Toplumsal değişimlerin bu kadar hızlı olduğu bir başka zaman yaşanmamış olsa gerek. Siyasal bir topluluğun arka planında düşünce, edebiyat ve felsefe yok ise söz konusu kitle ya da toplulukların kalıcı olması düşündürücü. Sloganlarla ya da şiddet ve baskı ile böylesi bir topluluk nereye kadar, nasıl var olabilir? Kaba sloganlar ile ayakta nasıl durulur?
Kimi kişilerin mitleştirilmesi ya da onun etrafında örgülenen bir yapının kalıcı olabilmesi için besleyici bir düşüncenin olması gerekir. Kişi veya ideolojinin kendisi bir hiç ise!
Türkiye özelinde ırkî oluşlar İttihat ve Terakki öncesine dayanır. Irkçılık milletimiz tarafından çok da benimsenmiş değildi. Elbette etkileri oldu belli bir nüve oluştu fakat toplumu bütünüyle kuşatamadı. Parçalanmış ve dağılmış bir Osmanlı Devleti´nin bütününde gene de bir millet olma ruhu vardı. Zaman zaman fırsatını bulunca gerçek yüzünü gösterdi.
İslâmî bilinçli hareketler zamanla karşılık buldu. Bunların elbette ki düşünce ve sanatın, şiirin, tasavvufi neşvenin, kimi özel önderlerin çabasıyla gerçekleşti. Irkçılık anlayışı ve ona dayalı yapının giderek zayıfladığı, zaman içinde küllenmeye doğru evrildiği görüldü. Ne var ki sağ ve muhafazakâr iktidarlar varlıklarını karşıtları üzerine kurgulayınca karşı tarafın hem toparlanmasına hem de güçlenmesine neden oldular. Zıtların çatışması kitleleri kemikleştiriyor. Bunu en çok da 28 Şubat sonrasında görüyoruz. Gerek resmi ideolojinin ırkçı anlayışının jakoben tutumu ve gerekse soluk alır almaz fırsat bulur bulmaz muhafazakârların benzer bir tutum ve role bürünmeleri karşıtların daha bir keskinleşmesine neden oldu. Türkiye´nin baş belâsı olan sağ-sol gerilimi görünürde sadece bir kurgu. Asıl belâ ırkçı jakoben anlayışın bütünlüğü ve varlığı. Bugün olduğu gibi kimi zaman çok etkili oluyor.
Muhafazakârların; varlık bilinci bir dava ve İslâm özlü ve ruhlu olmayışı asıl sorun. Sağ kalıntılarla, çıkarcı bir yapıya bürünmeleri. Şöyle ki bu yapı gücünü korumak veya konumunu sağlama adına çıkarcı bir anlayışa büründü. Asıl özünü ve ruhunu terk etti. İlerleyen zaman içinde türettiği sloganlarla ırkçı anlayışı pekiştirdi. Millet bilincinden iyice uzaklaştı. Irk eksenli bir konuma büründü. Irkçılarla birlikte olunca onların güçlenmesine ve yeniden palazlanmasına neden oldu.
Kürt ırkçılığının bir bütün olarak su yüzüne çıkışı 1980 sonrasıdır. Bu harekete karşı tepki oluşurken, çok katı bir tutuma bürünülürken diğerine karşı bir hoşgörü ve kabul oluşuyor. Biri bu toprakların sahibi, diğerleri oradan sökülüp atılması gerekenler olarak görüldü. Zıtların çatışması ırkçı, ulusçu jakobenlik en katı ruhunu gösteriyor. Oysaki ırkçı Türkçü oluşun neredeyse yüzyıla yakın bir geçmişi var. Onların ırkçılığı olumlanırken diğerlerine tepkinin şiddeti ve dozu sınırları aşar nitelikte. Böyle olunca aynı topraklarda yaşamış ve İslâm milleti dairesine girmiş bulunan bu topluluklar bilinçli bir şekilde ayrıştırıldı.
Muhafazakârlar ise İslâm idealinin uzağında bir yere konumlandı. Millet bilinci yerine ırk bilincini geliştirdi ve bunu sloganlara dönüştürdü. Irkçı oluşun sembolleri giderek öne çıktı. Bir taraftan kişiler kendilerini putlaştırırken öte yandan karşının putları öne çıktı. Onları zayıflatalım derken onlara da sığınılmaya başlandı.
Muhafazakârlara yüklenen abartılı oluşlar bir zihnî karışıklık yaşanıyor. Muhafazakârlar modern giyim kuşamlarıyla İslâmî, yaşayış ve tutumları itibariyle hem ırkçı, hem modern, hem liberal ve kapitalist.
Şaşkınlıklar insanı daha çok şaşırtacak özellikte. Aslında şaşırılacak bir şey yok. Irkçı anlayışın sembollerine sığınılırken bir gün başlarına belâ olacağı hesaba katılmadı.
Irkçı ve Türkçü anlayış şu sıralar tek ses. Sağı, solu, milliyetçisi, Batıcısıyla. Bu hem Kemalizm hem de ona dayalı kavram ve kurumlar etrafında bir oluş. Muhafazakârların düşünce üretme yoksunluğu iyice bir çıkmaz oluşturdu. Putlara saldıran kimi kendini bilmezler ya da her kimseler kimi çevrelerin gerçek yüzünü ortaya koyuyor. Irkçı milliyetçiler ile Batıcı liberaller şu sıralar tek ses konumundalar. Türkçülük ve Kemalizm putu odaklıdırlar.