Bu yazıda sizlere iki ?mefkure insanını? ve onların ?hicranlı talihini? anlatmak istedim. Elçibey´i rahmetli olmuş, bir dostumdan dinlemiştim. İki insanın aslında o kadar çok ortak yönü vardı ki, bu nedenle ben ikisine müştereken bakmayı, ders almak noktasından, daha doğru buldum.
Her ikisinin de sevdiğimiz ve sevmediğimiz yönleri olabilir, ben size onların penceresinden, ?Onlar ve Türkiye? hikayesini anlatmak istiyorum. Fikirleri konumuz değil.
Elçibey; Kuzey Afrika İslam ülkeleri konusunda akademik çalışma yapmış bir aydın. ?Tolunoğulları devleti? de özel araştırma konusu. Bunu pek kimse bilmez.
Elçibey ?prostat kanserinden?, Mursi ?kalp krizinden?, Hakk´a yürüdü.
Elçibey Keleki´de gözetim altında tutuluyordu, bir anlamda, hapisteydi, Mursi de öyle. İkisi de hapiste vefat etti desek yanlış olmaz. Allah ikisine de rahmet eylesin.
Biri Rus askeri darbesiyle, diğeri Amerikan askeri darbesiyle devrildi.
İkisi de Türkiye sevdalısıydı. İkisini de Türkiye destekliyordu.
Elçibey ?Türkçü-Turancı?, Mursi ?İslamcı? bir veri tabanından beslenmiş ve yürekleri iki ayrı mefkureye kilitlenmişti. Eksiğiyle, fazlasıyla.
İkisinin de devlet yönetme tecrübesi yoktu, tecrübeli teknokratlara sahip değillerdi. Üstelik ikisine de kılavuzluk eden Türkiye´nin, bu alanlarda yetişmiş tecrübeli ve de sahada eğitimli kadroları yoktu. Azerbaycan ve Mısır´da da yeterli kadrolar yetiştirilmemişti.
İktidara gelişleri, birçok yönüyle; ?zamansızdı?, ?birikimsizdi?, ?hazırlıksızdı?, ?desteksizdi?.
Önce Elçibey´i anlatalım.
?Kafkasların kapısı? stratejik bir ülkeden ve onun ?Türkçü? lideri Elçibey´den bahsedeceğim.
1990´lı yıllardı ve Rusya çöküyordu. Rusya´nın; ?genişleme, ideolojisini yayma ve silahlanma yarışına? girmesi, ekonomisini çökertmiş, sosyal dokusunu da tahrip etmişti.
1985´te iktidara gelen Gorbaçov´un, Rusların önüne koyduğu tek seçenek ?Glasnost ve Perestroyka-açıklık ve yeniden yapılanma? idi. Stratejik anlamı, ?ekonomimizin yönetebileceği kadar sömürgemiz olsun, kaldıramayacağımız yükleri atalım? idi. 1922 yılında kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) 1991 yılında bu nedenle dağıldı.
Azerbaycan da, bu süreçte, SSCB´den ayrılan ülkelerden biriydi. Azerbaycan´ı ve Elçibey hareketini etkileyen bir gelişme olmuştu bölgede. Ermenistan, 1987-1988-1989 yıllarında, Azerbaycan´a bağlı özerk bölge Karabağ´ı ve Azerbaycan´ın bazı topraklarını işgal etmişti. Bu Azerbaycan´da milliyetçi hareketlerin yaygınlaşmasında en önemli faktör oldu. Azerbaycan´ın Türkiye´nin hemen burnunun dibinde olması da bu milliyetçi hareketin ?Türkçülük? olarak şekillenmesini sağladı.
Rus derin devleti, o zamanki KGB, parçalanmayı geçici görüyor ve tedbirler alıyordu. Rus derin devleti, kontrol etmek istediği ülkeleri; Rus nüfusunu oralara taşıyarak, o ülkelerdeki küçük etnik unsurları güçlendirip, kendisine karşı çıkabilecek çoğunluk nüfusu, kontrol edecek makamlara yerleştirerek ve kontrol etmek istediği bölgelerde sıcak çatışma alanları oluşturup, sonradan kaşıyabileceği veya müdahale edebileceği ortamları oluşturarak, kontrol ediyordu.
Azerbaycan´da da öyle yapmıştı. Milletin adını Azeri, Alfabesini de Kiril yapmış, dini değerleri de neredeyse yok etmişti. Stalin´in ?Azerilik siyaseti? toplumları koparmaya dönüktü.
Türkiye, Rus baskıları ile ?diğer ülkelerde de Türkler var demeyi Turancılık kabul edip?, bu fikirleri çoktan yasadışı ilan etmişti.
İşte böyle bir ortamda, Türkçü bir çizgide, Azerbaycan Halk Cephesi (AHC) 1989´da kuruldu. Elçibey de bu harekete lider seçildi. Ruslar çok rahatsız oldu ve Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı olan Gürcü Eduard Şevarnadze´nin talimatı ile ?Ermenileri korumak? gerekçe gösterilerek, Rus askeri birlikleri Bakü´ye girdi. ?Kanlı 20 Ocak- 20 Yanvar 1990? Rus askeri birlikleri, Rusları protesto eden halkın üzerine ateş açtı. Rus Savunma Bakanı Dimitri Yazov´un ?Kudurmuş Halk Cephesini ezmek gerek? sözünün gereğini yapmıştı Rus ordusu.
Türkiye, kımıldayamadı bile. ?Cumhuriyetin kuruluş felsefelerine? sadık kaldı ve ?SSCB ile arasındaki dostluğa zarar vermeyeceğini? açıkladı. Özal cumhurbaşkanı, Akbulut-Yılmaz-Demirel başbakan, Mesut Yılmaz ise dışişleri bakanı idi.
30 Ağustos 1991´de Halk Cephesi bağımsızlık bildirgesini yayınladı, Ekim 1991´de referandumla bağımsızlık kabul edildi, Kasım 1991´de Türkiye tanıdı. Aralık 1991´de de SSCB resmen dağıldı.
Elçibey iktidara geldi. 1992-93 tarihlerinde, sadece 1,5 yıl iktidarda tutunabildi-tutulabildi.
Elçibey; Türkçü-Türkiyeci-Türk Dünyacı bir ?üçlü anlayışla? gücünü artırmayı tasarladı. Azerbaycan´da çıkan petrolü Türkiye ile %50-50 bölerek, Türkiye´nin güçlenmesine vereceği katkının, aslında ?Azerbaycan´ın güvenliği? için de gerekli olduğunu biliyordu. Ama; kadrosu yoktu, devlet yönetimi tecrübesi yoktu, arkasında Türkiye´nin gücü yoktu.
30 milyon civarında Türk nüfus barındıran İran, bu gelişmelerden son derece rahatsızdı. İran istihbaratının önemli isimlerinden Ekber Genci, 1992 yılında yaptığı açıklamada ?Dünya üzerinde Azerbaycan adıyla bir devlet olarak tanınan bir karış toprağın bile varlığı bizim ulusal güvenliğimize yönelik tehdittir. Bu tehditle sürekli mücadele etmek durumundayız´´ diyordu. Ve İran öyle de yaptı ve Ermenistan´la stratejik müttefiklik imzalayıp, onları destekledi.
Ruslar da pusudaydı ve kendilerine yakın bir gücü, yönetime taşımanın planlarını yapıyordu. Suret Hüseyinov, çoktan Ruslar tarafından iktidara hazırlanmış ve 3-5 tank, 5-10 zırhlı araçla Gence´den Bakü´ye doğru yola koyulmuştu. Gence deresi üzerindeki tek geçiş yeri köprüde, Türk özel kuvvetlerinden yeterli asker ve silah vardı, durdurabilirlerdi Suret´i. Uydu telefonu ile Ankara´yı aradılar askerler, ama Ankara ?siz karışmayın? dedi. Onlar da karışmadılar ve Suret Hüseyinov, Bakü´ye gitti ve Elçibey´i devirdi.
Demirel´den bir hatıra nakledelim: ?Haydar´ı aradım ve bir ülkenin evladına bir-iki kere ihtiyacı olur, şimdi o zaman, durma Bakü´ye git ve iktidarı al dedim ve ona uçağımı gönderip, Bakü´deki iktidarı teslim almasını sağladım.? Garip ve hazin değil mi?
Türkiye Elçibey iktidarını ayakta tutmak için kuvvet göndermek dahil, bir çok opsiyonu değerlendirmişti aslında. Ama iş ?boyundan büyüktü?. Elçibey Nahcivan-Keleki´de kaderine terk edildi. Türkiye için doğuda bir ümit ışığı söndürülmüştü.
Rusya ve İran Kafkasların yolunu kesmişti.
Muhammet Mursi´ye gelelim.
Mısır, İslam dünyasında dengeleri değiştirebilen, stratejik değeri yüksek bir ülke ve onun lideri.
Osmanlı çökmüş, Müslüman coğrafyası batılı ülkelerin askerleri ve yönetimleri tarafından işgal edilmişti. Müslüman ülkelerin servetleri artık batıya aitti. Ve batı bu toprakları kontrol edebilmek için elbette yeteri kadar da yerli işbirlikçi bulabilmişti.
Ama başkaldıracak insanlar da vardı. Bu başkaldırı; ?antiemperyalist, anti-batıcı, milliyetçi ve elbette Müslüman? kimliği ile ortaya çıkacaktı.
Mısır´da İngiliz sömürüsüne karşı ilk örgütlenme, 1920´lerde Hasan El Benna´nın kurduğu Müslüman Kardeşler oldu. Müslüman dayanışması üzerine teşkilatlanan örgüt, zamanla, Müslüman direnişine dönüştü. Mücadele zemini ister istemez, Müslüman Kardeşleri silahla da buluşturdu. Seyyid Kutub´un ?Yoldaki İşaretler? kitabı, cihat anlayışını silahlı mücadele boyutuna taşıdı ve İslami Cihad, Sahva ve El Kaide gibi İslamcı gruplara ilham kaynağı oldu.
Müslüman Kardeşler, sadece bulunduğu ülkede değil, bütün Müslüman toplumlu ülkelerde, iktidarları değiştirmeyi amaç edinen ?Siyasal İslamcı? hareket olarak, diktatörleri ürküttü.
2005 yılında Mısır´da yapılan seçimlerde Müslüman Kardeşler % 20´lere yaklaşan bir başarı elde etmişti. Mısır´ın diktatörü 2010´daki seçimlere sokmayacaktı, Müslüman Kardeşleri.
Türkiye´nin Mısır Müslüman Kardeşleri ile yakın ilişkileri de bu dönemlerde derinleşti. Erdoğan Türkiye´de elde ettiği ?kurulu düzeni değiştirebilme? başarısını, Mısır´ın da başaracağına inanıyordu. Bu nedenle Müslüman Kardeşler motive edildi. 2011 ?Arap Baharı? da vesile oldu. Sokak hareketleri başlatıldı. Tahrir meydanı diktatörlüğe direnişin sembolü olmuştu. Direnişe; liberaller, solcular, Kıptiler, laikler de katılıyordu. Şubat 2011´de seçimler yapıldı ve Müslüman Kardeşler ve yine İslamcı olan Nur Partisi toplamda parlamentonun % 70´ini ele geçirdi. Bu, devrimi destekleyen diğer gruplarda hoşnutsuzluk yarattı. Demokrasiden uzaklaşılıyordu.
?Demokrasi inşası?, ?İslami bir rejim kurulması? anlayışına doğru evriliyordu. Erdoğan´ın Türkiye´yi dönüştürme başarısı ile de heyecanlanarak, gidişata fren konulmadı. Cumhurbaşkanlığı için aday olmama sözü verilmesine rağmen aday çıkarıldı ve ilk turda %25, ikinci turda ise katılanların % 51´inin oyunu alarak, Mursi cumhurbaşkanı seçildi.
Müslüman Kardeşler Mısır´daki güç dengelerinin bozulduğunun farkında değildi. Veya acele ederlerse işi kotarabileceklerini düşündüler. Erdoğan da, aynı hatayı işliyor ve ?yeni Mısır ve Mursi? ile bütün bölge ülkelerini ve küresel Ortadoğu dengelerini sarsacak sulara yelken açmayı normal ve acil görüyordu. Davutoğlu´nun deyimi ile ?Türkiye-Mısır ekseni? kurulmuştu.
Türkiye ve Mısır süratle ikili işbirliği anlaşmaları imzaladılar ve Doğu Akdeniz´de bir askeri tatbikat bile gerçekleştirdiler. Üstelik Mursi İran´ı da ziyaret etmiş, resmi tamamlamıştı.
Mursi ile yola çıkan diğer muhalifler ?Temerrüt-isyan? hareketini kurdular ve Mursi yönetimine karşı protesto gösterilerini yaygınlaştırdılar. Amerikan´ın kontrolündeki orduya yol açılmıştı. Ordu Mursi´ye ?muhtıra? verdi. ?Muhalefetin taleplerini uygula, yoksa müdahale edeceğim?. Mursi´nin akıl verenleri ?biz orduyu hallettik siz de halledersiniz? diyorlar ve Mursi´den ?geri adım atmamasını? istiyorlardı. Mursi de söz dinledi. Geri adım atmadı ve Mısır Ordusu ?yönetime el koydu?. Mursi´nin şehadet kapıları da böyle açılmış oldu.
Müslüman Kardeşler, ?hesapsız-kitapsız? bir strateji ile, ?İslami bir devlet? kurmaya, ?yetersiz güç? ile ?çok kısa bir zamana? ?stratejik dönüşümü? sığdırmaya zorlanmıştı. Müslüman Kardeşler, ?çoğunlukçu mu yoksa çoğulcu mu? tercihini, ?seçimi kazandım, benim dediğim olur? diyerek, ?çoğunlukçuluktan? yana kullanmış ve ?çoğulcu-katılımcı demokrasiyi? atlamıştı.
Mısır; Doğu Akdeniz´in kilit ülkelerinden biri, Filistin ve İsrail´e yakın konumda, bölgenin en güçlü ordusuna sahip, Afrika´nın Avrupa´ya geçiş kapısı, çok önemli dengelerin üzerindeydi.
ABD, Suudiler-BAE ve İsrail´in desteği ile Mısır Ordusu´na dengeleri yeniden kurdu. Müslüman Kardeşler en az 30 yıl kaybederek, siyasi mücadele alanından ?merdiven altına? itildi.
ABD, İsrail ve Suudiler, Türkiye´nin yolunu kesmiş, Doğu Akdeniz´de avantaj kaybedilmişti.
Sonuç;
Doğu´da ve Batı´da iki stratejik gelişme ve Türkiye´nin iki başarısızlığı. Zindan ve ölümle biten iki hayat, Elçibey ve Mursi. Bir atımlık barutla yapılan iki fetih harekatı. Barut bitmiş, güç yetersiz kalmış, telaş ve acemilik iki stratejik fırsatı, iki felakete dönüştürmüştü.
Elçibey´in kaybı Kafkas ve Türk dünyasının yollarını, Mursi´nin kaybı ise İslam Dünyasının ve Doğu Akdeniz´in kaybını, doğurmuştu. Türkiye iki stratejik avantajı kaybetmişti.
Büyük mefkureler için; öncelikle iyi kadrolar yetiştirme gerekliliği, yeterli güç temerküzünü, uzun vadeli stratejiler geliştirmeyi, küresel dengelerin gözetilmesini, ehliyetli liderlere sahip olunmasının gerekliliğini, başımızı duvara vurarak öğrenmiştik. Öğrenebilmiş miydik?
Kapanan bu stratejik yolların yeniden açılabilmesi; başka liderlik, başka siyaset, başka stratejiler, başka yollar bulunmasını gerektiriyordu, artık.
Velhasıl ?acemi?; ?Bozkurt? ve ?Rabia? yenilmişti.