Tarih: 05.12.2018 08:50

İsyan, direnme ve özgürlük

Facebook Twitter Linked-in

Fransa´da Macron´un Cumhurbaşkanlığı´nı seçimle kazanarak gelmesi, doğrusu, Fransız halkı adına beni şaşırtmıştı. 1789 Fransız Devrimi, özünü oluşturduğu ?Cumhuriyet? ilkesi bağlamında, onu kimi zaman sınırlarını daraltarak, kimi zaman sınırlarını aşırı genişleterek muhtelif siyasi rejim türlerinin laboratuarı şeklinde denemeye tabi tutmuşsa da, sonuçta özünü koruyabilmiştir. İşte, Macron´un küresel sermayenin bir oyuncusu olarak seçilmesini, Fransız halkının bilinçaltına yerleşmiş kendine özgü ?Cumhuriyet? kavrayışının sönüyor mu acaba, sorusunu sormaya yöneltmişti beni. Eğer öyleyse, bu Avrupa uygarlığının düşünce temelinde fark edilmeyecek oranda bir içten çürümenin varlığına işaret sayılabilirdi. Gerçi, kırk yılı aşkın bir süreçte Fransa yeni felsefe, düşünce, sanat ve edebiyat alanlarında öncülük etme rolünü tam olarak yerine getirmede tıknefes bir tutum sergiliyordu. Buna karşılık, Almanya bu alanlarda, potansiyel olarak dikkatleri üzerinde yoğunlaştırmakla birlikte, cezbedici bir tavır kıvamını göstermekte adeta ?utangaçlık? içindeymiş gibiydi. Oysa yakından bakıldığında, sadece iktisadi ve teknolojik gelişim bakımından önce kuramsal düşünce ve bilim alanlarında Almanya kıta Avrupa´sını besleyen kaynaktı. Düşünce namusunu iktidarın ?metresi? yapmakta mahir Anglosakson dünya, düşünceyi ve erdemini kavrama yeteneği sınırlı ve sığ Amerika´yı yederek dünyanın, insanlığın, uygarlık ve kültürlerin ?Kaligula?sı, zebanisi olma rolünü çalmıştı II. Dünya Savaşı ertesinde.

 

 

 

?68´de üniversite öğrencilerinin başlattığı isyan, sadece Fransa´yla sınırlı kalmamış, birçok ülkede yankı bulmuştu. Asıl önemli olan ise, bu isyanın Avrupa, daha doğrusu Batı uygarlığının kendi içinde bir özeleştirinin ötesinde, özüne yönelik bir sorgulamanın kaçınılmaz olduğu uyarısını ortaya koyar gibi olmuştu. Ancak, başta Fransız düşüncesi olmak üzere, Alman düşüncesi de bu sorgulamayı gereği gibi yapamamış ya da yetersiz kalmıştır. Kapitalizm-sosyalizm karşıtlığı, gerçek düşünce yerine ustaca ikame edilen siyaset soslu bir ?ideoloji? görünümüne büründürülmüştür. Ne var ki, bu siyaset soslu ideoloji, aslında kuzu postuna bürünmüş kurt misali kapitalizmdi. Özü ?kazanç hırsı?ndan başka bir şey olmayan kapitalizm, bizzat Avrupa uygarlığının kendine özgü düşünce kaynaklarını (Hümanizm, Rönesans vb.) öncelikle sömürerek istismar ettiği gibi, Avrupa uygarlığını, yeryüzündeki diğer uygarlıkları, kültürleri, coğrafyaları, yerüstü ve yeraltı kaynaklarını, en önemlisi de insan ve toplumlarını kendi sömürge çarkında öğütmede araç olarak kullandı.

Elbette toplumsal olaylar, bugünden yarına bir anda gerçekleşmez. Üstelik başlangıçtaki hedefin bir süre sonra farklı yönlere, hatta karşıtı hedeflere yönelmesi de daima imkân dâhilindedir. Fakat insanın uğrunda hayatını feda etmede gözünü kırpmayacağı bir takım yüce değerleri de vardır. Adalet, eşitlik, haysiyet, onur, inanç gibi. Bu tür değerler, çoğunlukla ihlal edildiklerinde, yoksandıklarında ve yok edildiklerinde ortaya çıkarlar. Sözgelimi, insan en yakıcı bir duyguyla adaleti, hakkı, hukuku, eşitliği, özgürlüğü, bunların ihlal edilmelerinde, yok edilmek istendiklerinde, bunlara aykırı uygulamalara maruz kaldığında hatırlar, gerçekleşmesi için mücadeleye girer, isyan eder, başkaldırır ve hayatını ortaya sürer. Basit bir olay, ani bir hareket mücadelenin, isyanın, başkaldırının yürürlüğe girmesi için yeterlidir. Kavı bir çakmak taşı kıvılcımı ateşler için için, ama harlı ateşin kaynağı da o cılız kıvılcımdır.

Fransa´da başlayan ?Sarı Yelekliler? isyanını bu bağlamda okumak mümkün görünmektedir. Fakat yeryüzünü ağına almış kapitalizmin amip gibi yapısı, her türden inancı, erdemi, düşünceyi, dünya görüşünü emip soğurmada ve çürütmede deneyimli olduğunu da unutmamak gerekir. Ancak Macron ve benzerlerini alaşağı edecek isyanları, başkaldırıları sonuçsuz heves olarak değerlendirmek insafsızlık olur.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —