İttihat ve Terakki’nin Doğurduğu Partiler ve Aktörleri

Şakir Diclehan Yazdı:

İttihat ve Terakki’nin Doğurduğu Partiler ve Aktörleri

Politikaya boğulurcasına dalmayla insanın kendini millete, devlete ya da yurda adaması, aynı şey değildir kuşkusuz. Bu iki kavramı, birbirine karıştırmamak gerekir. İlki, kendini toplum uğruna feda etmiş olanıdır. İkincisi ise, kendisinden başkasını görmeyen, kendisinin şu veya bu şekilde çıkarı uğruna toplumdan fedakârlığa razı olan kişidir.

          Türkiye’de kurulan tüm partilerin anası, doğuş kaynağı ve temeli, bir realite olarak söyleyelim ki, tek bir partidir.  O da İttihat ve Terakki partisidir. Yüce Diriliş Partisi ile Halkların Demokrasi Partisi (HDP) hariç, hemen hemen partilerin tümü, İttihat ve Terakki Partisi’nden türemiş ve o partiden doğmuşlardır. Ülkede kurulan partiler, lider merkezli olarak kuruldukları için, liderin iktidardan düşmesi ya da ölümüyle, ya dağılmış ya da sadece tabela partileri haline gelmişlerdir.

          Politikayı, toplum için, bir ideal veya düşünce tarzı için yapan ve bu nedenle de sınırını aşmadan sonunda kazanacak olsa da bu özellikte ülkede liderlik yapan kişi, şu ana kadar pek gelmedi… Değişik zamanlarda kurulan partilerin liderleri, mensupları tarafından putlaştırıldıkları için öldüklerinde, partileri, ya dağılma sürecine girmekte ya da bir daha iktidara gelemeyecek tarzda varlıklarını sadece kâğıt üzerinde korumaktadırlar.

          Tek parti döneminden başlayarak aşama aşama kurulan, iktidara gelen ve hüküm süren partiler, geçmişten dersler çıkarmadıkları için, bütün yönetim ve kurumlarıyla, idare düzeniyle, inanış, duyuş, biliş ve işleyişiyle, metafizik plandan reel plana kadar kendilerini yenileyemedikleri için iktidarı şu veya bu şekilde bırakmak zorunda kalmışlardır hep.

          Yoksulların ve ezilmişlerin sesine kulak veren ve halk içinden çıkan gerçek politikacıların seheri hep aydınlık olmuş ve halklarını, koruyucu melek kanatları altına alarak onları bir arada tutma ferasetine sahip olmuş, böylece kitlelerin gönlünde taht kurarak daima hayırla anılmışlardır.

          Geçmişe doğru bir yolculuğa çıkacak olursak gerçek ve dürüst liderler, ekipleriyle başarı doruklarına tırmanmışlardır. Ancak haris ve menfaatperest olanlar ise, tehlikeli bir durumu gördükleri an, gemiyi terk etmekte bir sakınca görmemişlerdir…

          İkinci Dünya Savaş’ı sona ererken, halkın canına tak eden Cumhuriyet Halk Partisi’nin idare ve iktidarına karşı, hoşnutsuzluklar baş göstermeğe başlamış ve halk, Tek Parti idaresinin zulmüne karşı alttan altta kendiliğinden gizli bir muhalefet oluşmaya başlamıştı.

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra, Amerika Birleşik Devletleri’nin dikte ettiği, yani cebren ve kerhen benimsemeğe zorladığı hürriyet, demokrasi ve özgürlük fikri adeta antibiyotikvari bir ilaç etkisi icra etmişti. İşte böyle bir dönemde “Dörtlü Takrir” diye adlandırılan ve partideki dört kişi tarafından imzalanan ve bugünkü deyimiyle ifade edilecek olursa, bir önerge, Cumhuriyet Halk Partisi gurup başkanlığına verilir.

Önergeye imza atanlar: Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü’dür. Bu davranış, adeta Demokrat Parti’nin tohumu ve ilk kadrosunun çerçeveleniş hareketi olarak kabul edilir. Bu takrirle, vatandaş adına daha geniş hak ve hürriyet istenmekteydi. O zaman Başbakan olan Şükrü Saraçoğlu, takririn geri alınmasını ister.

Celal Bayar’la yan yana oturan Fuat Köprülü, hemen ayağa kalkar ve Celal Bayar’ın anlattığına göre: “Fuat Köprülü’ nün takriri (Önergeyi) geri almaya niyetli olduğu görülüyordu. Eteğinden çekip oturttum. Sert bir sesle “biz verdiğimiz takrirleri geri alacak insanlar değiliz” dedim. Böylece Fuat Köprülü’ nün, ta başından beri, pek de samimi olmadığı ve 180 derecelik dönüş yapabilecek bir karakter sahibi olduğunu göstermekteydi. Takrir, imza sahibi dört milletvekilinden başka, diğerleri tarafından reddedilir. İşte Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1945 yılındaki görünümü böyleydi.

Köprülü’ nün 10 yıl sonra Demokrat Parti’nin dekadans (kuvvetten düşme) devrinde meydana çıkacak olan karakteri, daha o günden belli olur. Köprülü ile Falih Rıfkı Atay, biri “Vatan”, öbürü “Ulus” gazetesinde, biri güya vatan, öbürü de milleti temsil etme edasında kapışmaya başladıkları görülür.

İkisi de Cumhuriyet Halk Partili olan bu milletvekillerinin kapışmaları ve bu türlü fikir boğazlaşmasına, Halk Partilileri tedirgin etmeğe başlar. Ne üzücüdür ki, Adnan Menderes’in bütün hayatına hâkim, dost ve düşmanını tayin edememe ve kimin hesabına çalıştığını kestirememe hali içinde Vatan Gazetesi’ne yanaşır.

Dörtlü takrir üzerine, Adnan Menderes ve Fuad Köprülü, partiden ihraç edilirler. Celal Bayar ise, Demokrat Parti’nin kuruluş tarihi olan 7 Aralık 1945 tarihinden 5 gün önce istifa eder. Refik Koraltan da bir yıl sonra, parti tarafından ihraç edilir.

Necip Fazıl, “Benim Gözümde Menderes” isimli biyografik eserinde Köprülü’yü “ilimle doymayan ve politika açlığı içinde kıvranan, basit, temel görüşten mahrum, kafası hasis (cimri) ve ruhu haris insan’’ diye nitelendirir. Necip Fazıl, Üniversitede öğrenci iken Dekanlık makamındadır Köprülü ve Avrupa’ya gönderilecek ilk Cumhuriyet öğrencileri içinde ona en ileri zekâ notunu verdiğini beyan eder.

Demokrat Partisi’nin kuruluşu, kimilerine göre zorlama hürriyet ve demokrasi diktasının hemen peşinden, emirle gelen hürriyetin ardından Halk Partisi rejimine: “milletin ağzına tıkadığın şu yumruğu çek ve oradan çıkacak sesi serbest bırak!” Denilmiş ve yumruk çekilir gibi olunca, hepsi esasta Halk Partili bir takım şahısların kaba bir deyimle “geğirti halinde çıkmıştır. Mideden gelen ses, ciğerden değil…” Yani bir çeşit “muvazaa partisi…” Peşin bir pazarlık ve danışıklı dövüş işi olmasa bile, doğal olarak yaradılıştan muvazaa eseri olmaya mahkûm… Aynı dal ve ana gövdeye bağlı dallar arasında, biri şifalı, öbürü zehirli iki zıt meyve ve her birinin kendi verimini öbürüne karşı müdafaa imkân ve istidadı hayal edilemez. İki parti de İttihat ve Terakki kökenlidir.

Bu partinin önemli aktörlerinden biri olan Fuad Köprülü, gemiyi ilk terk edenlerin başında gelir. Muhalefetin ilk gününden 1950’ye ve oradan da aşama aşama 1960’a kadar Menderes’in çevresinde her zaman arkadaş ve basın çevresinden örülü bir halka bulunmuştur. Bu halkaya girenlerin bir kısmı genel idare kurulu, bir kısmı meclis gurubu üyeleri, bazıları gazeteciler, bazıları da teşkilatın ileri gelenleridir.

Garip olan durum, bu çevreye girip çıkanların hemen hepsi ayrı mizaç ve yaradılıştadırlar. Demokrat partisi, bu yüzden “yamalı bohça” olarak nitelendirilmiştir daima. Dıştan görünüşünün tam aksine hükümet işlerinde de, parti meselelerinde de sessiz, ama en yorucu, sinirlendirici kavgaları bunlarla olmuştur Menderes’in…

Adnan Menderes’le düşmanlık silahlarıyla dövüşenlerin önemli bir kısmı bu çevreye girip çıkmış insanlardır. Her ne kadar Samet Ağaoğlu, “İpin Gölgesindeki Günler” isimli eserinde, bu duruma bilimsel ve sosyolojik bir açıklama getirse de gerçeğin bu şekilde olmadığı şok açıktır. Adnan Menderes’in çevresindeki arkadaş değişmelerinin asıl sebebi ne idi? Mustafa Kemal Nutuk’ta: “Arkadaşlarım, İnkılap kendi idrak seviyelerini aştıkça beni bıraktılar” diyorsa da bu söz gerçeği tam ifade etmiyor aslında… (SÜRECEK)                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                  Kaynak. Farklı Bakış