Bu milletin vicdanı Mehmet Akif’i günümüze taşıyan en önemli yapıtı İstiklâl Marşı’dır hiç şüphesiz. Çünkü İstiklâl Marşı’nın bir ‘marş veya şiir’ olmasının ötesinde derin anlamları vardır: Bunların başında İstiklâl Marşı’nın ‘tarihi bir belge’ olduğu hususu gelir. Bu yönüyle İstiklâl Marşı bir dönemin vesikasıdır adeta. Ayrıca dünya marşları arasında şiiriyeti en yüksek marştır da. Fakat o sadece bir şiir, edebi metin olmayıp muhtevasıyla beraber manasıyla da son derece önemlidir. Öyle ki İstiklâl Marşı; tarihten silinmek istenen bir milletin nasıl ve hangi değerlerle ayağa kalktığının, küllerinden yeniden nasıl doğduğunun da açık bir nişanesidir. Aynı şekilde İstiklâl Marşı, tek dişi kalmış Batı medeniyetine ve sömürgecilik düzenine karşı bir başkaldırı ve meydan okumadır. En önemlisi ise İstiklâl Marşı, Cumhuriyet’i kuran iradenin ne olduğunu bize anlatan önemli bir belgedir.
Bütün bu hususlarla birlikte İstiklâl Marşı olmasaydı belki de bugün büyük bir çoğunluğumuz Mehmet Akif’ten habersiz yaşayacak ve yakın tarihimizle ilgili eksik, yanlı, yanlış bir bakışa sahip olacaktık. Çünkü biliyoruz ki Akif sadece Akif’ten ibaret değildir. O bir yol, ekol, dönem, çağ… kısacası başlı başına bir tarihtir. Akif’i tanımakla sadece onun kişisel, kronolojik hayat hikâyesini değil, tarihin önemli bir dilimi olan 19’uncu yüzyılın okumasını da yapıyoruz aynı zamanda. Koca bir imparatorluğun çöküşüne ve yeni bir Cumhuriyet’in doğuşuna tanıklık ediyoruz onun hayat hikâyesi üzerinden. Geçmişle gelecek arasında sağlam bir köprü inşa ediyoruz böylece. İşte bütün bunları ve daha fazlasını İstiklâl Marşı’na borçluyuz.
Malum Akif, Mustafa Kemal tarafından 1920’de Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey üzerinden Ankara’ya davet edilip Birinci Meclis’te Burdur mebusu olarak yer almasına rağmen 1923’te Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte İkinci Meclis’te kendisine yer verilmemiştir. Meclis kayıtlarına “Burdur Milletvekili ve İslam Şairi” olarak geçen Akif, özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında önemli vazifelerde bulunmuş ve bu dönemde İstiklâl Marşı’nı yazmıştır. Ancak İkinci Meclis’le birlikte Akif ve Akif gibilere yol görünmüş ve bilinçli bir el tarafından sahne dışına itilmiştir. Bunun üzerine Akif yanında “Mavzer Tüfeği” ve “İstiklâl Madalyası” ile birlikte İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştır. Yaşanan bu hadiseler ve sonrasındaki baskı ve tacizler ise Akif’i Mısır’da 10 yıl zorunlu sürgün hayatına mecbur kılmıştır.
Vefatından altı ay kadar önce canlı bir cenaze olarak İstanbul’a dönen o dev adam hasta yatağında bile rahat bırakılmamış ve vefatından kimseciklerin haberi olmadığı gibi cenaze merasimine de devlet erkânından kimse katılmamıştır. Katılanlar hakkında da daha sonra tahkikat başlatılmıştır.
Akif, İstanbul’da hasta yatağında iken Ankara Hükümeti’ne yakın önemli yazarlardan Hakkı Tarık Us ve Ruşen Eşref Ünaydın kendisini ziyaret eder. Hakkı Tarık Us, Akif’e şöyle der:
Üstad, Gazi ile birlikteydim. Sizden sevgi ve sitayişle bahsetti. Güzel sözler söyledi. Hatta dikkat buyurun sözlerime: ‘Kendilerine hissi bir adavetim yoktur. Eğer olsaydı, Türkiye’ye dönmesine müsaade etmezdim. İstiklâl Marşı’nı da kaldırırdım.’
Bunun üzerine Akif yerinden doğrulur ve Hakkı Tarık Us’a şöyle der:
Demek öyle!… Hakkı Bey hatırlar mısınız? Biz Gazi ile harp sahalarında ön saflarda beraber gezdik. Beraber yürüdük. Meclis’te kendilerini sonuna kadar destekledik. Bu böyle iken Gazi’nin adavet kelimesini telaffuz etmesine hayret ettim. Beni memlekete sokmayabilirdi. Lütfettiler… Kendilerine minnettarım.
İstiklâl Marşı’na gelince… Onu kimse kaldıramaz. Nasıl kaldırılırdı ki… Meclis’te ilk okunduğu gün, Tunalı Hilmi hariç herkes ayakta dinledi. Kendileri de dâhil. İstiklâl Marşı bir daha yazılamaz. Kimse de bir daha İstiklâl Marşı yazamaz. Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın!”
Yine vefatından kısa bir süre önce Yenigün gazetesinden Feridun Kandemir’e verdiği son röportajındaki “İstiklâl Marşı’nı nasıl yazdınız?” sorusu üzerine Akif yavaşça yatağında doğrulur, yastıklara yaslanır sesi birden canlanır:
“Doğacaktır, sana vaat ettiği günler hakkın!…
Bu ümitle, imanla yazılır. O zamanı düşünün. İmanım olmasaydı yazabilir miydim? Zaten ben, başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez. İçimde ne varsa, bütün duygularım yazılarımdadır. Şu var ki ‘İstiklâl Marşı’nın şiir olmak üzere bir kıymeti yoktur. Ancak tarihi bir değeri vardır.”
Ve gözleri, yemyeşil Şişli sırtlarında, dilinde bir dua gibi aynı nağme titriyor:
“Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın!” (1)
Zamanın ruhu İstiklâl Marşı’nın o tarihi değerini fazlasıyla gösterdi. Fakat bu tarihi değerin farkında olanlar defalarca buna engel olmaya, İstiklâl Marşı’nı değiştirmeye, onu karalamaya, Akif’in şair olmadığını dillendirmeye kalkıştılar. Ancak onun hasta yatağında dile getirdiği; “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın” temennisi kabul olunmuş bir dua olarak belleklerde yer etti. Ne zaman İstiklâl Marşı’nı değiştirmeye kalkıştılarsa o dua yüzlerine çarptı.
İstiklâl Marşı’nı Değiştirme Girişimleri
Yukarıda ifade edildiği gibi Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte yeni rejim rotayı değiştirmiş ve geçmişe dönük hafızayı silmeye veya gizlemeye çalışmıştır. Büyük bir çoğunluğu ya sürgüne gönderilmiş ya da İstiklâl Mahkemelerinde yargılanıp etkisiz hale getirilmeye çalışılmıştır. Bir kısmı da fail-i meçhullere kurban gitmiştir.
Özellikle yönünü Batı’ya çevirenler tarafından hamle üstüne hamle, komplo üzerine komplolar yapılmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede İkinci Meclis’le birlikte istenmeyen adam ilan edilen merhum Akif de hem sağlığında hem de vefatından sonra unutturulmak, yok sayılmak, izi silinmek istenmiştir. Bunun için de Akif’le özdeşleşen İstiklâl Marşı’nın değiştirilmesi girişimleri olmuştur. İstiklâl Marşı’nın değiştirilmesi ile ilgili Mustafa Kemal’in sağlığında birincisi 1925’te, ikincisi 1937’de olmak üzere iki, vefatında sonra bir önemli girişimin olduğunu görüyoruz. Daha sonraki yıllardan günümüze kadar ise İstiklâl Marşı’nı değiştirmeye dönük irili-ufaklı kalkışmalar söz konusu olmuştur.
İlk Girişim 1925’te…
İstiklâl Marşı’nın ilk değiştirilme girişimleri 1924-1925 yıllarında yeniden beste ve güfte yarışmaları ile gündeme gelmiştir. Bu dönemde İstiklâl Marşı’nın Akif’e yazdırılmasında ve Meclis’te kabul edilmesinde büyük etkisi olan dönemin Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey görevden ayrılmış, yerine Mustafa Necati Bey geçmiştir. Ayrıca bu yıllar inkılapların da peş peşe yapıldığı yıllardır.
Maarif Vekâleti’nin İstiklâl Marşı’nın değiştirilmesi ile ilgili tamimi şöyledir:
“Güftenin vakarlı, ümit saçıcı, ruhu yükseltici olması şarttır. Açık bir Türkçe ile veciz surette Türklüğün varlığı, büyük mazisini ve daha büyük istikbali ifade etmelidir. Güftenin muhtasar olması da bir meziyet teşkil eder. Müsabakayı kazanan esere hars masrafından beş yüz lira mükafat-ı nakdiye ile bir maarif madalyası, ikinciye yüz lira mükafat ile takdirname verilecektir. Kaleme alınacak eserlerin 1342 kanun-i sani (13 Kasım 1925) nihayetinde maarif vekâletine gönderilmesi lazımdır. Millî marşın güfte ve bestesi meclis-i alinin tasdikine iktiran ettikten sonra resmiyet kesp edecektir. Akif Bey’in İstiklâl Marşı büyük mücadelelerimizin kutsî bir hatırası olarak saklanacak ve millî marş yanında İstiklâl Marşı ünvanıyla merasimde söylenecektir.” (Hâkimiyet-i Milliye 26 Rebî’ül-Âhir 1344, 13 Teşrîn-i Sânî 1925)
Bu dönemde İstiklâl Marşı’nın uzunluğu ve içeriği, değiştirme için gösterilen gerekçeler arasındadır. Özellikle de İstiklâl Marşı’nda Batı medeniyetine “canavar” denmesi ve “Türk” kelimesinin geçmemesi bazı çevreleri rahatsız etmiştir. Dönemin Millet ve Akşam gazetelerinde (13 Kasım 1925) yer alan duyurulardan da anlıyoruz ki merhum Akif’in İstiklâl Marşı’nı Sakarya ve diğer zaferlerden önce (Şubat 1921) kaleme almış olması ve dolayısıyla marşta devrin liderinin (M. Kemal Atatürk) adının geçmemiş olması da ciddi bir gerekçe olarak öne sürülmüştür. Ve tabii İstiklâl Marşı’nda “Kurtarıcı, Büyük Kurtarıcı, Halâskâran Gazi” gibi ifadelerin yer almamış olması da…
Söz konusu gerekçelerle 13 Kasım 1925 tarihinde açılan İstiklâl Marşı’nı değiştirme yarışmasına 60 kadar müracaat olmuştur. Yarışmaya tanınmış şair ve bestekârlardan fazlaca katılım olmamıştır. Yine bu yarışmaya İstanbul, İzmir, Erzurum, Denizli, Halfeti, Muş, Kayseri, Sındırgı, Isparta, Eskişehir ve Diyarbakır’dan şairlerin katıldığını görüyoruz. Bu kişiler arasında; Enis Behiç Koryürek (Milli Neşide), İsmail Fenni Ertuğrul (Millet, Cumhuriyet, Vatan), Muhittin Akyüz (Milli Marş), İzmirli İsmail Hakkı Bıçakcızade (Türk Milli Marşı), Muğlalı Ömer Efendi Zade Hafız Sabri (Milli Marş) yer almıştır.
Bu marşlardan iki örnek şöyledir:
“Biz kimleriz? Biz Altay’dan gelen erleriz.
Çamlıbel’de uğuldarız; coşar, gürleriz.
Fırtınalar yoldaşındır nara salan Türk!
Hey koca Türk, Tanrısından kuvvet alan Türk!
Medeniyet şimşeğinden gelir hızımız;
Sorma: Kimdir kanatlanmış bu genç alaylar?
Bunlar bütün nura doğru akın eden Türk!
Hey koca Türk, uzakları yakın eden Türk!”
(Enis Behiç Koryürek)
“Türk’üm, Türk’üm Türk’tür dünya güneşi
Türk’üm, Türk’ün bulunur mu bir eşi
Türk’üm, yurdum yiğitlerle doludur
Ey Türk korkma! Haydi marş ileri”
(Hüseyin Avni)
Yarışma neticesiz kalmıştır. Ancak yarışmanın neden neticelendirilmediği ile ilgili elimizde pek bir belge bulunmamaktadır. Muhtemelen hem yarışmaya rağbetin azlığı hem de kayda değer marşın olmaması yarışmayı neticesiz bırakmıştır. Böylece İstiklâl Marşı’nı değiştirme girişimi de başarısız olmuştur. (2)
Necip Fazıl’ın Büyük Doğu Marşı
Ancak İstiklâl Marşı’nı ilk ciddi değiştirme girişimi 1937 yılında olmuştur. Bu dönemde Ulus gazetesi aracılığıyla bir yarışma düzenlenmesi üzerine Falih Rıfkı Atay, Necip Fazıl Kısakürek’e yarışmaya katılması için teklif götürmüştür. Necip Fazıl ise; Mehmet Akif Ersoy’a büyük hürmeti olduğunu beyan ederek, ancak gazetedeki yarışmayı durdurmak ve hiçbir isimden bahsedilmemek şartıyla bu teklifi kabul etmiştir. Necip Fazıl’ın bu şartı kabul edilmiş ve Necip Fazıl Çile adlı şiir kitabında yer alan o meşhur “Büyük Doğu” isimli marşı yazmıştır:
“Allahın seçtiği kurtulmuş millet!
Güneşten başını göklere yükselt!
Avlanır, kim sana atarsa kement,
Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebet.
Allahın seçtiği kurtulmuş millet!
Güneşten başını göklere yükselt!
Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.
Nur yolu izinden git, KILAVUZ’un!
Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!
Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.
Aynası ufkumun, ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, kara toprak!
Şahit ol, ey kılıç, kalem ve orak!
Doğsun BÜYÜK DOĞU, benden doğarak!
Aynası ufkumun, ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, kara toprak!”
Ancak Mustafa Kemal Atatürk’ün hastalık süreci ve akabinde 1938 yılında vefat etmesi, yazılan bu marşın kendisine gösterilmesine engel olmuş ve böylece milli marşı değiştirme girişimi de ikinci kez neticesiz kalmıştır.
Necip Fazıl’ın İstiklâl Marşı yerine yazdığı Büyük Doğu Marşı 1940’lı yıllarda Necip Kazım Akses tarafından bestelenmiş ve kendisi de bu besteyi radyodan dinlemiştir. (2)
27 Mayıs Darbesi…
27 Mayıs darbesinden sonra İstiklâl Marşı’nın değiştirileceği düşüncesi tekrar gündeme gelmiş ve bu konuda Refii Cevad, İstiklâl Marşı’nın değiştirilmesinin doğru olmadığı ile ilgili bir yazı yazmıştır.
Bu durumu da zaten Refii Cevad Ulunay’ın Milliyet gazetesinde yer alan 27.11.1961 tarihli yazısından öğreniyoruz. Bu arada Refii Cevad Ulunay, yüzellilikler diye bilinen Lozan Anlaşması gereği umumi aftan istisna tutulan 150 kişiden biridir.
“Bir milletin marşı, gömlek gibi değiştirilmez. Otuz sekiz senedir memleket bu marşla manevi hüviyetini terennüm etti. Millet, adı İstiklâl Marşı olan ve güftesinin azamet ve vakarına tamamen mutabık olan bestesi ile yeni doğan bir güneşi bu kadar senedir selâmlıyor. Bir marş zamana ve hadiselere tâbi değildir.”
İstiklâl Marşı’nın “Hatırası var” kabilinden bir yazı yani… Muhtemelen pişmanlık ve yüzelllikler listesinden affını ricaya dönüktür bu yazı:
“İstiklâl Marşı, yalnız millete ümit veren, onu gözlerini kırpmadan istikbale baktıran alelâde bir beste değildir, aynı zamanda al sancağı şafaklarda dalgalandıran ve tüten ocakları söndürmeyen Atatürk’ün bir zafer neşidesidir.”
Aslında yazıyı okuduğumuzda Refii Cevad’ın İstiklâl Marşı’ndan çok Fransız Milli Marşı Marseyyez’e meftun olduğunu görürüz. Gerçi o dönem neredeyse bütün Babıali böyle idi.
Refii Cevad; “Fransızların milli marşları olan (Marseyyez) değiştirildi mi?” sorusunu kendisi uzun uzadıya cevaplıyor ve İstiklâl Marşı’nın da benzer gerekçelerden dolayı değiştirilmemesi gerektiğini savunuyor.
Ancak neticesi itibarıyla bu girişimin de pek başarılı olmadığını görüyoruz.
Netice
Tabii İstiklâl Marşı ve merhum Akif ile ilgili tartışmalar sonraki yıllarda da dinmedi. Kimi zaman merhum Akif ile Sultan II. Abdülhamid karşı karşıya getirilmeye çalışıldı, kimi zaman da şiirleri üzerinden fırtınalar koparıldı. Zaman zaman da İstiklâl Marşı’nın güftesi tartışma konusu edilerek bestesinin değiştirilmesi dillendirildi. Ancak her seferinde bu milletin feraseti galip geldi. Nihayetinde 1982 Anayasası’nın 3’üncü maddesine, “Türkiye Devleti’nin millî marşı ‘İstiklâl Marşı’dır” bendinin eklenmesi ile bu tartışmaların önü kesildi.
Ancak yine de bu ve benzeri tartışma ve değiştirilme girişimleri, özellikle bestesi üzerinden zaman zaman gündeme taşındı/taşınıyor. İlerleyen zamanlarda da gündeme getirilmek istenecektir. Lakin inanıyoruz ki merhum Akif’in hasta yatağında dua mucibince söylediği “…İstiklâl Marşı bir daha yazılamaz. Kimse de bir daha İstiklâl Marşı yazamaz. Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın!” sözleri onu bir zırh gibi koruyacaktır. (4)
Bizim de son sözümüz Merhum Akif’in “Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın!” duasına yürekten “âmin” demek olacaktır.
Merhum Akif’e rahmetle…
Kaynaklar:
Feridun Kandemir, 1 Temmuz 1936, Yenigün Gazetesi
https://www.İstiklâlmarsidernegi.org.tr/IcerikDetay?Id=7&IcerikId=1615&PageId=3
Bizim Akif, Yusuf Tosun, Çıra Yayınları
Kaynak: perspektif.online