Bir ülkenin ekonomik kalkınması ya da büyümesi amaç değil araç olarak görülmelidir. İnsan refahını desteklemek (istihdam, tüketim, barınma, sağlık, eğitim ve güvenlik gibi ihtiyaçları karşılama) için önemlidir.
Ekonomik kalkınma sürdürülebilir büyümeyi başarmak için zor ama gerekli adımları atmakla ilgilidir. Bu adımlardan en önemlisi yurtiçi tasarrufları artırmaktır. Bu zordur ama zorunludur.
Harrod, Domar, Solow gibi klasik kalkınma ekonomistleri yoksul bir ülkede hızlı bir ekonomik büyüme sürecinin başlangıcı için tasarrufların gerekli olduğunu ortaya koymuşlardır.
1970’li yıllarda petro-dolarların küresel finans piyasalarına akması tasarruflarla ilgili yeni fikirlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Artık gelişmekte olan ülkelerin yerel sermaye yatırımı için uluslararası borçlanmaya başvurabilecekleri anlayışı ortaya çıkmıştır. Özellikle Latin Amerika’da ağır borçluların maruz kaldığı ciddi ekonomik krizlere rağmen bu düşünce devam etmiştir.
Oysa Çin 1978-2008 yılında yüzde 52’lere ulaşan çok yüksek tasarruf/GSYH oranıyla büyük kalkınma hamlesini gerçekleştirmiştir.
Çin örneği, bir ülkenin iç tasarruflarından yararlanarak kendi üretim kapasitesinin geliştirilmesi gerekliliğini net olarak göstermektedir. Yine, hiçbir ülke sanayileşmeden büyük ekonomi haline gelmemiştir. Şüphesiz bu süreçte girişimcilik hayati bir rol oynar. Kendi girişimcilerini sanayici yapabilen ülkeler başarılı olmuşlardır.
**
Gelişmekte olan ülkelerin sınırlarını yabancı finansal akışları açması gerektiği fikri (neoliberal akım) hâlâ politika yapım çevrelerinde geçerli kabul edilmektedir.
Mali krize giren ülkelere bakıldığında; her birinde krizden önce yüksek meblağlarda yabancı sermaye girişi, ulusal paranın aşırı değerlenmesi, büyük dış açıklar, finansman zorlukları, kur artışları, sermaye kaçışı ve kriz.
1980’lerde Latin Amerika, 1991’de Hindistan, 1994’te Meksika, 1990’ların sonunda Doğu Asya ülkeleri ve Rusya, 2000’lerin başında Brezilya, Türkiye, Arjantin bu tarz sermaye hareketlerinden etkilenen ve krize giren ülkelerin başlıcaları.
Açıkçası, finansal küreselleşme ekonomileri büyütme yerine, büyümeden alıkoyan en temel faktör olarak kanıtlanmıştır.
Yani, finansal küreselleşme makroekonomik istikrarsızlığı arttırmış, finansal krizler için koşulları hazırlamış, ticarete konu olan sektörü daha az rekabetçi hale getirerek uzun vadeli büyümeyi engellemiştir.
Uzun vadeli kalkınma ve makroekonomik istikrar için finansal küreselleşmenin sürdürülebilir olduğunu savunan çok az iktisatçı kalmıştır.
Finansal küreselleşmenin en kötü mirası iç tasarrufları yetersiz olan az gelişmiş ülkelerde tasarruf yetersizliğini gidermenin tek yolunun dışarıdan gelecek finans kaynağı olduğu fikrinin benimsenmesidir.
Büyüyememe sorunu yaşayan gelişmiş ülkelerin uyguladığı düşük (negatif) faiz, gelişmekte olan ülkelerin de bu fonlardan fütursuzca yararlanmaları nedeniyle dış borçlarını riskli düzeylere taşıması söz konusu. Sonuçta bu ülkelerde oynak-kırılgan bir ekonomik yapı söz konusu olmaktadır.
**
Gelişmiş ülkeler vergi topluyor ve bunları sağlık, sosyal güvenlik, yol, savunma, diploması, altyapı, eğitim gibi vatandaşın yararlandığı yatırımlarda kullanıyor. Yeri geldiğinde vatandaş memnuniyetsizliğini belirterek (kurumsal demokrasinin işlemesi) bu tip harcamaların yeniden tahsisini değiştirebiliyor.
Aynı durum Afrika’nın, Asya’nın yoksul ülkeleri için geçerli değildir. Çünkü hükümetlerin vergi toplama kapasiteleri son derece sınırlıdır, devletin sunduğu hizmetler yetersiz ve kalite sorunları söz konusudur.
Devletin yönetsel kapasite kısıtlılığı dünya çapında yoksulluk ve yoksunluğun en önemli nedenidir. Başka bir deyişle, ilgili-duyarlı vatandaşlar ile etkin çalışan devlet etkileşimi olmadan küresel yoksulluğu ortadan kaldıracak ekonomik büyümeyi gerçekleştirme şansı yoktur.
**
Özetle, ekonomik kalkınma ve büyüme için iç tasarruflar hayatı önem taşıyor. Yine kendi girişimcisiyle sanayi yapısı kurmak kalkınmanın bir diğer belirleyeni.
Bir ülkenin ekonomik performansını ya da kişi başına gelirini belirleyen en temel faktörlerden biri de kurumsal yapının varlığı ve izlediği kamu politikalarıdır. Kendi iç tasarruflarıyla, doğru kurumsal yapı ve politikaları seçen az gelişmiş ülkelerin çok hızlı büyüme gerçekleştirdikleri örnekleri önümüzdedir.