Kadınlar ve Kürtler neden tecavüz ve ölüme layık kalıyor?

Mücahit Bilici'nin yeni yazısı;

Kadınlar ve Kürtler neden tecavüz ve ölüme layık kalıyor?

 

Asker, polis, memur ve hatta sadece Türklük statüsü taşıyan pek çok çöpten insanın Kürt illerinde genç kızları, köylüyü ve sözde vatandaşı taciz etmesi, elini kolunu sallayarak tecavüze maruz bırakması ve tırnağı olamayacağı nitelikteki insanları terörize etmesi bir tesadüf değildir.

İşgal orduları hangi nedenden dolayı talan ve ganimeti kendilerine hak görüyorlarsa kadınların ve Kürtlerin tecavüz ve ölüme layık görülmesi de o sebepledir. İşgal hakikati üzerinde biraz düşünmeli. Öylesine söylenen bir söz olmamalı. İşgal bir yerde vuku bulduğunda haysiyet ve namus payimal olur. Yani ayaklar altına “düşer”. İşgal, muhatapların namus ve kendilik’ten düştükleri bir temelluk biçimidir. Yani işgal eden, işgal edilene baş ve hakim olur. İşgal edilen bir nesneye, bir ganimete dönüştüğü için ihlali hak haline gelen bir mal durumuna düşer (kılıç hakkı). Mal ve ganimet olana yönelik tecavüz ve ihlal bir suç değildir. Mal haline gelmiş olan şeylerin tecavüz ve ölüme uğratılması basit bir tüketim eylemidir ve suç sayılmaz.

Vahşet ve barbarlık çağının insanları fetih ve işgal ile iftihar ederler. Cengiz Han’ın torunları bu tür barbarlığın en güzel örneklerini ortaya koymuşlardır. Önlerine çıkan taşlar ile başlar arasında fark görmemişler. Eskiden herkes insan değildi. İnsan kategorisi de evrensel bir değer değildi. Kadın ve Kürt meselesinde eşitlikten düşmektir asıl mesele. Yoksa mesele A milletinden olmak, B dininden olmak yahut kadın olmak değil. Mesele insan muhatabın eşit sayılmaması durumunda hakimiyet ve mülkiyet ilişkisine maruz kalan bir nesne olacağı gerçeğidir. Eşit olmayan eskiden köle idi. Şimdi ise ya hamal ya da mağdurdur.

İstanbul Sözleşmesi, erkek tahakkümünü açığa çıkarıp kadının eşitliğini kayda geçirdiği için hayati bir akit idi ve takdir edilmeli idi. Bir tecavüzün bir ihlal haline gelebilmesi için bir şeriata ihtiyaç vardır. Olmayan sınırlar ihlal edilemez. Yasaya, sözleşmeye yakalanmamış ve adı konulmamış varlıkların ihlali suç değildir. Eşitliğe girişi sözleşmelerle, yasalarla ilan ve tahkim edilmemiş olan kadının şefkatinden, anneliğinden, toplum dokusunun temeli oluşundan vesaire bahseden her anlayış, kadını erkeğe tabi ve tebei tutma çabasındadır.

Şehirleşme ve eğitim gibi nedenlerle kadınlar erkeklere eşit hale geldikçe boşanma oranlarında her zaman artış olur. Bu da büyük bir rahmettir. Boşanma, bir akit ilişkisi olan evliliğin yürümemesi veya zulme dönüşmesi durumunda aktive edilmesi gereken bir haktır. Su gibi helal bir insan hakkı olan boşanma, erkek kadar kadının da temel hakkıdır. Bu konuda diğer dinlerden daha iyi bir konumda olan İslam’a rağmen boşanmaya olan düşmanlığı anlamak mümkün değildir.

Kadını sadece insan olarak değil, erkeğe nispeti (anne, bacı, kız evlat) dışında düşünemeyen tüm anlayışlar (töresel ve dini anlayışlar dahil) kadının erkek tarafından işgalini doğal ve normal kabul eden veya zanneden anlayışlardır. Ve net bir şekilde zalimdirler. Kadının eşitlik mücadelesi basitçe bir insan olma mücadelesidir. Feminizm, bir işgale itiraz olduğu için hem bir hak hem herkes için bir ödevdir.

Kadının özgürleşmesinin, erkeği dehşete düşürmesi çok normaldir. Erkek, namusunun payimal olduğu hissine kapılır. Çünkü malı olarak gördüğü şey “namus”lanmış ve “baş”lanmıştır. Kadının kendine ait bir başa ve şerefe sahip olması, erkeğin himaye ve hakimiyetinden çıkması anlamına geliyor. Erkeğin, hür bir insan olma çabası içindeki her kadını efendisine itaat etmeyen bir asi köle gibi görmesi ve nefret duyması bu nedenledir. Yine kadının iradi olarak bağımsızlığını ilan etmesi karşısında erkeğin “terör” araçlarına müracaat etmesi de oldukça tanıdık bir eylem biçimidir (“Tür(k)ün gücünü göreceksiniz”).

Sözleşmeler bazen adaletsiz olabilir. Ama bu konuda en kötü sözleşme bile sözleşmesizlikten daha iyidir. Çünkü bir sözleşmede “taraf”lar ortaya çıkar. Eşit olmak için her şeyden önce bir taraf haline gelebilmek gerekir. Anayasa ile ve/ya resmi ve bağlayıcı sözleşmelerle var olamayan yani bir taraf haline gelemeyen kadınların ve Kürtlerin tecavüz ve ölümlere maruz kalması bizi şaşırtmamalı.

Asker, polis, memur ve hatta sadece Türklük statüsü taşıyan pek çok çöpten insanın Kürt illerinde genç kızları, köylüyü ve sözde vatandaşı taciz etmesi, elini kolunu sallayarak tecavüze maruz bırakması ve tırnağı olamayacağı nitelikteki insanları terörize etmesi bir tesadüf değildir. Kadın, kadınlıktan kaynaklanan eşitsizlik yarası kapanıncaya kadar kadın olmak ve resmen kadın olarak tanınmak zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Kürt, Kürt olmaktan kaynaklanan eşitsizlik yarası kapanıncaya kadar Kürt olmak ve resmen Kürt olarak tanınmak zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Yoksa hür ve eşit olması gereken insanlar arasındaki baskı eylemleri bir suça dönüşemez. Eşitliği örten sevgi, şefkat, kardeşlik, misafirperverlik söylemleri işgal edenin, işgal edilene dağıttığı sadakalar ve akide şekerleridir: Geçici ve aldatıcıdır. İradi olmayan ve bir akte dayanmayan birliktelikler eğer bir tarih kazası değillerse birer işgaldir.

Mücahit Bilici kimdir?

City University of New York, John Jay College’da Sosyoloji bölümü öğretim üyesidir. Üniversiteye kadarki eğitimini doğduğu Silvan, Diyarbekir’de, lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi sosyoloji bölümünde, doktorasını University of Michigan, Ann Arbor’da tamamladı. Daha önce Taraf, Yeni Yüzyıl, OT Dergi gibi süreli yayınlarda bir süre köşe yazarlığı da yapan Bilici’nin İngilizce yayınlanmış kitap ve makalelerinin dışında Türkçe yayınlanmış kitaplarından bazıları şunlardır: İslamda Savaş Bitmiştir (Avesta, 2016) ve Hamal Kürt: Türk İslamı ve Kürt Sorunu (Avesta, 2017).