Dün besleme gazetelerin birinci sayfaları askeri operasyon haritaları ile doluydu.
Bu yeni durum nedeniyle Recep Tayyip Erdoğan’ın sıfatı da değişmişti.
Daha önce manşetler “Başkan Erdoğan” diye atılırken, dün “Başkomutan Erdoğan” manşetlerdeydi.
Askerlerimizin Kuzey Suriye’de nereye kadar gidebileceklerini de bu haritalardan öğrendik: 30 kilometre derine!
Başkomutan hazır çizmeleri ayağına geçirmişken neden Halep’e kadar gitmeyi düşünmedi, sebebini bilmiyorum.
Ancak kafama bir soru da takılmadı değil: Sınırı 30 kilometre ileriye taşıdığımızda da komşumuz yine YPG / PKK oluyor.
30 kilometre bu taraftayken milli güvenlik meselesi olan şey, 30 kilometre aşağı gidince önemini yitiriyor mu? Bunu birileri bize açıklasa iyi olur.
Tabii diyebilirler ki “o 30 kilometrelik araziye 1 milyon kişiyi barındıracak köyler, kasabalar yapılacak, okullar, hastaneler, camiler inşa edilecek, senin hayalin yetmez!”
Demek ki Suriyeli sığınmacılar için bir 26 milyar dolar daha harcayacağız. Evet buna hayalim yetmez ama memleketin parası da yetmez!
Görebildiğim kadarıyla “para benden, inşaat sizden” diyecek bir babayiğit ülke de ortalıkta yok.
Tabii bu 30 kilometre, besleme medyanın, Bin Odalı Saray tarafından doldurulmasıyla icat edilmiş bir mesafe.
ABD’nin daha önce bunu kabul etmediğini biliyoruz.
Trump’ın iki gündür sosyal medyadan “sınırı geçme” uyarıları yapması, ABD’nin kafasında bir “sınır” olduğunu gösteriyor.
Aylardır ABD ile müzakere edilen ama “30 kilometre derinlik” fikrine ikna olmadıklarını da biliyoruz.
Trump’ın tepesinin tasını attırmamak için 15 kilometrelik “izin verilen alana yönelik” bir operasyon daha akla yakın geliyor.
Böylece hem Başkomutan “bir gece ansızın gelmiş” olacak, hem Trump’ın canı sıkılmayacak, hem ABD, YPG’yi tamamen terk etmiş olmayacak.
Tipik bir “win – win” durumu yani. Siyasal İslamcı pragmatizme de ters gelmez.
Eldeki medya gücüyle de bu iş vatandaşa büyük fütuhat hareketi olarak satılabilir.
“İyi haber alan kaynaklara” sahip değilim ama Başkomutan’ın ikircikli haline, Trump’ın manyağa bağlamasına bakınca 15 kilometreyle bu iş kapatılacak gibi görünüyor.
Başkomutanın “15 kilometrelik fatih” unvanı almasının bedeli ise bir ordu cihatçı terörist ile yan yana yaşamamız olacak sanırım.
Şunu da söylemeliyim ki daha sonra Başkomutan “niye söylemediniz” diye bizi suçlamasın.
Bir kere girdiniz mi önünde sonunda çıkmanız gerekir ama çıkmak, girmek kadar kolay olmayabilir.
Son 50 yılın örneklerine bakın, başka ülkelerin topraklarına girenlerin hiçbiri, geri dönerken geldikleri günkü kadar mağrur değillerdi.
Bir kez daha iyice düşünün derim.
***
Erdoğan’ın hayalleri, Suriyelinin gerçekleri
Cumhurbaşkanı’nın, sayıları artık 4 milyona bir hayli yaklaşan Suriyeli sığınmacıları geri gönderme projesinde, henüz ortada olmayan 26 milyar doların yanı sıra bir husus daha var:
Oraya gönderilecek 1 milyon sığınmacı nasıl belirlenecek?
Gönüllü göç mü teşvik edilecek? Taşınana şu kadar inek, bu kadar keçi gibi promosyonlar mı yapılacak?
Yoksa Reis “kulaklarından tuttuğu gibi” hepsini zorla geri mi gönderecek?
Eğer maddi teşviklerle geriye göç özendirilecek ise 26 milyar doların yanına bir kaç milyar daha koymak gerekecek gibi görünüyor.
Erdoğan böyle şeylere önem vermese de bununla ilgili bir araştırma var.
TOBB Üniversitesi’nden bir ekip tarafından yapılan araştırmaya göre Suriyelilerin geri dönüş eğilimleri giderek azalıyor.
Dr. Başak Yavçan’ın TBMM’de yaptığı sunuma göre iki yıl önce “Suriye’de savaş biterse istediğim rejim olmasa bile dönerim” diyenler yüzde 9 iken, bugün yüzde 5’e düşmüş.
“Hiç bir koşulda geri dönmem” diyenler yüzde 26’dan yüzde 33’e çıkmış.
Dr. Yavçan dünyadaki geçmiş örneklerden söz ederek 5. Yıldan sonra göçmenlerin geri dönme eğilimlerinin çok ciddi düştüğünü söylüyor.
Ve işin ilginci “geleneksel Türk misafirperverliği” de tarihe karışıyor.
Vatandaş olmuş ya da burs almış Suriyeli üniversite öğrencileri Türklere daha mesafeliler çünkü bu durumlarını öğrenen Türkler onlara reaksiyon gösteriyorlarmış.
Okul çağında olan 1 milyondan fazla çocuğun ancak yüzde 65’i okullaşmış durumda.
Onun için Reis’in hayal kurmayı bir kenara bırakıp sorunun temeline yoğunlaşmasında yarar var.
Bu insanların çok büyük bölümü savaş bitse ve istedikleri gibi bir Suriye kurulsa bile geri dönmeyecek.
Almanya gibi her türlü olanağa sahip bir ülkenin bile Türklerin uyum sorununu 50 yıldan fazla bir zamandır çözemediğini de aklımızda tutalım.
Hayal peşinde geçirilen her gün kayıp zaman demek, Emine Hanım bunu Reis’e söylese çok iyi olacak, bizi dinlemiyor çünkü.