Tarih: 03.08.2019 15:31

?Kadın Hakları´ Müslümanların Ortak Sorunudur

Facebook Twitter Linked-in

İnsan haklarının, kadın erkek hiçbir ayırım yapılmadan, herkesi kapsadığını belirtmem gerekir. İnsanların ne kadar hakları varsa, kadın olsun erkek olsun herkes bu haklara sahiptir. Eğitim hakkı, mülkiyet hakkı, seyahat hakkı, çalışma hakkı, miras hakkı, toplantı/gösteri ve yürüyüş hakkı, evlenme hakkı, boşanma hakkı, seçme (oy) hakkı, seçilme hakkı, yönetme hakkı, adil yargılanma hakkı, kamu görevine seçilme hakkı, ifade özgürlüğü, (bir inancı/düşünceyi açıklama, o inanç/düşünce etrafında örgütlenme, o inancı/düşünceyi yayma), insan haklarıdır ve herkesin hakkıdır. Kadın hakları, erkek hakları, çocuk hakları, kavramları, bazı hakların bu kategoride yer alan kişileri ilgilendirmesi nedeniyle kullanılmaktadır. Yoksa böyle bir tasnif, bu kesimlerin haklarının diğerlerinden farklı olduğu veya kısıtlanabileceği anlamına gelmez. Erkek de, kadın da, çocuk da, insan olması hasebiyle, aynı haklara (eşit haklara) sahiptir. Kağıt üzerinde kadın ve erkeğin aynı haklara (eşit haklara) sahip olduğu dile getirilse de, gerçekte böyle olmadığı, erkeklerin hakları ile kadınların hakları arasında uçurum olduğu ortadadır. Toplum ve aileler, erkek ve kız çocuklarına eşit muamelede bulunmamaktadır. Eğer çocuklarından birini okutmayı düşünüyorsa, işyeri açmayı düşünüyorsa, bu daima erkek çocuk olmaktadır. Devlet kurumlarında ve özel teşebbüste çalışanların kahir ekseriyetinin erkek olması, kamuda da özel teşebbüste de, personel alımında, erkeklerin tercih edildiğini, kadınların eşit görülmediğini, (kadınlara ayırımcılık yapıldığını) göstermektedir.

Günümüzde, bütün insanların, her türlü hakka eşit olarak sahip olduğu dile getirilse de, herkesin bu haklardan, (kadın erkek ayırımı olmadan) eşit olarak yararlanamadığı bilinmektedir. Mesela yakın tarihe kadar kadınların oy kullanma (seçme) hakkı yoktu. 1600´lü yıllardan itibaren mücadele eden kadınlar bu hakka ancak 19.yüzyılın sonlarında sahip olmaya başladı. Finlandiya, İzlanda, İsveç ve Avustralya´nın bazı kolonilerinde uygulanmaya başlanan bu hak, yavaş yavaş diğer ülkelere de yayılmaya başladı. Amerika, 1920 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle kadınlara da oy hakkı tanıdı. Türkiye´de de, kadınlara seçme ve seçilme hakkı, 5 Aralık 1934 tarihinde tanındı. O yıllarda, sadece bir partinin katıldığı seçimlerde kadınlara oy hakkı verilmesinin pratik bir yararı olmasa da; kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin giderilmesi açısından önemli bir adımdır. Aslında fazla uzağa gitmeye de gerek yoktur. Bazı ülkelerde hâlâ kadınların otomobil kullanması yasaktır. Bu ülkelerde yaşayan kadınlar, bu hakkı elde etmek için, kampanyalar düzenliyorlar. Dünyanın birçok yerinde, kadınların çalışma hakkı tartışma konusu yapılmakta, bazı meslekleri yapmasına izin verilmemektedir.

Sadece farklı cinsler (kadın-erkek) arasında değil, aynı cinsler arasında dahi eşitsizliklerin söz konusu olduğunu biliyoruz. Mesela kölelik, asırlar boyu hüküm sürmüş, insanlar (kadınlar, erkekler, çocuklar) bir mal gibi parayla alınıp satılmıştır. Kölelik, dünyanın her yerinde, hangi dine mensup olursa olsun, uygulanmaktaydı. 16 ila 19. yüzyıllarda Afrika´yla Amerika arasındaki köle ticareti en kârlı işlerden biriydi. UNESCO´nun bir raporuna göre o dönemde ?25 ila 30 milyon kadın, erkek ve çocuğun kaçırılıp satıldığı? tahmin ediliyor. Yüz binlercesi de Atlas Okyanusu´nu geçerken öldü. Kölelik kurumundan yararlananlar, sahip oldukları konforlarının bozulmasını istemedikleri için bu konuya el atmadı, köleler de bu eşitsizliği kanıksadıkları için bu insanlık dışı uygulama asırlar boyu devam etti. Köleliği ilk kaldıran ülke (1792 yılında) Danimarka´dır. İngiltere köle ticaretini 1808 yılında yasakladı. Köleliğin tamamen kaldırılması ancak 19.yüzyılda gündeme geldi. Hindistan´da insanları tabakalara ayıran (bir tabakadan başka bir tabakaya geçişin imkânsız olduğu) kast sistemi , 1975 yılında (yasayla) kaldırıldı.

Benzer bir durum, engelliler için de söz konusudur. Sağlıklı insanlar (yürüme, görme, duyma, vs.) her türlü imkâna sahipken, engelliler (engelleri aşacak önlemler alınmadığı takdirde) birilerinin yardımına ihtiyaç duymaktadır. Bugün ?engelli hakları?, insan hakları içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Engelliler için yürüyüş yolları, asansörler inşa edilmektedir. İnsan hakları sadece sağlıklı olanlar için değil, engelliler için de kabul edilmektedir. Eğitim hizmeti, engellilerin de yararlanabileceği şekilde düzenlenmekte, kamu kurumları yürüme engellilerin inip/çıkabileceği şekilde düzenlenmekte, görme engelliler için kitap basılmaktadır.

İnsan haklarının, (efendi/köle) (kadın/erkek) (yetişkin/çocuk) (yaşlı/genç) (engelli/engelsiz) hiçbir ayırım yapılmadan, bütün insanlara eşit olarak tanınması, uzun mücadeleler sonunda gerçekleşmiştir. Bu mücadele sırasında, çok sayıda insan işkencelere maruz kalmış, yaşamını yitirmiş, özgürlüklerinden yoksun kalmıştır. Kölelik de böyle bir mücadele sonunda kaldırılmıştır. Köleler ağır işlerde çalıştırılıyor, gördükleri zulüm pek çok köleyi özgürlük mücadelesine yöneltti. M.Ö. birinci yüzyılda gladyatör Spartaküs, yaklaşık 100 bin köleyle birlikte Roma´ya karşı ayaklandı ama başarılı olamadı. 18.yüzyılda, Karayipler´de bulunan Hispaniola Adası´nda köleler efendilerine başkaldırdı.

Kölelerin şeker kamışı tarlalarında gördüğü acımasız muamele 13 yıl süren bir iç savaşın çıkmasına neden oldu. Bunun sonucunda 1804´te Haiti bağımsızlığını ilan etti. Amerika kıtasının Kristof Kolomb tarafından ?keşfiyle? birlikte, Kuzey Amerika 17.yüzyılın başlarından itibaren Avrupalıların akınına uğradı. Bu geniş topraklar, gerçek sahipleri olan yerlilerin elinden alındı. Sömürgeci Avrupalılar el koydukları toprakları işlemek için köleleştirdikleri Afrikalı yerlileri çalıştırmak üzere Amerika´ya getirdiler. Köle tacirleri tarafından tutsak edilen Afrikalı esirler zincire vurularak kıtaya getiriliyor ve buralarda kurulan pazarlarda açık artırmalarla satılıyordu. 19.yüzyılda İngiltere ve ABD´de köle ticaretine karşı dernekler kuruldu. 1804´te Maryland´ın kuzeyindeki eyaletler köleliğin kaldırılmasına karar verdi. Sadece kölelik değil diğer insan hakları ihlalleri için de büyük mücadeleler verildi. ABD´de kadınlar oy hakkını elde etmek için, gösteriler düzenlediler, gözaltına alındılar, tutuklandılar, ama bu mücadeleden vazgeçmediler. 2004 yapımı ?Demir Çeneli Kadınlar? (Iron Javed Angels) filmi, Amerika´da kadınların oy hakkı elde etmek için verdikleri mücadeleyi anlatıyor.

Batı dünyası, insan hakları için mücadele ederken, Müslüman toplumlar bu haklara sahip miydi? Bu soruya keşke olumlu cevap verebilseydik. Ancak Müslüman toplumlardaki insan hakları ihlallerinin, batıdan daha az olduğunu söyleyemeyiz. Böyle bir haksızlık ve zulüm var ise, Müslüman toplumlarda insan hakları mücadelesinin öncülüğünü İslam ulemasının yapması gerekmez miydi? Tarihi veriler, ulemamızın böyle bir mücadele yürütmediğini, bu mücadelenin dışında olduğunu gösteriyor. Batı, bu eşitsizliği gidermek için mücadele ederken İslam dünyası, bu mücadeleyi seyretmekle yetindi. Bugün bile, din âlimlerimiz, kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikleri gidermek için çaba göstermek yerine, ?kadın ve erkeğin eşit olmadığını? ispatlamaya, kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılıkları eşitsizliğin gerekçesi yapmaya çalışıyor. Kadın ve erkeğin biyolojik açıdan eşit olmaması, farklı özelliklere sahip olması, kadın ve erkeğin ?haklar bakımından? eşit olduğu gerçeğini değiştirmez. İnsanlar arasında (cinsiyet farkı nedeniyle) ayırımcılık yapılması, eşitlik ilkesine aykırıdır. Eşitlik, adaletin alternatifi değil, adaletin ana unsuru, adalet de, İslam´ın alameti farikasıdır.

Müslüman bilim insanları ve düşünürler, insan haklarının çıkmaz sokak olduğunu bildikleri için, haklar yerine ?görevleri? öne çıkarır. Böylece insan hakları ihlallerine gözlerini kapatır, eşitsizliği, itaat kültürünü tahkim eder. Kadın ve erkeğin yaratılışından kaynaklanan (biyolojik) eşitsizlikler, yapılacak yasal düzenlemelerle giderilebilecek hususlardır. Mesela, modern hukukta, kadınların ağır işlerde (maden ocaklarında) çalıştırılması yasaklanmıştır. Bu düzenleme, kadının biyolojik özellikleriyle ilgilidir. Keza modern hukukta, kadına doğum öncesi izin, doğum sonrası izin, işyerlerinde emzirme odası, bebeği emzirme molası, işyerinde kreş/bakıcısı, vs., kadının biyolojik özelliklerinden kaynaklanan eşitsizliği gidermeye yönelik uygulamalardır.

Kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği İslam´a mal etmek haksızlık olur. Allah, kadınlara ayrı erkeklere ayrı kitap göndermemiştir. Hitabı, muhatabı, bütün insanlardır. Geçmişte veya bugün, Müslüman toplumlardaki eşitsizliklerin kaynağı toplumdur, geleneklerdir. Kadının ve erkeğin rolleri, toplum tarafından belirlenmektedir. Prof. Dr. Alev Erkilet, bu biçimlendirmeyi şöyle tarif ediyor. ?Biyolojik olarak farklı ama toplumsal olarak nötr bir varlık, doğduğu andan itibaren farklı renklerle farklı şekilde etiketlenir. Erkek çocuklar mavi giyer, kız çocuklar pembe. Bundan sonraki tüm süreçlerde oyuncak tercihlerinden, hangi arkadaşlarla oynayabileceğine, hangi alanlara çıkabileceğine kadar uzanan ölçekte hep bu devam eder. Erkek çocuktan silah, kılıç, araba ile oynaması beklenirken, kız çocuklardan evcilik oynaması, kek pişirmesi, çay ikram etmesi beklenir. Sonrasında da ilköğretimden itibaren, üniversite bitene kadar devam eden bir rol paylaştırması söz konusu olur. Konuya ilişkin ilkokul çocuk kitaplarında evdeki iş bölümünü gösteren resimler üzerine yapılan içerik ve söylem analizleri var. Bu çizimlerde anne mutfakta bulaşık yıkar; baba ise TV izler. Çocuk zaten daha ilkokuldan itibaren, anne yemek yapmalıdır, bulaşık yıkamalıdır, baba ise evde bir iş yapmaması gereken kişidir şeklinde kodlanır. Bu aslında bir sosyalizasyon faaliyetidir. Biz dünyaya kadın veya erkek olarak geliriz ama bizi kodlayan toplumun kendisidir.? ?Kadınlar, cinsiyet rengi verecek kadar dezavantajlı bir durumdadır. Eğitim haklarından yararlanmakta zorluk çektiklerini, işe eşit olarak erişim hakkından yoksun bırakıldıklarını, cam tavan sendromu içerisinde olduklarını görebilirsiniz. Kadınların yükselmelerinin üzerinde, camdan olduğu için görülmeyen, ancak başlarını çarptıklarında algılayabildikleri bir tavan olduğunu gösteren inanılmaz sayıda araştırma var.? ?Adalet deyince fıtrat diyorlar, fıtrat deyince sen zayıfsın diyorlar, zayıfsın deyince sen zaten yönetme diyorlar, sen o işe girme, seçilme diyorlar. Siyasette mesela gidip bir parti için oy toplayan kadına herkes hoş gözle bakıyor, ama milletvekili, bakan, başbakan olması söz konusu olduğu zaman sen kadınsın meselesi ortaya çıkıyor.?

Müslüman bilim insanlarının (fakihlerin, müctehidlerin) dini yorumları, bu geleneği tahkim etmektedir. Hadis âlimleri her bir hadisi kılı kırk yararcasına irdelerken, sıhhatini araştırırken, hadisin konusu kadın olduğunda aynı titizliği göstermediğini görüyoruz. Mesela, ?Başlarına bir kadını geçiren bir kavim asla iflah olmaz.? (Hanbel, Müsned 5; Tirmizi, Fiten 75; Nesai, Kudat 8; Buhari, Fiten 18) hadisi, yüzlerce yıl tartışma konusu dahi yapılmamıştır. Fakihlerin de yaşadıkları çağdan önemli ölçüde etkilendiklerini görüyoruz. Fakihlerin fıkıh kitaplarındaki yorumlarını din olarak görenler, fıkıh kitaplarında (kadın aleyhine) yorumları ölçüsüz bulan Müslümanları, tarihselcilikle, modernizmin etkisi altında kalmakla suçluyorlar. İnsanların yaşadıkları çağdan etkilenmeleri son derece doğaldır, etkilenirler. Günümüz Müslümanlarının etkilenmediğini söylemek imkânsızdır. Ancak her çağın doğruları olduğu gibi yanlışları da olur. Önemli olan ?çağın doğrularını? dile getirmektir. Bu doğruları söyleyenleri itham etmek/susturmak yerine, anlamaya çalışmalıyız. Tarihselcilik dinin esasları açısından tehdit ise, tarihselciliğin etkilerini sadece günümüzde değil, geçmişte de aramamız gerekir. Bizden asırlar önce yaşayan Müslüman bilim insanları, insan üstü varlıklar mıdır? İslam´ı, hiçbir etki altında kalmadan, çağlar üstü bir şekilde mi yorumlamışlardır? Elbette (bütün insanlar gibi) onlar da yaşadıkları çağın etkisinde kalmışlardır. Bu insanların yorumlarını sorgulamak, İslam´ın, İslam düşünce geleneğinin gereğidir.

Günümüz Müslümanları, ?kadının çalışıp çalışamayacağını? tartışıyor. Peygamberimizin eşi Hatice´nin ticaret yapmasına itiraz etmeyenler, bugün kadının ticaret yapmasına itiraz edebiliyor. Eşi veya kızının doğumu için hastanede kadın doktor ararken, kız çocuklarının eğitim görmesini, tıp fakültesinde okumasına itiraz edebiliyor. Kız çocuklarının kadın öğretmen tarafından eğitim almasını isterken, kadınların öğretmen olmasına itiraz ediyor. Her şeyden önemlisi, ?kadınların ne yapacağına, ne yapamayacağına karar verme yetkisine erkeklerin sahip olduğunu? düşünüyor.
Müslüman bilim insanlarının önemli görevlerinden biri, Allah(cc)ın eşit yarattığı iki cins arasındaki eşitsizlikleri gidermektir. Hz. Peygamberden bugüne uzanan süreci tahlil ettiğimizde, ulemanın, bu eşitsizliği gidermek yerine eşitsizliği tahkim ettiğini görüyoruz. Günümüz Müslüman bilim insanı Taha Cabir El-Elvani, ?Cahiliye döneminde kadının yargılamaya katılmasının mümkün olmadığını, ilk kez, Kur´an´ı kerimde kadının tanıklık yapabileceğine dair ayet indiğini, (Bakara/282) Müslüman bilginlerin bunu geliştirip kadını yargılama içinde daha etkili bir konuma getirmeleri gerekirken, bu mesajı anlayamadıklarını, kadının eksik olduğuna dair rivayetleri bir araya getirerek, iki kadını bir erkeğe eşitlediklerini? söylemektedir.

Kur´an´ı Kerim, köleliği kaldırmamıştır. Kur´an´ı Kerim´de kölelikle ilgili çok sayıda ayet bulunduğu halde, bugün hiçbir Müslüman köleliğin faydalı olduğunu, gerekli olduğunu savunmuyor. Aynı şekilde, devletin bütün yetkilerinin (yasama, yürütme ve yargı) bir kişide toplanmasını savunmuyor. Kuvvetler ayrılığı görüşünü ilk defa (mezhep imamlarımızın/müctehidlerimizin siyaset bilimcilerimizin değil), Fransız düşünür, Baron De Montesquieu´nun ortaya attığını biliyoruz.

Kadın haklarını da, bu bağlamda ele almamız gerekiyor. Haklar Allah(cc)ın insanlara bir lütfu olup, herkes bu haklara doğuştan sahip olur, devredilmez, vazgeçilmez özelliklere sahiptir. Başkalarının bu haklara sahip çıkması, bu hakkın sahibinin bu kişiler veya ideolojiler olduğu anlamına gelmez. İslam, hiçbir ideolojinin antitezi değildir. Beşeri ideolojilerin savundukları haklarla İslam´ın önerdiği haklar aynı değildir. Beşeri ideolojiler, hakların içeriğini boşaltmış yeniden doldurmuştur. Müslümanlar, hakları ideolojilerden arındırmak, saf haline ulaşmak ve bunu pratiğe taşımakla yükümlüdürler. Milletlerarası sözleşmelerde, anayasalarda sayılan sınırlı sayıda haktan değil, binlerce haktan bahsediyoruz. Kadın hakları, bunlardan sadece biridir. Bunu halledersek diğerlerine el atacağız. Bunu halledebildik mi?
__________________________
Dipnotlar
1)Hindistan´daki kast sistemi 4 tabakadan oluşuyordu. En üst (birinci) tabakada Brahmanlar (Rahipler ve din adamları), ikinci tabakada Ksatriyalar (savaşan prensler ve askerler), üçüncü tabakada Vaisyalar (çalışan esnaf ve çiftçiler, dördüncü tabakada Sudralar (pis işlerle uğraşan ?İşçiler? ve ?köleler?) bulunuyordu. Bir de yukarıdaki sınıflandırmaya dahil edilmeyen değersiz, Paryalar (hor görülenler) vardı.
Bir Hindu kendisinden aşağı kastta olan biri ile aynı sofrada yemek yiyemez, zaten alt kasttan birinin pişirdiği yemeği yemesi de yasaktır. Bu sebepten olsa gerek zengin Hintliler yemeğini herkesin yiyebildiği Brahman sınıfından aşçı tutarlar. . Üst kastlardan veya kendi kastından birini öldüren kimse idam cezası alır. Alt sınıftan birini öldüren kişi ise idam cezası almaz. . Brahmanlar dört, Kşatriyalar üç, Vayşiyalar iki, Sudralar ise bir kadınla evlenebilir. Kastlar arası evlilik yasaktır. . Eşi ölen bir kadının tekrar evlenmesi tüm kastlarda yasaktır. . Kast kurallarına uymayanlara verilen en büyük ceza kasttan çıkarılmalarıdır. Bu da toplumdan dışlanma anlamına gelir. Kasttan atılan bir kişinin kasta tekrar alınması zor, ancak bazı şartları yerine getirirse tekrar alınabilir. . Meslekler babadan oğula geçer.

2)Prof. Dr. Alev Erkilet, Röportaj: Fatih Bütün ? Selma Elmas ?Kültür ve Medeniyet Bağlamında Değişim Sürecini Doğru Okumak?

3)Prof. Dr. Alev Erkilet, Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları, 17 Kasım 2018, Hazar Derneği, konferans notları.

4) Muhammed Şebusteri, Hermenötik Kuran ve Sünnet isimli kitabında (Mana Yayınları) Müctehidlerin, yaşadıkları çağın etkisi altında olduklarını, ön kabullerinin olduğunu, ictihadlarının bu ön kabullerinden bağımsız düşünülemeyeceğini belirtiyor.

5)Taha Cabir el?Alvani, İslâm Düşüncesinin Bugünkü Meseleleri, İnkılab Yayınevi, (Taha Cabir Alvani mühim simalardan birisidir. Irak asıllı olan bu zat Ezher çıkışlıdır. Sonrasında Amerika Birleşik Devletlerinin yolunu tutmuş ve buraya yerleşmiştir. 1935 yılında doğan Alvani 4 Mart 2016 Cuma günü irtihal etmiştir.) (Alvani´nin ardından? ? Mustafa ÖZCAN) 

Kaynak: Özgün İrade Dergisi, Şubat 2019 Sayısı

 



Orjinal Habere Git
— HABER SONU —