Kudüs’e her gelişimde dikkatimi çeken bir husus var: Yahudilere ait (olduğu iddia edilen) kabirler yıldırım hızıyla çoğalıyor. Şehir surlarının özellikle güney ve doğu yakasında, pıtrak gibi kabristan inşa ediliyor. Üçerli-beşerli sıralar halinde, toprağa uzatılmış yatan ağır mermer ve krem rengi taş bloklar… Hemen yanında da öyküsü beliriyor: “Bilmem hangi zaman diliminden kalma, yeni bir Yahudi mezarlığı daha bulundu.” Ardından etrafı çevriliyor, muhkem hale getiriliyor, duvarların içine alınıyor. Orası artık ziyaretlerin ve abartılı ihtiram gösterilerinin sergilendiği bir sahne haline getiriliyor.
Kudüs surlarının doğu yakasındaki Müslüman mezarlıkları Bâbu’r-Rahme ve Yûsufiye’ye yeni defin yaptırmamak için elinden gelen tüm çabayı gösteren İsrail işgal yönetimi özellikle Zeytindağı’nda, Silvân Mahallesi’nde ve Şeyh Cerrâh mıntıkasında “uydurma” kabir üretimine ağırlık vermiş görünüyor. Bunun sebebiyse oldukça basit: Mezarlıklar bir beldenin tapu senedi sayıldığından, Kudüs’ü -kabir taşlarının yardımıyla- Yahudileştirmek… Sırf bu yüzden Müslüman mezarlıklarına yönelik saldırgan ve imha odaklı resmî siyasete, yeni Yahudi mezarlıklarının yoğun biçimde inşası eşlik ediyor. Vaktiyle on binlerce Müslümanın medfûn bulunduğu Batı Kudüs’teki Mâmilla Mezarlığı mesela, bugün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Yarısı parka dönüştürüldü, diğer yarısının bir kenarına ise, adeta dalga geçercesine “Tolerans Müzesi” inşa edildi.
Şu anda bu satırları yazmakta olduğum otel odası, Şeyh Cerrâh Mahallesi’nde yine bir “nevzuhur” kabre bakıyor: Şimon Ha Tsadik. Veya daha aşina telaffuzuyla Sâdık Simon, Yahudi inanışına göre, Büyük İskender’le bizzat görüşerek Filistin bölgesindeki Yahudilerle Helenler arasında köprü vazifesi görmüş, sergilediği mucizelerle de kendi milletinin maneviyatını diri tutmuş bir şahsiyet. Şimon Ha Tsadik’in kabrinin bugünkü Şeyh Cerrâh’ta olduğuna dair tevatür, 1870’lerden itibaren karşımıza çıkmaya başlıyor. Kudüs ve çevresinin yoğun biçimde Yahudi göçüne sahne olmasına paralel biçimde, “kabir siyaseti” de sahnedeki yerini alıyor. İlk Siyonist nesillerin köpürttüğü ve kendilerini Kudüs’e nispet etmek için yürürlüğe koyduğu Şimon Ha Tsadik türbesi, bugün İsrail işgalinin ana odaklarından birini oluşturuyor Kudüs’te. Türbenin çevresine akın eden Yahudi gruplarla bölgenin yerleşik Müslüman sakinleri arasındaki gerilim, zaman zaman medyaya yansıyacak kadar somutlaşıyor.
1967’de Kudüs’ü işgal eden İsrail, o tarihten günümüze, arkeolojik çalışmaları ve kazı faaliyetlerini bir tür “din” haline çevirdi. Bir yandan “Burada ilk önce biz vardık” tezini tahkim etmekte kullanılan bu faaliyetler, öte yandan “Biz”le ifade edilen şeyin ne olduğuna dair tartışmaları da beraberinde getiriyor. Hz. Davud ve Hz. Süleyman döneminden itibaren Kudüs’te “onların” bulunduğu doğru. Ancak onlar, o dönemin peygamberlerinin ümmeti, yani Müslümanlarıydılar. Sonrasında -Tevrat ve Kur’ân’ın ortak ifadeleriyle- “azgınlıkları yüzünden” Arz-ı Mukaddes’in hâkimliği emaneti kendilerinden alındı. Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ı “peygamber” olarak kabul etmeyen ve sadece “kral” kimliklerinde ısrar eden Yahudi teolojisi, meseleyi ta başından itibaren bambaşka bir mecraya soktuğu için, Kudüs bağlamında ortaya çıkan problemlerin ilmî veya tarihî açıdan çözüme kavuşturulması mümkün görünmüyor.
Ortadoğu’da “kabir siyaseti”ni uygulamaya koyan bir ülke daha var: İran. Şiîliği yaymayı dış politikasının ana eksenine oturtan İran, hem bu amaçla İslâm dünyasının dört bir yanında -eski asırlarda çokça rastladığımız- Şiî dâilerini kullanıyor hem de tesiri altındaki coğrafyada “uydurma kabir” üretimine büyük önem veriyor. Suriye ve Irak başta olmak üzere, İran’ın “periferisindeki” ülkelerde sürekli yeni türbe, makam ve ziyaretgâhlar beliriyor. Tarihî kaynakların ihtilaf ettiği nice nokta Şiî ideoloji çerçevesinde kesinliğe kavuşturulurken, hiçbir kaynakta adı anılmayan nice makam da devlet teşvikiyle belirginleştiriliyor, hikâyesi yazılarak ateşli vaizler marifetiyle halk katmanlarına yayılıyor.
(İran’ın kabir siyasetinin somut örneklerini 7 Ağustos 2021 tarihinde yine bu köşede yayınlanan “Kabir savaşı” adlı yazımda anlattığım için, tekrar ayrıntıya girmeyeceğim. İlgili okurlara o yazıyı hatırlatmakla yetineyim.)
Sözde birbirine düşman olan iki ideolojinin -Siyonizm ve Şiîlik-, bugünün Ortadoğu’sunda kolonileşirken tıpatıp aynı yöntemleri kullanıyor olması, bölgemizin iç dinamikleri adına oldukça öğretici. Ve “Siyonist yayılmacılık”la “Şiî yayılmacılık” arasında yapılacak detaylı bir karşılaştırma, çarpıcı bir tez konusu olmaya aday.