yanılgı içerisindeyiz demek.  

Hatırımda kaldığı kadarıyla 2011 yılında  YÖK’ de sağlık alanında Doçentlik Komisyonlarının belirlendiği  bir toplantıya ben de bir üniversite rektörü olarak katılmıştım. Fetullahcıların (o gün terör örgütü olarak görülmüyorlardı) tüm doçentlik belirleme komisyonlarını kendi adamlarından oluşturmağa çalıştığı bir ortamda bu duruma itiraz etmiştim. “Siz Yüksek Öğretimde bir yarılmaya sebep oluyorsunuz. Bu ayıptır diyerek” o toplantıyı terk etmiştim. Bu anlattığıma o toplantıya katılan üniversite rektörleri ve YÖK çalışanları şahittirler. 

Bugün de bunun kadar olmasa bile, böyle bir yanlışlık yapma lüksümüz bulunmuyor. Devlet yönetimi duygularla değil  bilim, ahlak, adalet ve liyakat üzerinde yükselir ve yürütülür. Yapmaya çalıştığım bu  samimi uyarının, dikkate alınacağı hususunda pek umudum olmasa da, en azından gelecek nesiller için  bu dönemin yanlışlıklarına  işaret eden kimse çıkmadı mı diyeceklere sözümüz olsun istedim.  

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —