İsviçre çakısı

Vahap Coşkun, serbestiyet.com’da “İsviçre çakısı” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

İsviçre çakısı

PKK’nin şiddeti, devletin elindeki bir İsviçre çakısı gibi, birçok işe yarıyor. Devlet bunu, bütün bir toplumu baskılayan ve itiraz seslerini kesen bir susturucu olarak kullanıyor. Peki devlet, kendisine bu kadar büyük bir alan ve yapıp-ettiklerine meşruiyet sağlayan PKK’nin silahından rahatsızlık duyuyor mu ya da çekiniyor mu? Zannetmiyorum. Aksine devleti endişeye sevk eden bir şey varsa, o da silah ve şiddet değil, sivil ve demokratik siyasettir.

Mersin-Mezitli’de bir polisin hayatını kaybettiği PKK saldırısı, görebildiğim kadarıyla üç şekilde ele alındı. Bir, iktidar ile muhalefetin birbirlerini itham ettikleri kısır çekişmelere yol açtı. İki, gelecek seçimlere olası etkileri üzerinden konuşuldu. Ve üç, Demirtaş’ın ve HDP’nin saldırıyı kınaması ile PKK’nin bu kınamalara sert tepki göstermesinin siyasetin bu cenahına nasıl tesir edeceği tartışıldı.

İlk iki bağlam, sıcak siyasi gündemle yakından bağlantılı olduğundan buradaki sözler ve pozisyonlar çabuk tüketilir. Asıl altı çizilmesi gereken, siyaset ve şiddet arasındaki ilişkiye odaklanan üçüncü bağlamdır. Çünkü bu bağlam, Türkiye’de özelde Kürt genelde de bütün sivil-siyasi aktörlerin cevaplaması gereken tarihi ve hayati bir sualin üzerine oturuyor: PKK’nin silahı ne işe yarar?

Hakikaten bu silah sosyal ve siyasal hayat üzerinde nasıl bir rol onar? Kürtlere bir kazanım mı sağlar? “Türkiye halklarına” özgürlük mü getirir? Hak-hukuk alanını mı genişletir? O çok sözü edilen “demokrasi güçlerine” bir katkı mı sunar? Toplumun devasa dertlerine bir çare mi bulur? Hayatı mı güzelleştirir?

Yoksa tersi mi olur? Silah, Kürtlere ölüm ve yıkım mı getirir? Türkiye halklarının özgürlüğünü budarken onlar üzerindeki baskıyı mı artırır? Hakkı-hukuku törpülerken yasakları mı büyütür? Otoriter ve totaliter yönetim taraftarlarının hareket alanını genişletirken demokrasi güçlerini mi kısıtlar? Acıları üst üste eklerken sorunları içinden çıkılmaz ve yaşamı çekilmez bir hale mi getirir?

Şiddetin sebebiyet verdiği insani kaybın muhasebesini tutmanın imkânı yok. Ocaklara düşen her ateş, o ocakların dünyasını yıkıyor. Türk ya da Kürt, asker ya da PKK’li, yası tutulan her evlat, ailelerini ömür boyu sürecek bir acıya gark ediyor. Bu itibarla, PKK’nin elindeki silah, bugün ülkenin ve elbette hem Kürt hem de Türkiye siyasetinin önünde çözülmesi gereken en acil sorun olarak duruyor.

Sorun iki yönlü: Silah bir yandan Kürtlere, HDP’ye ve Türkiye siyasetine altından kalkılması zor bir yük bindiriyor. Diğer yandan ise devlete Kürt karşıtı siyasetini yürütmesi için muazzam bir alan açıyor.  İzah etmeye çalışayım. 

Kürtlere ölüm getiren silah

Silah, Kürtlere ölüm getiriyor ama devletin eline her yerde Kürtlerin taleplerine ve kazanımlarına karşı çıkmak için sağlam bir gerekçe veriyor. Mesela devlet Suriye’de bir Kürt yapılanmasına karşıtlığını; Kürdistan Bölgesi’nde siyasi/iktisadi istikrarsızlığa ve Kürtler arasında gerginliğe sebep olan askeri operasyonlarını daima PKK’nin silahıyla temellendiriyor.

Keza devlet, Türkiye’de Kürtlerin hak taleplerini de PKK’yi işaret ederek kriminalize ediyor. Siyasi, idari ya da kültürel her hak arayışını, PKK’ye atıfla bastırıyor. Devlet, PKK’den hareketle bir “beka” söylemi üretiyor; iktidarı ve muhalefetiyle toplumun ağırlıklı bir kesiminde karşılık bulan bu söylem, devletin yaptıklarının otomatik bir şekilde kabullenilmesini sağlıyor ve Kürt karşıtı siyasetinin sorgulanmasını engelliyor.

Şiddet, HDP’yi iki taraflı bir kıskaca alıyor. Evvelen, HDP’nin Türkiye’de siyasi olarak çok büyük bir potansiyeli var. Kürt nüfusunun Türkiye’nin her tarafına dağılmış olmasından kaynaklı sosyolojik bir potansiyel bu. Çözüm sürecinde olduğu gibi siyaset ön plana alındığında bu potansiyelin nasıl açığa çıkacağı görüldü. Siyasi dalgayı arkasına alan HDP, Türkiye’nin üçüncü partisi haline getirdi. Siyaset daha da tahkim edilse ve tek belirleyici olsa, HDP’nin bu yükselişini sürdüreceği muhakkaktı. Fakat silahlar tekrar devreye sokulunca, HDP bu büyümeden mahrum kaldı.

Demokratikleşme engeli

Saniyen, devletin HDP’ye dönük “terör örgütünün siyasi kanadı” iddiası, Türkiye’de kamuoyunun büyük bir bölümü tarafından paylaşılıyor ve devlete ciddi bir söylem üstünlüğü kazandırıyor. Devlet, bu sayede, gerekli gördüğünde HDP’nin üzerine gidiyor, kolunu kanadını kırıyor, ya minderin dışına atıyor ya da manevra kabiliyeti son derece sınırlı bir şekilde minderin kenarında tutuyor.

PKK şiddeti, HDP’nin zayıf karnı oluyor. HDP’yi zayıflatan ama devleti kuvvetlendiren bu şiddet, devlet için çok elverişli bir aparata dönüşüyor. Devlet, terörden bahisle hem HDP’nin siyaset içindeki yerini tanzim ediyor hem de bütün hak ve özgürlüklere müdahale edebiliyor.

Silah, salt Kürtler ve HDP bakımından değil, Türkiye’nin geneli için de ciddi bir demokratikleşmeyi ve hukuk devletini engelleyen bir işlev görüyor. PKK’nin şiddeti, Türkiye’de kendiliğinden bir otoriterliğe neden oluyor. PKK denildi mi akan suların durması devlete rahatça at koşturabileceği geniş alanlar sağlıyor. PKK tehdidi devlete, toplumdaki korkuları ayaklandıracağı ve kafasındaki kısıtlamaları hayata geçirebileceği bir zemin veriyor.

Muhalefeti teslim almak

Yani özgürlük ve demokrasi karşıtı bir düzen PKK üzerinden meşrulaştırılıyor. Devlet, muhalefeti de PKK ile terbiye ediyor, hatta teslim alıyor. İster iç ister dış politikada olsun Kürt meselesiyle ilgili konularda muhalefet, genel olarak iktidarın dümen suyunda hareket ediyor. Teröre destek vermekle itham edilme endişesi, muhalefetin Kürt meselesinde iktidarın belirlediği sınırların dışına çıkmasına ve alternatif politikalar geliştirmesine mani oluyor.

Ezcümle PKK’nin şiddeti, devletin elindeki bir İsviçre çakısı gibi, birçok işe yarıyor. Devlet bunu, bütün bir toplumu baskılayan ve itiraz seslerini kesen bir susturucu olarak kullanıyor.

Peki devlet, kendisine bu kadar büyük bir alan ve yapıp-ettiklerine meşruiyet sağlayan PKK’nin silahından rahatsızlık duyuyor mu ya da çekiniyor mu? Zannetmiyorum. Aksine devleti endişeye sevk eden bir şey varsa, o da silah ve şiddet değil, sivil ve demokratik siyasettir. Yarım asra yakın bir süredir dağda olan ve her birini yakından bildiği PKK’liler değil, demokratik siyaset yoluyla iktidara ortak olabilecek sivil aktörler devletin korkulu rüyası olur.

Silah-külah işlerinden kimseye bir hayır gelmez; dolayısıyla silahı reddetmeden ne Kürtlere ne de Türkiye’ye bir katkıda bulunulabilir. Türkiye’yi değiştirecek olan sivil siyasettir; silah ise, sivil siyasetin önünü tıkar. Mevcut şartlarda sivil ve siyasi aktörlerin en mühim vazifesi, PKK’nin Türkiye’ye karşı silah bırakması için irade ortaya koyması ve inisiyatif üstlenmesidir. Bu çerçevede, Demirtaş’ın ve HDP’nin demokratik siyaseti savunmada ısrarlı olacaklarını belirtmeleri, son derece değerlidir ve desteklenmelidir. 

 

Kaynak: Farklı Bakış