Kadim şehirler ve naylon şehirler

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

Kadim şehirler ve naylon şehirler

"Kadim şehirleri anladık da naylon şehirler de nereden çıktı" demeyin!

Her şeyin naylonu varken naylon şehirler neden olmasın?

Benim yaşımda olanların çocuklukları, Diyarbekir tabiri ile 'laylon' savaşları ile geçti.

O güzelim bakır tencereler, düğünlerde bayramlarda yemek pişirdiğimiz bakır nıkralar, siniler, tepsiler naylon savaşlarında birer birer şehit düşüp gittiler.

Aslında, olur olmaz günün her saatinde asap bozucu sesleri ile 'Laylonciii, hanım laylonciii' , 'Eski bakır sini, sahan alıraaam' diye sokak sokak dolaşarak bakır tencere tava avına çıkmış naylonculardan birkaçını; bizim emektar kalaycılar vurup devirseydiler bu felaket başımıza gelmezdi!

Keşke yaşadığımız felaket bu kadarla kalsaydı!

Serencamımız bununla da bitmedi!

Bir müddet sonra bir sanat eseri gibi örülmüş pazar fileleri, suyun tadını bir anne şefkati ile koruyan damacanalar ile fırından çıkan sımsıcak ekmeği hamurlaştırmadan muhafaza eden kese kağıtları da nayloncular tarafından katledilerek hayatımızdan çıkarıldılar.

"Yahu! Bu kadar katliam olurken bu anlı şanlı 'çevreciler' neredeydiler" diye soracak olursanız, sormayın!

Her zaman olduğu gibi cinayetten sonra olay mahalline gelen Türk polisi misali sonradan uyandılar.

"Uyandılar da ne yaptılar" derseniz hiç, koskoca bir hiç!

Bir sürü laf kalabalığı nayloncuları durduracağına daha da azdırdı!

Bu nayloncular işi o kadar çok azıttılar ki; bir müddet sonra bilmem kaç on bin yıldır erkeklerin en büyük derdi olan aşk meşk işlerine, kadın kız meselesine de el attılar!

1953 yılında Mucip Arcuman'la yeni bir 'Naylon Devrimi' yaparak Columbia Plak'ta; sevda derdi yüzünden zaten akılları uçmuş erkekleri  “Evlenmeyin erkekler naylon kızlar çıkacak”  şarkısı ile daha da şaşkın ve perişan bir hale düşürdüler. 

...Köşe başı beklerim 
Vay benim emeklerim 
Yar aklıma gelince titriyor kemiklerim
Ak burçak kara burçak 
Babam dükkân açacak 
Evlenmeyin erkekler naylon kızlar çıkacak... ! 


Allah'tan bakır tenceresini, tavasını; filesini, damacanasını, kese kağıdını bir çırpıda feda eden erkekler nayloncuların aklına uyarak uğruna gençliklerini çürüttükleri yavuklularına kıyamadılar da bu meşum 'devrimi' kazasız belasız atlattık.

Bu dönemde Bursa, İstanbul, Urfa, Diyarbekir... gibi şehirlerimiz de büyük bir felakete uğradı.

Ne kadar güzelim köşk, yalı, konak, ev, han, hamam, imaret varsa acımasızca yerle bir edildi ve yerlerine ucube, ucube yapılar dikildi.

Tarih, kültür ve estetik yerle bir edildi. Sadece İstanbul'da işlenen mimari cinayet, Haçlılar ve Cengiz Han'ın katliamlarını geçti. 

Yeşil Bursa, Beton Bursa oldu.

İlk olarak 1964’te ilkokula başlayacağım yıl yazın, babaannem ve dedemle birlikte, Bursa Askerlik Şubesi Başkanı olan babamın dayısını ziyarete gittiğimizde gördüğüm ve hayran kaldığım; Çekirge'den aşağısı göz alabildiğince şeftali bahçeleri ile kaplı Bursa, bugün yok!

Yerinde yeller esiyor diyeceğim, o da yok!

Esen yeller bile devasa binalara çarpıp çaresiz geri gidiyor!

1932 yılında Diyarbekir valisi Faiz Ergun "Şehir, gölgede 45 dereceyi bulan sıcak yaz günlerinde hava alsın' diyerek Çin Seddi'nden sonra dünyada ayakta kalabilmiş en uzun ve kesintisiz şehir suru olan binlerce yıllık Diyarbekir Surları'nın Dağ Kapı ile Tek Kapı arasındaki kısmını yıktırdı.

Allah'tan o günlerde bölgede incelemeler yapmakta olan Fransız arkeolog ve sanat tarihçisi Albert Louis Gabriel Diyarbekir'den Ankara'ya hawarlar çekti de katliam yıktırılan 100 metre ile sınırlı kaldı.

Yoksa surların kalan kısmı da hak ile yekzan olacaktı ve şehir de adam akıllı 'hava' alacaktı!

Kürt milli taleplerine duyarlı ve Kürt siyasetine ilgili Diyarbekir Belediye Başkanları Nejat Cemiloğlu (1963-1973) ile Mehdi Zana (1977-1980) dönemlerinde bile sur içindeki emsalsiz Diyarbekir Evleri, köşk ve konakları yıkılarak 8-9 katlı ucube asansörsüz ve sıvasız binalar yapıldı.

Midyat'ın bugün hayranlıkla izlediğimiz, Süryani taş ustalığının şaheserleri olan konaklarını yıkarak yerlerine yazın fırın, kışın buzdolabı olan beton, briketten yaptığımız karikatür 'barınaklar' diktik.

Biz bunları bilgisizliğimizden, cahilliğimizden, çoğunlukla da fakirliğimizden yaptık.

Lakin küresel çapta emperyalistler bilerek, isteyerek, eskilerin tabiri ile 'taammüden' planlayarak ve tasarlayarak bütün bir İslam coğrafyasındaki kadim şehirlerimizi yerle bir ettiler ve yerlerine NAYLON ŞEHİRLER kurdular ve bu katliamları çoğu yerde 'bizden' dediğimiz kişi ve örgütler eliyle gerçekleştirdiler.

Önce, Napolyon'un Mısır Seferi'nden başlayarak MısırIrakSuriye ve Arabistan'da götürebildikleri tüm tarihi eserleri kendi ülkelerine götürdüler.

Tarihi ve kültürel değerlerimizi tam anlamıyla yağmaladılar, Bergama Tapınağı'nı taş, taş sökerek ve numaralandırarak Berlin'e taşıdılar.

Allah nasip etti, Paris'teki Louvre Müzesi’ni de, Londra'daki British Müzesi'ni de New York'taki Metropolitan Müzesi'ni de gördüm.

Özellikle Irak ve Mısır'dan neler çalındığı ancak görmekle anlaşılabilinir.

Emperyalistler, sadece arkeolojik değerlerimizi çalmakla kalmadılar. Kontrolleri altındaki ülkelerin tarihi şehirlerine de savaş açtılar, yakıp yıktılar; eksik bıraktıklarını da son yıllarda tamamladılar!

Binlerce yıllık, Halep, Şam, Musul, Kerkük, Rakka... gibi şehirleri yerle bir ettiler, harabeye çevirdiler.

Bugün artık bu şehirlerin bir kısmı yıkıntılar, bir kısmı ise yüz binlerce insanın yaşamaya çalıştığı derme çatma kulübelerden oluşuyor.

Müslümanların en kutsal şehri Mekke'nin de hali içler acısı.

Yüzlerce katlık gökdelenlerin arasında Kabe-i Muazzama küçücük eğreti bir kulübe gibi kalmış durumda.

Mekke'de, eskiye ait, tarihi ve kültürel bilinci canlı tutacak ne varsa silinmiş, yok edilmiş, Hz. Peygamber'in evi bile muhafaza edilmeyerek yıkılmış.

Allah'ın Evi'ni, Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed'in ibadetgahını bu hale getirenler, kendi dedelerinin (Turki bin Abdullah) Riyad'daki kıytırık kerpiç evini gözleri gibi koruyorlar. Halen bu ev müze olarak halka açık.

Hendek olaylarının iç yüzü ve ne kadar yanlış olduğu ayrı bir konu, ancak ne hikmetse PKK de koskoca Diyarbekir'de çok daha güçlü ve etkili olduğu mahalleler dururken; hendekleri binlerce yıllık kadim Amid'in Sur İçi Mahallelerinde kazdı.

Binlerce yıllık kilise, cami, han ve hamamların ortasında çatışmalara başladı ve güvenlik güçleri de gelerek şehrin en az üçte birini dozer ve kepçelerle yerle bir ederek tarla haline getirdi. 

Aynı şey Kürdistan coğrafyasının en kadim şehirleri olan Botan Mirliği'nin merkezi Cizre, ilk felsefe okullarının açıldığı Nusaybin ve Kürt Mervanilerin baş şehri Meyafarkin'de de (Silvan) yaşandı; yine her ne hikmetse Bismil, Batman ve Kurtalan gibi son 50 yılda kurulan nev-zuhur şehirlere kimse karışmadı.

Yıllar önce 'Statüko Kadim Şehirlere Düşman' diye 'Özgün Duruş' gazetesinde bir yazı yazmıştım; bu düşmanlık bugün de bütün şiddeti ile aynen devam ediyor.

Kadim şehirlere düşman olan emperyalistler kendi egemenlikleri için yeni 'Karakol-Metropoller' inşa ettiler, halen de bu politikaları doğrultusunda yeni şehirler inşa etmeye devam ediyorlar.

Hong-Kong, Singapur, Dubai, Bahreyn ve son olarak da Katar bu yeni şehirlerin ilk akla gelenleri.

Çölün ortasına dünyanın en yüksek gökdelenlerini ve en büyük, devasa AVM'lerini dikip, suni göller, adalar ve yalancı cennetler inşa ederken; kendi kontrollerindeki örgütlerle Afganistan'daki Budist Tapınağı ve Suriye Tedmur'daki Palmira Antik Kenti gibi son kalan kültürel değerlerimizi de yerle bir ediyorlar.

Aslında yapıp ettikleri ile bize çok açık bir şekilde şunu söylüyorlar:

Kahrolsun canı, ruhu, kimliği, misyonu, tarihi ve kökü 

Kahire, Diyarbekir, Şam, Halep, Musul, Kerkük...;

Yaşasın; köksüz, ruhsuz ve kimliksiz Dubai, Doha, Hong-Kong, Singapur, Şikago, Cape Town...

Evet!

'Naylon şehirler', kadim şehirlere düşman!

Ve bu düşmanlık halen de bütün şiddetiyle ve nefretiyle devam ediyor.

Düşman olmasınlar da ne yapsınlar?

Her şeyleri var ama tıpkı naylon kızlar gibi ruhları yok!

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.