Kaleyi içeriden fethetmek ya da dost görünen düşman

İnttependent Türkçe için M.Xalid Sadînî yazdı

Kaleyi içeriden fethetmek ya da dost görünen düşman

Son 4-5 yıldır o kadar hızlı ve baş döndürücü gelişmeler oluyor ki ülkemizde, benim gibi nispeten hayattan çok fazla beklentisi olmayan insanlarda bile baş ağrısına sebep oluyor.

Eski ittifaklar bir günde sonlandırılıyor, dostlar düşman oluyor, kardeşler ve aile efradı bile siyasi nedenlerle birbirine giriyor, biri diğerini suçlama konusunda hiçbir şeyden imtina etmiyor. Kimi düne kadar ebedi kurtuluşumun reçetesi diye, hakkında hezeyanvari tiratlarda bulunduğu adamın örgütünün, cemaatinin, partisinin itirafçısı oluyor.

Ebedi rekabet ve düşmanlık içerisinde olduğunu sandığın, okuduğun, gördüğün adamlar ise, ertesi gün bilmem ne ruhuyla bir araya geliyor ve sanki birbirlerini kötüleyen, kötü şeylerle itham eden, hakaret eden, hatta küfreden onlar değilmişçesine sarmaş dolaş oluyor ve yepyeni ittifaklar kuruyorlar. Dün birlikte olduklarına bugün dünkü karşıtlarıyla birlikte en acımasız bir şekilde saldırıyorlar. Tabii ki, bütün bu kötülüğe ister istemez şahit oluyorsun. Çünkü normal bir insansın, medyayı takip ediyor, sosyal medyayı görüyor, TV seyrediyorsun ve hatta bütün bunlarla ilgin yoksa bile başkasından duyuyorsun ve yine başın dönüyor. 

Oysa biz dindar olduğumuzu sandığımız bir toplumuz. Bu kadar kötülük, bu kadar döneklik ve ihanetten uzak durmamız icap eder. Zira mensubu olduğumuz İslam dininin temel özelliklerinden biri; Sıratı Müstakimdir; yani dosdoğru yol. Hz. Ali, "Birisiyle dost olduğunuzda bütün sırlarınızı paylaşmayınız ki yarın birbirinize küstüğünüzde başınıza bela olmasın. Yine bir insan ile küsmüşseniz, onun hakkında, yarın onunla karşı karşıya geldiğinizde utanmayasınız diye çok kötü şeyler söylemeyin" der. Ama gel gör ki, Hz. Ali´nin bu evrensel kanunu bizim için, toplumumuzun siyasi ve toplumsal yöneticileri için bir kaide ve kural olmaktan çok, folklorik bir atasözü kıymetinde bile değil.

Bütün bu baş döndürücü gelişmeler bana "Dost Görünen Düşman" hikayesini hatırlatıyor. Hikaye çok eski ve çok bilindik olsa da, bundan hiç bir ders almadığımızı düşündüğümden bir kez de ben hatırlatmak isterim. Dost Görünen Düşman kitabının önsözünde, Ömer Rıza Doğrul, (ki bu zat M. Akif Ersoy´un damadıdır aynı zamanda) der ki:

Açık düşman, en basit düşman ve belki de en iyi düşmandır. Çünkü ona karşı tedbir almak ve ondan korunmak çok kolaydır.

Dost görünen düşmanla ve bu düşmanın hileleriyle uğraşmak ise çok güçtür.

Dost görünen her düşman, mutlaka insandaki merhamet duygusunu istismar eder. Böylelikle bir şahsı tepelemeyi, bir memleketin istilasını kolaylaştırmayı yahut vicdanları avlayarak beşeriyeti birbirine düşürmeyi gözetler.

İnsanları bu yolda kurulan tuzaklardan korumak için yazılan üç hikâyeyi seçerek yüksek bir hissin, süflî maksatlar uğruna âlet edilmesinin neticelerini belirtmek istedim.

Seçtiğim bu üç hikâye, dünyanın en mümtaz şahsiyetlerinden üçüne aittir.

Birincisi; Tarihin babası sayılan Herodot´un tarihinden; ikincisi Beydabâ adıyla tanınan Hint filozofunun Kelile ve Dimne adlı eserinden; üçüncüsü ise Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî´nin Mesnevi´sinden aktarılmıştır.

Her biri dost görünen düşmana ayrı bir rol vermiş ve ona bu rolü oynatarak dost görünen düşmanın ayrı bir cephesini aydınlatmıştır.


Sanırım bu üç kitaptan, Herodot´un Tarihi çok bilinmezse de diğer ikisi; Kelile ve Dimne ile Mesnevi Türkiye´de en çok bilinen ve okunan kitaplardandır. Zira Kelile ve Dimne´nin en az on değişik baskısı var ben de. Şule, Timaş, İnsan, Bedir ve Beyan Yayınları´nın dışında da baskıları olduğunu biliyorum.

(Bu arada küçük bir tavsiye bu kitabı okuyunuz, daha önce okuduysanız tekrar okuyunuz. "Beyan Yayınları´nın geniş olan baskısı okuduklarımın en iyisidir" diyebilirim)

Dost Görünen Düşman´ı, Herodot ve Mevlana gerçek insanlar üzerinden, Beydeba ise fabl; "Karga ve Baykuşların Hikayesi"ni hayvanları konuşturarak anlatmış. Ama ben bu gün size, daha az bilineni, yani tarihin babası Herodot´un hikayesini anlatmak istiyorum.

Herodot der ki:

İranlı Dara´nın kuvvetleri, çok muhkem olan Babil Kalesini muhasaraya almış ve 17 ay boyunca kaleyi fethetmeyi başarmışlardı. Çünkü kaleleri hem çok muhkem hem de Babilliler, Dara´nın saldırısından haberdar imişler ve ona göre hazırlıklarını yapmışlardı.

Babil kalesine sık sık hücum etmelerine, değişik hile ve desiselerle saldırılar düzenlemesine rağmen İran kuvvetleri, bırakın bir gedik açmayı kalede, bir delik bile açamadılar. Günler sonra bir Babilli, kale burçlarından, İranlılara seslenerek; "Ey İranlılar, bizim kalemiz çok sağlam, siz bizimle baş edemezsiniz. Ne zaman katır doğurursa belki o zaman kalemizi alabilirsiniz" der.

Babil´li katırın doğurmayacağından emindir. Hâlâ bizim buralarda bile, olmayacak bir iş için, "Ne zaman katır doğurur ve ya tuz biter, yani tuz tohumdan çıkarsa" denilir. Babilli katırın doğurmayacağını sanıyorsa da, bu olaydan birkaç gün sonra, Dara´nın en önemli komutanlarından Zapiros´un katırı doğurmasın mı? Adamları Zapiros´a haber verirler ve o da hem şaşırır hem de bunu, kalenin alınabileceği konusunda Tanrı´nın bir lütfu olarak değerlendirir. 

Hemen hazırlıklara başlar, önce kulağını keser, burnunu yırtar, bütün vücuduna işkence yapar ve bu perişan haliyle Dara´nın karşısına çıkar. Dara çok şaşırsa da olaya, durumu bütün açıklığıyla padişahına anlatır Zapiros. Ve sonra da Dara´ya hitaben Zapiros; "Ey padişahım, eğer bu kaleyi gerçekten almak istiyorsan beni dinle ve dediklerimi harfiyen uygulayın. Ben bir kaçak gibi kaleye girmeyi başardıktan sonra, siz bir kaç gün bekleyin ve 20 tane işe yaramaz askeri doğu kapısına gönderin. Aradan beş gün geçtikten sonra bu kez 50 tanesini batı kapısına yollayın. Bir hafta sonra da daha fazlasını güney kapısına gönderiniz. Bütün bunların ardından bir süre bekleyin ve Kaleyi tekrar yakından ama gizlice kuşatın. Bütün kapılara yanaşın" der ve gider.

Yaptığı plan mükemmel bir şekilde işler. Önce kolaylıkla kaleye sokulur. Başına gelen felaket gördüğü işkenceden bellidir zaten! Ve Babillilere; "Dara´ya bu kaleyi kuşatmaktan almaktan vazgeçelim. Onlar bize bir zarar vermediler, dedim. O da size çok düşman olduğundan beni bu hale getirdi" der.

Babil askerleri Zapiros´u Krallarına götürür, durumunu anlatırlar. Kral önce onu tedavi ettirir ve kendisinden bir isteği olup olmadığını sorar. Bunun üzerine Zapiros Kral´a; "Bundan sonraki tek amacının, kendisini bu hale getiren Dara ve askerlerinden intikam almak olduğunu, eğer oradan bir saldırı gelirse kendisi onlara karşı ölümüne direneceğinden, kendisinin onlara karşı gönderilmesini..." yalvararak söyler.

Plan işler ve beş gün sonra bir grup Dara askerinin kaleye doğru geldiği haber verilir. Zapiros çok küçük bir kuvvetle onları karşılar ve hepsini öldürür. Babil Kalesi´ne zaferle geri dönen Zapiros kahraman gibi karşılanır ve küçük bir grubun başına komutan olarak atanır. Aradan bir hafta geçmeden daha büyük bir İran askeri kuvvetinin kaleye doğru geldiğini haberi gelir gelmez Zapiros kendi kuvvetleri ile kaleden çıkar ve gelen askerlerin hepsini tekrar öldürür. Zapiro´un nâmı kale içinde yayılır ve daha büyük bir kuvvete komutan olur. Ününün yayılmasından büyük keyif alan Zapiros gittikçe kale efradı içinde güvenilir bir insan haline gelir. Aradan bir kaç gün daha geçer ve büyük bir kuvvetin kaleye doğru harekete geçtiği haberini verir gözcüler ve doğal olarak Zapiros küçük bir kuvvetle kaleden dışarı çıkar ve darmadağın eder eski yandaşlarını...

Bunun üzerine Babil Kralı Zapiros´u ordusunun komutanı olarak atar ve kalenin anahtarlarını da ona teslim eder. Derken planlanan gerçekleşir ve İran Ordusu Kale´ye doğru gizlice hareketlenir, sadece bir kapıya açıktan gelirler. Zapiros´da kuvvetlerini o kapıya yönlendirir ve kendisi diğer kapıları açtırır İran ordusuna. Bunca yıldır her saldırıya ve hücuma direnen Babil kalesi içten fethedilir ve tarihten silinir.

Şimdi son 4-5 yılda ülkemizde olanları göz önünde bulundurarak, bütün bu ittifakları, karşıtlık ve yandaşlıkları değerlendirirsek, gelinen süreçte, her siyasi parti ve örgütün zıddına dönüşmüş olması, daha önce her ne söylüyor idiyse bu gün tam zıddını söylemesi, kalelerin içten fethedildiğini göstermektedir.

Kaynak: Independent Türkçe