Sıra dışı bir deprem ile karşı karşıya kaldığımız bedihidir. İki bağımsız depremin dokuz saat ara ile gerçekleşmesinin hem ülke insanına ve hem de bütün bir insanlığa söylediği bir uyarı/duyuru vardır. 7. 7 ve 7. 6 gibi ardı ardına bağımsız depremlerin etkisi on ili aşan bir etki sahasına ve neredeyse ülkenin nüfusunun sekizde birine tekabül ediyor. Bu kadar büyük bir felaket ülke açısından bir ilktir.
Varlığın her katmanının ve her varlığa çıkan var olma biçiminin bir amacı ve gerçekleştirilmesi gereken bir olayı veya olguyu işaret eder. Metafizik bir ilke olarak varlık, varlık sahasına yöneldiği andan itibaren bir Yaratıcı Kudret tarafından başlatılmakta ve bir İrade ile harekete geçmektedir. Hiçbir varlık katmanı ve kategorisi kendi başına hareket etme kabiliyet ve gücüne sahip değildir. Yani olay, olgu, oluş, olan ve olmakta olan hiçbir şey kendiliğinden meydana gelmemektedir. Bütün olup bitenlerin bir sebebi ve sahibi bulunmaktadır. Bu malikiyet, varlığın olmazsa olmaz şartıdır. Yaratıcı Kudret, varlığı adım - adım, saniye -saniye belirleyerek varlık sahasına yönlendirir. Yani varlık ile Yaratıcı Kudret arasında bir boşluk bulunmamaktadır.
Yaratılışta ve varlıkta anlamsız herhangi bir şey veya durum yoktur. Olan her şey bir plana ve bir anlama göre gerçekleşmektedir. Burada iki temel gerçek dikkate alınmalıdır: Kozmik planda olup bitenin ilahi irade ve meşiet tarafından gerçekleştirilmesi ile insani iradenin devreye girdiği ve yaşamı etkileşim üzerinden belirlediği ve sorumluluk yüklendiği zemin ayrımı… İlahi irade her zaman insani iradeyi de kuşatan ama ona belirli bir özgürlük alanı bırakarak ona sorumluluk yüklemektedir. İnsan ve sorumluluk arasındaki derin korelâsyonu bu zemin üzerinden anlamlı bir şekilde tanımlamak mümkün olacaktır. Yaşam dediğimiz form hem belirli yasalar üzerinden gerçekleşmekte ve hem de etkileşim üzerinden yine yasa düzeyinde bir karşılık ile yeni durumlar üretebilmektedir. Ama bütün bu olup bitenlerin ise ilahi meşiet ile bağını göz ardı etmeden değerlendirmekte yarar. Çünkü ilahi meşieti devre dışı bıraktığınız an, anlamlı bir açıklama yapma ihtimaliniz kalmamaktadır. Bunu denemeye çalışan modern kültür ve episteme ise sınıfta kalmaktadır. Sadece modern muktedirler ilahi meşietin rolünü çalma çabaları ile iktifa etmektedir.
Kozmolojiyi ilahi bir sıfat ve isim üzerinden okumak ile kendi kendine olup biten bir nesne olarak okumak arasında derin bir fark vardır. Kozmoloji ve kozmolojiyi anlaşılır kılan zaman olgusunu da ilahi meşietten ve ilahi esma ve sıfatlardan bağımsız ele alamayız. Bu bize şunu gösterecektir: kozmoloji İbn-i Arabî’nin de dediği gibi ilahi sıfatlardan biridir. Zaman da ilahi bir sıfat olarak kabul edilmektedir. Eğer kozmolojiyi ve zamanı ilahi birer sıfat olarak değerlendirdiğimizde -ki öylesi vahyin izahına daha uygun bir durumu işaret eder- o zaman ‘bir yaprak bile Allah’ın izni olmadan yere düşemez’ ilahi buyruğunu doğru anlamaya yakın olacağız demektir. Allah’ın varlığı kuşatmasının ne anlama geldiğinin açıklamasını yapabilir hale geliriz. Allah’ın kuşatıcılığı mutlaktır. Herhangi bir sızıntı veya boşluk bulunmaz. Çünkü O uyumaz, sürekli kayyum/ayaktadır. Her şeyden haberdar ve her şeyi bilmektedir. İşte bu temel ilahi sıfatları doğru okumanın yolu; kozmolojinin ve zamanın ilahi birer sıfat olarak tanımlanması ve böylece zerrenin bile ilahi bilgiden ve görüşten uzak kalma ihtimalinin olmadığını belirlemiş oluruz. Bu da bize aşkın ve içkin ulûhiyetin neye tekabül ettiği konusunda bir fikir verecektir.
Bu noktada insani özgürlüğün neliği meselesi gündeme taşınacaktır. İşte bu noktada ilahi meşietin varlığını insani faaliyetinde içinde yer aldığı büyük bir zemin olarak düşünülmesi gerektiği gibi insani faaliyet alanının etkileşim üzerinden yaşamın kendisine yönelik bir etkisinin varlığı da tartışmasız bir şekilde vuku bulduğu belirtilmelidir. Bu vuku bulma olgusu da ilahi irade ve bilgi nezaretinde gerçekleştiği de bedihidir ki buna dair ilahi işaretler vahiy yolu ile gönderilmiştir. Özgürlük ve sorumluluk meselesini birlikte düşündüğümüz zaman bu mesele kendiliğinde hal yoluna girecektir. Çünkü yaşamda olup biten şeylerden birebir insan sorumlu tutulmaktadır. İnsanın yapıp ettikleri ile yaşamın yöne değişime uğramaktadır. Ama buna karşılık ilahi meşiet devreye girerek insani azgınlığa bir sınır çekme olgusunu da insani azgınlığın yaşama yüklediği şeyle irtibatlı olarak düşünülmelidir. Azgınlığın nefes aldıramaz hale getirdiği bir zeminde insan yaşamı tehlike altındadır. Bu insandan neşet eden tehlike ilahi irade ile ortadan kaldırılarak insana özgürlük alanı bahşedilmektedir.
Denge bu noktada temel bir konuma sahiptir. Mükâfat ve ceza karşılık olmadan verilmez, bu adalet duygusuna halel getirir. İlahi irade ise adalet üzere kaimdir. Ve bu adalet duygusunu tecrübe ve idrak eden bir insan duygusunu da içinde taşır. İnsan yaşadığı şeyin adil olduğuna kesinlik derecesinde bir duygusal zemine sahiptir.
Bu mesele tarih boyunca farklı boyutları ile tartışma zeminine gelmiştir. Özellikle kader meselesi bağlamında ele alındığı zaman farklı bakışlar ortaya çıkmıştır. Ama bilinmesi gereken şey; ilahi izin ile ilahi emir arasındaki derin farktır ve bu farkın ilahi meşietin temelini oluşturduğudur. Yaşamda bir boşluk yoktur. Yasalılığın varlığı, mucizenin inkârını taşımaz! Mucize de bir yasalılık üzeredir. Ama yaşam istisnalar üzerine kuruludur. Değişim, farklılaşma, olgunlaşma vesaire hep bir istisnai durum üzerinden başlar. Sabit bir durum ancak soyut ve ilke düzeyinde gerçekleşmektedir. Değişim ise iradenin devrede olduğu her zeminde vuku bulur. Dolayısıyla insani ve ilahi irade aynı zeminde vuku bulan ve bu olguyu aşan bir durumu da işaret eder. İnsani irade hep vardır ve olmaya devam etmektedir. Ama bu ilahi iradeyi dışarıda tutan ve ilahi iradenin izni dışında olup biten bir şey değildir.
Tekrar meseleye dönüldüğünde, büyük olaylar, insanlığın karşı karşıya kaldığı büyük durumlar ile birebir ilişkilidir. Nuh tufanından Ad ve Semud kavminin helakine kadar her olayda insanlığın karşı karşıya kaldığı durum, insanların kendi elleri ile ve kurdukları kurumlar aracılığı ile gerçekleşmiştir. İnsanların özgürleşememe durumu ile karşı karşıya kalındığında ilahi irade devreye girer ve o zalimleri anlamsız, gereksiz, yetersiz bir şekilde göstererek etkilerini ve iktidarlarını söndürür. Her tabiat olayı bir uyarı görevi görür. Bunu ise ancak basiret sahipleri anlar.
Yeni bir kültürün ve egemenliğin iktidarı altında insanlar köleleştirilmektedir. Yani kendilerine sunulan yaşamın dışında başka bir yaşama yönelmelerinin imkânları bu yeni iktidar eliyle yok edilmektedir. İnsanların özgürlükleri ellerinden alındığı gibi istemedikleri bir yaşam tarzına da zorlanmaktadırlar. Bu zorlama, hem gönüllülüğü içinde taşıyor, hem de oluşturulmuş şartların dayatmasını içermektedir. Tek tip bir yaşamaya gönüllü kabulü içinde taşıyan ama dışına çıkmayı engelleyen bir sistem söz konusudur. Bu sistem ilahi olanı dışlayan bir yapıya sahiptir. İnsan ve Yaratıcı Kudret arasına set çekmeye çalışmaktadır. Ulûhiyetin anlamını yitirdiği bir kültürü mutlak iktidar yapma arayışları farklı yöntemler ile sahaya sürülmekte ve insanlar etkisi altına alınmaktadır. İşte bu noktada istisnai olan devreye girecektir.
Sekülerleşmenin tek kabul olarak varlığı açıktır. İslam coğrafyasında da bu kabul giderek yaygınlaşmaktadır. Bilimsel veriler üzerinden her şey açıklanmaktadır kabulü genel yaygın görüşe dönüşmektedir. İnsanın gücünün her şeye yeteceğine dair yaklaşımlar, gelişmeler, teknik ve teknolojik araştırmalar, uzay çalışmaları vesaire ile ulûhiyetin yerini alacak bir sistem arayışı sürekli insanlara pompalanmaktadır. Propagandası yapılan bu durumun insanın özgür bir şekilde nefes almasını imkânsız hale getirmektedir. İşte burada ilahi meşiet devreye girerek bu yeni ilahların bir gücünün olmadığını açıkça gösterdiği olaylar vuku bulur. Hala kafası karışık insanların doğruya yönelmesine bir zemin ve işaret kılar. O böbürlenen insanın aslında çok zayıf ve güçsüz kaldığını insanların gözüne sokar. İnsanların yaptığı kurumlarında bu olaylar karşısındaki zayıflığını göstererek İlahi Kudreti yeniden görmelerine bir işaret kılar. Böylece insanların İlahi İradeyi göz ardı eden tavırlarının cezalandırıldığı zaman adalet vurgusuna yönelmeleri imkânsız kılınır. Çünkü hatırlatıcı olan Allah’tır. Hatırlaması gereken ise insandır. İnsan, kendisine hatırlaması için sunulan ayetleri, olayları, felaketleri uyarı olarak görerek düşünerek kendine gelmeli, hatırlamalı, kendi sınırlarını bilmeli ve İlahi İradeye boyun eğerek yaratılış amacını gerçekleştirmelidir. Kurutuluş o zaman gerçekleşir.
İşte Kahraman Maraş’ta yaşanan bu deprem bize yeniden düşünmeyi, olayları doğru değerlendirme ölçütlerini hatırlamayı ve istikameti yeniden bularak yönelmeyi sağlamalıdır. Kendi yetersizliğimizi idrak etmeli, ilah olmaya soyunan insanların açmazlarını ve zayıflıklarını, acizliklerini okumalı ve ilahi inayeti sağlayacak bir ruh ve eylem planına yönelmeyi idrak etmeliyiz ki kurtuluş yoluna erelim…
Rabbim, depremde hayatını kaybedenlere rahmeti ile muamele eylesin, mekânlarını cennet eylesin, onları şehitler zümresine ilhak eylesin. Geride kalanlara sabrı cemil ihsan eylesin, yaralılara şifalar versin, mal ve can kaybı yaşayanların yakınlarına paylaşma duygusu ihsan olunsun…
Allah (cc), İnsanlara bu elim olaydan yeterli dersleri çıkararak hem maddi ve hem manevi sorumluluğu yerine getiren kullar olmayı nasip etsin, kendi özgürlüğünü herhangi bir şey ile değiştirmemeyi irade edecek basireti nasip etsin…
Âmin…
Kaynak: turkish.aawsat.com