Kamuoyu kavramı her ne kadar saf, yansız veya tarafsız bir mefhum gibi görünse de aslında siyaset bilim, sosyal psikoloji veya sosyoloji açısından hiç de öyle olmadığına dair ciddi tartışmalar yapılmaktadır. Hatta bu kavramın toplumlar üzerinde irrasyonel bir güç olduğunu iddia edenler de vardır. Öyle ki halkın hâkim kesimler tarafından istenildiği tarafa yönlendirebilmesi için sihirli(!) bir kavram olduğu da düşünülmektedir. Bunu savunanlara göre kamuoyu kavramının tamamen reddedilmesi bile mümkündür.
Günümüzde kitle iletişim araçlarının toplumlardaki muhalif çevrelerin ötesinde alternatif görüşleri engelleyerek tek bir bakış açısının kabul ettirilmesindeki rolü yadsınamaz hale gelmiştir.
Hatta kamuoyu denildiğinde herkesin kendi sınırlarını belirlediği bir kamuoyundan bile bahsedilebilir. Bu noktada iletişim araçlarına hükmedenlerin ifade ettikleri “kamuoyu” sanki toplumun tamamının ortak bileşenleriymiş gibi takdim edilmesinin üzerinde durulmalıdır.
Meşhur dilbilimci Noam Chomsky ile ekonomist Edward Herman da Rızanın İmalatı: Kitle Medyasının Ekonomi Politiği (1992) isimli eserlerinde konuyla ilgili olarak kitle iletişim araçlarının rolünü sorgulamışlardır. Bilindiği gibi kitle iletişim araçları halka mesaj ve sembolleri ulaştırma sistemidir. Bunu yaparken bireyleri eğlendirip aynı zamanda bilgilendirme işlevi de görürler. Ancak onları belirli değerleri, inançları ve davranış biçimlerini kabullendirmeye çalışmak ise sistemli bir propaganda ile mümkün olabilir.
Bugün artık siyasi tahakkümün kültür ve fikirler bazında meydana geldiği de çok aşikârdır. Propaganda artık sivil toplumun belirli bir görüş ve ideolojiye angaje edilmesi değil, çok daha ileri giderek “sağduyu” olarak kabul ettirilmesine doğru evirilmiştir. Bir siyasi partiye oy vermenin ötesinde, o partinin yapmış olduğu bütün icraatların “doğru” ve “isabetli” olarak kabul edilip savunulması beklenmektedir. Yani “sağduyu” ile hareket etmek demek iktidarın bütün söylemlerine boyun eğip rıza göstermek anlamına gelmektedir. Ekonomik sıkıntı içerisindeki kitlelerin ideolojik olarak bu durumun geçici olduğu ve ülkenin bunları rahatlıkla aşarak refaha ereceğine inandırılmaları böylece daha kolay olmaktadır. Algıları ile oynanan kitlelerin kendilerine söylenilenleri sorgulamak yerine edilgen bir biçimde itaate zorlanmaları onların nasıl bir propagandaya maruz kaldıklarının da bir göstergesidir. Bir zamanlar gerçeği taklit etmek veya değiştirmek amacıyla kullanılan manipülasyonlar artık mazide kalmıştır. Zira değiştirilmek istenilen gerçeğin bizzat kendisi de taklit edilemez hale gelmiştir. Yalanın bir başka yalan ile yalanlanması artık bir sarmal oluşturmuş ve hakikat kitle iletişim araçlarının da yardımıyla tamamen ortadan kalkma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu dönüşüm detaylı bir toplumsal mühendislik sürecine işaret etmektedir. Bu süreç sosyal bilimcilerin bulgularına dayanan bilimsel prensiplere göre düzenlenip profesyonel halkla ilişkiler uzmanlarınca uygulanmaktadır. Yani, günlük rastgele gelişmelerin ötesinde bir grup profesyonelin sistemli olarak çalışıp bir mühendislik projesi edasıyla topluma yeni “inanılması gereken” hususların ve sembollerin sunulmasıdır. Böylelikle ülke küçük bir oda haline getirilmiş ve tek bir fısıltının yüzlerce kez tekrar edilmesiyle genel kabul gördüğü bir ortam hedeflenmiştir.
Bu ifadelerden maksadımız genel bir halkla ilişkiler serencamı vermek değildir elbette. Tabii niyetimiz rızanın, özellikle de yönetilen, tahakküm edilen veya belirli bir ideolojiye göre hareket etmesi beklenen ve bir bakıma susturulmak istenilen kitlelerin rızasının elde edilmesine işaret etmektir. Ülkemizde artık motivasyonu kaybolmuş, ana gayesi işbaşında kalmak olan bir iktidar var. Bendeniz de bu köşede vatandaşlarına iyi, güzel, doğru veya müreffeh bir gelecek vaat edemeyen bir iktidarın yönetimde kalabilmek için neler yaptığını siz kıymetli okurlarımla paylaşmaya çalışıyorum. Kamplaşma, ayrıştırma ve ötekileştirme metotlarını kasten kullanarak, kendisine itiraz edilmesinin önüne geçmek, karşısında olanların bir araya gelmelerini engellemek gibi ince hesaplar yapıldığı artık gözlerden kaçmamaktadır. 18 yıllık iktidar döneminde birbirine taban tabana zıt uygulamaların her seferinde toplumsal açıdan karşılık bulmasının ana sebebi, aslında bir bakıma “toplumsal mühendislik” çalışmalarının başarısıdır. Bu noktada iktidar tarafından atılan kimi faydalı adımların toplumsal desteğin sağlanması adına ilk etaptaki itici güç olduğu da doğrudur. Ancak son tahlilde siyasi, sosyal, ekonomik veya kültürel açıdan elde neler kaldığına bakılacak olursa, ortaya çıkan sonucun gelişim, değişim mi, yoksa başkalaşım mı olduğu sorusu önem kazanmaktadır.
Bütün bu kriz alanlarından çıkışı sağlayacak yegâne yol, asgari müştereklerin yeniden inşasıdır. Kamuoyu veya sağduyu demek aslında toplumdaki asgari müşterekler demektir. Mevcut yol ve yöntemler sürdürülebilir değildir. Algı dayatmalarıyla yönetilen süreçler, gerçekler ortaya çıktığında çok daha olumsuz sonuçların doğmasına sebep olurlar. Adil, doğal, şeffaf olmayan ve hayatın olağan akışına uymayan hiçbir yöntemin son tahlilde başarıya ulaşma imkânı yoktur.