Deprem haberinin geldiği akşam galiba Kızılay için yardım çağrıları başlayınca kimilerinin aklına 20 yıldır devlet tarafından vatandaşlardan toplanan deprem vergileri geldi. “O paralar ne oldu” diye soranlar görüldü. Keza bugüne kadar depreme hazırlık yolunda kayda değer bir iş yapılmamış olduğu da bu vesileyle bir kere daha hatırlandı. Ülkemizin bir deprem felaketiyle karşılaştığı saatlerde bu konunun gündeme gelmesi anormal olmasa gerek!
Çünkü artık hepimiz biliyoruz ki “deprem öldürmez, depreme uygun olmayan yapılar öldürür.” Mesela Japonya’da bizdekinden daha şiddetli depremler gerçekleşmesine rağmen bunlarda nadiren can kaybı oluyor. Deprem riski altındaki bir bölgedeki yapıların depreme uygun olup olmaması devletin sorumluluğu altında bir konu. Dolayısıyla vatandaşın “neden önlem alınmadı” diye sormaya hakkı vardır.
Yerbilimcilerin uyarıları göz ardı edilmeyip gerekli önlemler alınsaydı şimdi cenazelerinde ağladığımız vatandaşlarımızı kaybetmemiş olabilirdik. Japon milletinin sahip olduğu haklara ve güvenceye Türk milleti de layıktır.
Aynı şekilde ülkenin nüfusunun beşte birinin yaşadığı bir şehirdeki yapı stokunun depreme uygun olmadığı bilindiği halde kentsel dönüşüm için çaba harcanması yerine şehir dışında adeta yeni bir şehir teşkil edecek miktarda yeni konut alanları inşa edilmiş olması eleştirilecektir tabii.
Yıllardır dile getirilen eleştiri ve uyarıların duymazdan gelinmesinin bizi bekleyen tehlikeyi her geçen gün büyütmüş olduğu ortadayken bu konuyu “siyaset yapmayın” diyerek gündemden çıkarmaya kalkışmak akıl işi değil.
***
Diğer yanda ise benim de bu hususta kendileriyle hemfikir olduğum bazı kişiler “Bu tartışmanın zamanı değil. Önce enkaz altındaki insanları çıkaralım, evsiz kalanların yardımına koşalım, hükümetin önlem alıp almadığı konusunu sonra tartışalım” uyarısında bulundular. Zaten çoğunluk da böyle davrandı, o gece hiç de çatır çatır siyasi tartışma yapılmadı. Yapılanlar da karşılıklı yapıldı.
Ama ne olursa olsun şunu kabul etmek zorundayız: “Şimdi değil sonra konuşalım” diyenler de “Şimdi konuşmayalım da ne zaman konuşalım” diyenler de öncelikle konuşma hakkına sahipler. Her iki görüşün de medeni bir şekilde ifade edilmesinin ve tartışılmasının kimseyi rahatsız etmemesi gerekir.
Ne var ki “siyaset erki”nin bu tartışmaya katılması ve dile getirilen eleştirilere karşı “deprem siyasete alet ediliyor” şikayetini dile getirmesi durumu değiştirdi. Deprem için devletin alması gereken önlemlerinin tartışılmasının meşruiyeti tartışma konusu oldu. Nitekim bazı sosyal medya kullanıcıları hakkında yargı süreci başlatıldı. Bu çok yanlış ve tehlikeli bir tutum… Depremde yıkımı, ölenleri, enkaz altında kalanları gören insanların “Neden önlem alınmadı” diye feryat etmeleri, “seçimle gelen hükümetten” hesap sormaları en doğal haklarıdır. Böyle zamanlarda araya birtakım provokatörlerin de karışması veya insanlıktan nasip almamış kişilerin ortaya çıkması hepimizi öfkelendiriyor ama bunları bahane yapıp hükümeti eleştirmenin adeta yasadışı ilan edilmesi olacak şey değil.
***
Hükümet kendince haklı olarak depremden önce yapmadıklarının değil depremden sonra yaptıklarının konuşulmasını istiyor. Ama bunu zorla sağlaması mümkün değil. Zaten belki de hükümetin “önlem niye alınmadı” diyenlerden bu kadar rahatsız olmasına gerek yoktu.
Çünkü deprem meselesinde siyasi iktidarın tutumunu değerlendirirken gözden kaçırılan husus şu: “Bizim millet hangisini alkışlar?”
Bir deprem yaşandığında bölgeye derhal çadır ve battaniye gönderen, ölüleri milli bir matem atmosferinde defneden, depremzedelere ayni ve nakdi yardım ulaştırıp çorba ve sıcak yemek dağıtan, bilahare eskisinden çok daha güzel deprem konutları inşa eden bir hükümeti mi?
Yoksa kaçak yapılmış veya şartlara uygun inşa edilmemiş yapılar için “deprem tehlikesi var diye” imar affı çıkarmaktan imtina eden, üstüne üstlük riskli yapıları tespit edip bunların yıkılarak yeniden inşası için insanların düzenini bozan, hatta keselerine zarar veren bir hükümeti mi?
İlkinin daha fazla alkış alacağı -ve aldığı- ortada olduğuna göre mesela Türkiye ile Japonya arasında deprem yönetimi sahasında ciddi bir farklılık varsa bunun kaynağını yalnızca yönetici zümrenin kalitesinde ve karakterinde aramak yanlış olur herhalde.
***
NOT: Yukarıdaki satırlar üç yıl önceki Elâzığ depreminin ardından yazıldı.