“joB kullanıyorum” reklamını hatırlayınca yazdık

Milli Gazete yazarı ve yılların mizah ustası Necati Tuncer, güncel siyaseti, kendi üslubu ile ironik bir şekilde okuyucunun dikkatine sunuyor.

“joB kullanıyorum” reklamını hatırlayınca yazdık

SANDALYE BİR SOPA MIDIR?

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Sayın Erdoğan’ın, “Söz dinlemeyen bürokratın kafasında sandalye kırın” dediğini duyurdu internetin bazı haber siteleri. (T24’ü kaynak olarak aldık biz.)

İlgili toplantıda “Yerel bürokrasi”yi eleştiren milletvekili (Yavuz Subaşı) yaşanılanları anlatıyor ve meraklıları aydınlatıyor:

“Konuşmamın 2–3 dakikasında kendisi (Sayın Erdoğan) salondaydı. Sonra dışarıya çıktı. Yereldeki bürokratlara yönelik eleştirilerimizle ilgili, ‘Kafasında sandalye kırın’ gibi bir ifadeye şahitlik etmedim. Benim olmadığım bir ortamda söylenmişse onu bilemem.”

Toplantıda bulunan ve özne olmuş bir milletvekilinin yayılan bir rivayet üzerine yaptığı bu savunmadan ne anlamalıyız?

Birincisi, bahse konu toplantının bir bütün olmadığını... Yani toplantı boyunca hep birliktelik söz konusu değil.

Fakat savunmacı milletvekilinin, “Öyle bir ifade duymadım” belirtisinden sonra, “Benim olmadığım bir yer ve zamanda söylenmişse, onu bilemem” ihtimalli cümlesi, bir kabul itirafıdır. Dolaylı haberliliğinin itirafıdır.

Haberin içinden geçerek varalım biz de mizahımıza:

“...Erdoğan ‘Kimi kastediyorsun? Daire başkanı mı, genel müdür mü?’ diye sordu.” Vekil, “Daha da yukarısı” cevabı verdi.

Konumlarıyla tasvir edilen bürokratlar ve daha yukarılarının hemen hemen hepsinin makam odalarının tefriş haberleri ve resimleri yayınlanmışken medya organlarında ve hepsinin “Koltuk” mobilyalarıyla döşendiği görülmüşken, bir AKP milletvekili sandalyeyi nerden bulacak da hedefinin kafasında kıracak?

“Sandalye” kelimesi burada “Fuzuli şagil”dir.

 

GELDİKLERİ YER ORA DEĞİLSE, EMİR NE OLA?

“Halka dokunun, halkın arasına karışın!”

Haber sitelerinden aldığımız bu cümle AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’a aittir. Zaman aralıkları karıştırılıp, emniyet güçlerine verilmiş bir emir sanılmasın. Adana’daki “jop” hadisesi üzerine buyurduğu bir beyanatını henüz duymadık. AKP’nin il başkanlarına söylenmiş bu cümle. Dokunma ve konuşma eyleminin onlar tarafından yapılması isteniyor; galiba 20’nci yıl icraatı olarak.

Lakin hükümete binlerce dosya hallederek yardımcı olduğunu özel haber sitesinde ilan etmiş “Özışık”lı bir yandaş kalemci diyor ki: “AK Partili milletvekilleri, belediye başkanları, il başkanları sahada yok denecek kadar az.”

Neden?

Çünkü “Şikayetler çığ gibi.”

“Bir dokun, bin ah işit” durumu yaşanıyorken Türkiye’de, bu AKP’li haberinin de mizahi yönünü yazacağız; zira direncimiz ordadır.

Ne demişti AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, iktidarlarının 20’nci yılında?

“Halka dokunun, halkın arasına karışın!”

Hiç kimse buradan şöyle bir anlayışa varmamalı. Yirmi yıldır hep bana, hep bana dediniz, artık biraz da vesaire, vesaire... Yok böyle bir şey. Zira her Türkçe cümlenin bir Türkçe izahı vardır. Ne diyordu Sayın Erdoğan?

“Halka dokunun, halkın arasına karışın!”

Halkın arasına karıştığında halka dokunan AKP milletvekilleri olmuştu daha önceki zamanlarda. Halkımıza “Dokunan” o sahnelerin bir kaçını hatırlayalım.

“Hiç bir şey olmasa bile, kesinlikle bir şeyler oldu” diyenden, “Zamları, bir kalecinin topu göğsünde yumuşatması gibi yumuşatarak sunuyor Cumhurbaşkanı’mız” diyen de vardı. Hatta geçen hafta yazdığımız bir kadın milletvekili de “Otobüse binen bir arkadaşımızın olduğunu öğrendik” demişti hayretle.

Halka çok “Dokun”du bu halleri. Kimilerini de ağlattılar; önceden mi böyleydiler, sonradan mı oldular, sorusuna cevap arattırarak hem de.

İstihbaratı güçlü Sayın Erdoğan, bu dokunma işini özellikle mi istedi il başkanlarından; millet derdine ağlasın, bizim milletvekillerinin haline değil diyerek; ihtimaldir lakin biz bilmeyiz.

 

HAYDİ KURTARICI GELDİ HANIM!

“Ekonomiyi kurtardık!”

Gözleri yahut bakışları ya da bakış açısı farkedildiğinde Maliye Bakanı yapılan Sayın Nurettin Nebati’nin son bir haftada en çok konuşulan beyanatının özeti bu iki kelimedir.

Bu ülkenin başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı makamlarından geçmiş merhum Demirel’in “Siyasette 24 saat uzun bir süredir” tespiti daha unutulmamış iken, AKP iktidarının 20’nci yılında ekonominin ancak kurtarılması, insanların aklına tek kelimelik bir soru cümlesini düşürür.

“Kimden?”

Bu sorunun cevabını yazmak veya Sayın Nebati’yi tenkit etmek gibi bir niyetimiz yok. Hatta bugün ekonomiyi kurtaran, yarın her bir şeyleri kurtarır gibi bir umudumuz da.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında yayımlanmış bir fıkrayı hatırlamıştım, Sayın Nebati’nin bu övüncünü paylaştıklarında. Onu yazacağım. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Sayın Erdoğan’ın nutuklarında bahsetmeye can attığı “Milli Şef” yıllarında yaşanmış olmalı. Hani şehir hastanelerinin ve ambulansların olmadığı o yılların bir gecesinde bir adam doğum vakti yaklaşmış eşini getirir bir hastanenin acil servisine.

Doktor yeni mezunlardan olmalı ki, bu ilk ve zor doğum için hastanenin tek telefonundan, ki o yıllarda telefon da yoktur, hocasına ulaşmaya çalışır. Neden sonra konuşabildiği hocasının talimatıyla elinden geleni yapar.

Sabahleyin servis şefi hocasını merak içinde karşısında görünce, mahcubiyetini söze döker.

“Maalesef bebeği kaybettik.”

Şef doktorun diğer sorusuna;

“Anneyi de kaybettik” cevabını verir.

Hocasının üzüntüsünü hafifletmek için mi bilinmez, gözlerinde ışıltılar oluşturarak bir cümle daha söyler doktorumuz.

“Ama babayı kurtardık!”

 

KANATAN KANATLIYMIŞ

Teknolojinin ekranlı aletlerinden haber sitelerini takip edenlerin sık karşılaşmalarına rağmen yadırgamadıkları ve sorgulamadıkları bir haber kişisi var. Kâğıt baskılı günlerde, yani gazetelerin bugünkü gibi tıklama sayısı ile değil, tiraj rakamlarıyla konuşulduğu günlerde “Amiral Gemisi” ilan edilmiş bugün ise yandaş basın içinde uygun yer arayan gazetenin en ünlü elemanından bahsettiğimiz herhalde anlaşılmıştır.

Sevdiğini yazıyor, tıklanan haber yapılıyor. Sevmediğini, kinini, nefretini yazıyor, yine sunuluyor haber olarak. Hatta tuttuğu tarafın pasifize edilmiş ünlüleriyle yaptığı anlaşmalı ve sataşmalı polemikler dahi onun ününe ün kattırıyor; haber sitelerinin esas oğlanı ilan edildiğinden.

Dünyanın gelişim filmi izlettirilen Aborjinlerin, orada tavuk gördük demesi gibi kedisini öne çıkararak konuşmuştu AKP’li meşhur Bülent Arınç, güya ona cevap veriyormuş pozu ile.

Bu girişi yapmamızın elbette bir sebebi var. Türkiye– İsrail ilişkileri üzerine kalem oynatınca, geçen hafta biz dahi onu yazmıştık.

“Ahmet Hakan nam kişinin ‘eşyanın tabiatı gereği’ bu yazdıkları Millî Gazete’nin sitesinde dahi ‘Ahmet Hakan katil İsrail’e ve Erdoğan’a kol kanat gerdi’ başlığıyla duyuruldu.”

Lakin bize itiraz eden okuyucumuz bu açıklamamıza değil, hemen sonra yazdığımız kanaatimize takılmış ve oradan vuruyor.

“Kol, kanat germek... Yanlış bir tanım. Bahis mevzuu edilen kişinin her tarafı ve tüm hayatı kol kanat olsa ne yazar?”

Biz böyle demiştik ama itirazcılar daha bilgili ve donanımlı. Hafızamızı tazelettiler bize.

İstanbul Emniyeti operasyon yaptığında bir kısım sitelerin “Aralarında Süleyman Soylu’nun da olduğu devletin zirvesindeki isimlerle samimi ilişkilere sahip Adnan Oktar grubuna baskın” şeklinde duyurduğu o haber gününde elemanımız, ‘’Tanımadığım ve bende kayıtlı olmayan bir numaradan sabahın çok erken bir saatinde Adnan Oktar aradı, yardım istedi” şeklindeki yazılarla önemli bir kişi olduğunu hissettirmişti  herkese.

Elbette önemliydi, Adnan Oktar’ın baskın yediğinde aradığı ilk kişi olmak. İlişkileri nerede, ne zaman ve nasıl başladı? Hangi hükümete 28 Şubat  hazırlanmasında hangi eylemleriyle tetikçi oldular, gibi sorularla galiba hiç ilgilenen olmadı. Tıpkı bugünkü gibi.

Refah Partisi’nin iktidarında, yakınsak bir Tv kanalında Adnan Oktar grubunun gizil kamera kaydı iddiasıyla bir tiyatro oyunu gibi ve fakat amatörce sunduğu “Masonik ayin” görüntülerinin maksadını ve hedefinin ne olduğunu o gün sorgulamayanlar, ki bizim hiç kabul etmediğimiz, “Baltanın sapı bizdenmiş” mazeretiyle tedbirsizliklerine çok yandılar.

Muhterem okuyucumuzun  yaptığı bu hatırlatmadan sonra “Yandaşlar sessizliğe büründü. Bu da bir tür onay demektir” diye duyurulan haberin teferruatlarını da okumak düştü bize. Başlıklarını ve bir ayrıntıyı yazalım, sizin de haberiniz olsun.

“Adnan Oktar davasında 68 tahliye...”

“İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile Oktar kararının eşzamanlılığı... Bir düzelmenin sonucunda mı, soruları herkesin aklında.” Okuyucumuzun uyarısıyla yazdığımız bu yazıdan biz çıkarmıyoruz, kimse de çıkarmasın “Kol–kanat gerdi” tespitini. Öylesine yazıverdik işte.

 

RECEP’İN SARI LİRALI TÜRKÜLERİ VARDI…

Et ve Süt Kurumu’nun halka sattığı ucuz et fiyatlarını yüzde elliye varan oranlardaki zamlarla artırmalarını savunuyor kurumun yetkilisi: “Bizim fiyatlar çok düşüktü. Bu nedenle uzun kuyruklar oluşuyordu. Bu nedenle fiyatı artırdık.”

Derin AKP’nin hangi “Nedenle” halkı düşündüğünün belgesidir bu izah. Uzun kuyruklar trafiği aksatıyordu, can tehlikesi vardı, değil; halktan aldığımız paranın kıymeti kalmamıştı diyor kendi Türkçesiyle sayın yetkili müdür.

Tıpkı Maliye Bakanı Sayın Nebati gibi, tıpkı AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın Türk Lirası’nı anlatmaları gibi...

“Türk Lirası en zayıf durumda. Gideceği yer yok. Vatandaş rahat etsin.” Sayın Maliye Bakanı’mız böyle buyurdu. Türk Lirası’nın zayıflamasının, vatandaşın rahatlığını doğru oranda etkileyeceği gibi bir AKP teziyle.

Çanakkale Köprüsü açılışından yayılan Sayın Erdoğan tespitini bir daha hatırlayalım.

“İlk 1 hafta ücretsiz, daha sonra ikiyüz liracık.” Türk Lirası’nın ikiyüz tanesi dahi, küçüklük, azlık, acıma ekiyle ifade ediliyorsa, en yetkili yöneticimizce, Maliye Bakanı ne yapsın, Et ve Süt Kurumcumuz ne desin?

Bitti mi? Hayır!

İkiyüz liracık ama, öncesi var. İlk bir hafta ücretsiz vurgusu çok önemlidir. Yani ücretsizliğe yakın, bedava gibi bir paradır ikiyüz liracık. Yeşilçam küçültmesi “Ayşecik”lerdeki acıma ve merhamete dahi hasret

kırıntısı yok, yirminci yılın Türk Lirası tanımlamalarında.

Mizah yapmak da onların işi desek, fakat mizah bu değil.