Milli şairimiz Mehmed Akif Ersoy’un hayatını kaleme alan Yusuf Tosun, Akif’i bütün yönleriyle gençlere tanıtmak gerektiğinin altını çizerek, “Akif sadece Akif değildir o bir çağ, ekol ve aynı zamanda bir tarihtir” dedi.
*Mehmet Akif, “Duruş ve Onur Abidesi” kitabınızla onun hayat hikayesinin, ailesinin, mücadelesinin ve şahsiyetinin bir özetini gençlere anlattığınızı söylemek doğru olur mu?
-Tarihe mal olmuş şahsiyetlerden öğreneceğimiz çok şey var. Bunlardan biri de Mehmet Akif’tir hiç şüphesiz. Özellikle de genç kuşakların kendisiyle yüzleşip kendi özüne dönmesi için Akif gibi şahsiyetleri yakından tanımasında fayda vardır. Biz de ‘Duruş ve Onur Abidesi Mehmet Akif’ adlı bu çalışmayı özellikle genç kuşaklar için Akif’i biraz da bu yönüyle tanımak, tanıtmak amacıyla hazırladık. Detaylara girilmeden, sade bir dille tarihe mal olmuş AKİF’i anlatmaya çalıştık.
Çünkü Akif sadece Akif değildir. O bir ekol, dönem, çağ… kısacası başlı başına bir tarihtir. Akif’i tanımakla sadece onun kişisel, kronolojik hayat hikayesini değil; tarihin önemli bir dilimi olan 19. Yüzyılın okumasını da yapıyoruz aynı zamanda. Koca bir İmparatorluğun çöküşüne ve yeni bir Cumhuriyetin doğuşuna tanıklık ediyoruz onun hayat hikayesi üzerinden. Geçmişle gelecek arasında sağlam bir köprü inşa ediyoruz böylece.
Onun çalışkanlığı, azmi, mücadelesi, ahlakı, duruşu, vatanseverliği… günümüz genç kuşakların ihtiyaç hissettiği bazı özellikleri…
Satır aralarında gençlere böylesi bir mesaj vermeye çalışıyoruz.
* Türkiye’de Mehmet Akif Ersoy hakkından yediden yetmişe herkes az çok bilgi sahibi. Ancak onun anlaşılması ve hakkıyla bilinmesi noktasında neler yapılabilir?
-Mehmet Akif, isim olarak toplumda en çok bilinen bir isim olmasına rağmen onu yeterince tanıdığımızı söyleyemeyiz. Daha çok bir şair olarak tanıyoruz onu. İstiklal Marşıyla özdeşleşmiş bir şair yani. Elbette ki Akif iyi bir şairdir. Buna kimsenin itirazı yok. Bu konuda her kesim hemfikirdir. Ancak Akif’in şairliğinin ötesinde çok daha başka anlamları vardır. Özellikle de onun şahsiyeti, dik duruşu, mücadelesi, söze sadakati, ahlakı… vs yönünün anlaşılması gerekir. Bunun için ilk adımda yapılması gereken; Akif’in eserleri başta olmak üzere onunla ilgili kaleme alınan hatıratlar, telif eserler, araştırmalar ve Akif’le ilgili çalışmaları okumak gelir.
Yine bu çerçevede daha önce de ifade ettiğimiz gibi bir Mehmet Akif seveni olarak;
-Akif’in örnek kişiliğinin yaşatılması adına her yıl geleneksel Kültür-Sanat-Edebiyat Ödüllerinin verilmesi…
-İstiklal Marşı’nın kabul yıldönümü olan 12 Mart haftasının TBMM’de resmi olarak kutlanması…
-Geçtiğimiz Eylül ayında 20-27 Aralık Haftası, Mehmet Akif’i Anma Haftası olarak resmi gazetede yayınlandı. Bu hafta içinde nitelikli programların tertiplenmesi.
-Mehmet Akif’in okuduğu okulların isminin Mehmet Akif olarak değiştirilmesi. Örneğin Mehmet Akif’in ortaokulu okuduğu Fatih Rüştiyesi -bugünkü adıyla Fatih Kız İmam Hatip Ortaokulu- okulunun ve üniversiteyi okuduğu Halkalı’daki Baytar Mektebinin -bugünkü adıyla Sabahattin Zaim Vakıf Üniversitesi- isminin Mehmet Akif Ersoy olarak değiştirilmesi.
-Mevcut teknolojik imkanları da kullanarak Akif’in genç kuşaklara rol model olarak tanıtılması… Mesela sinema ve tiyatro bu alanda iyi bir mecra olabilir.
Bu ve benzeri önerileri çoğaltmak mümkün. Ancak öncelikli olarak yukarıda sıralanan çalışmalar yapılabilir.
* Kitabın bölüm başlıklarında sadece Akif adını kullanmanızın sebebini öğrenebilir miyiz?
-Bilindiği gibi Akif’in doğum tarihi Miladi 20 Aralık 1873, Hicri doğum yılı ise Şevval 1290’dır. Babası, oğluna ebcet hesabına göre 1290 eden ‘Ragîf’ (Rı: 200 + Gayn:1000 + Ye:10 + Fe: 80 =1290) ismini koyar. Ancak çevresi bu isme bir türlü ısınamaz ve alışamaz. Bu nedenle de Ragîf ismi zamanla Akif olarak telaffuz edilmiş ve öylece kalmıştır. Sadece babası sağlığında onu hep “Ragîf” ismiyle çağırmıştır.
İşin doğrusu Akif ismi bana daha sıcak ve samimi geldiğinden Mehmet Akif Ersoy yerine kitap boyunca tekrara da düşmemek adına kısaca ‘Akif’ olarak kullanmayı tercih ettim ve kitabın adını da AKİF koydum. Ancak kapak tasarımı aşamasında yayın editörümün de önerisiyle kitabın adı Duruş Ve Onur Abidesi Mehmet Akif olarak ortaya çıktı.
** “Akif’in Kur’an Meali” adlı bölümde arkadaşına vefatı durumunda meali yakmasını söyler. Uzun dönem emek harcadığı bu çalışmasından ülkemizdeki Müslümanların geleceği için feda eden Mehmet Akif’in bu hassasiyetini onunla ilgili çalışmalar yapan bir yazar olarak nasıl yorumlarsınız?
– Akif, Türkçe Kur’an ve Türkçe ezan projesine karşı hazırladığı meali vermemekle sessiz ama anlamlı bir direniş göstermiştir.
Kur’an mealini tamamlamış olmasına rağmen sözleşme akdini fesheden Akif, gerekçesini sorulan bir soru üzerine Şefik Kolaylı’ya şöyle açıklamıştır:
‘Tercüme güzel oldu, hatta umduğumdan daha iyi. Lakin onu verirsem, namazda okutmaya kalkışacaklar. Ben o zaman Allah’ımın huzuruna çıkamam ve Peygamberimizin yüzüne bakamam…’
Akif büyük bir ferasetle bu oyunu bozmuştur.
Akif hastalanıp 1936 yılında yurda dönerken, meali yakın dostu Yozgatlı İhsan Efendi’ye vermiş ve;
‘-Vatanımı çok özledim. Buralarda ölmek istemiyorum. İstanbul’da öleyim. Hiçbir acı vatandan ayrılık kadar değil. Candan da canandan da öte. Eğer yeniden Kahire’ye dönersem senden çalışmamı alırım. Eğer dönemezsem yakarsın!’ vasiyetinde bulunmuştur.
15 Temmuz 1961 yılında Kahire’de vefat eden Yozgatlı İhsan Efendi meali bastırmak isteyenlere; ‘yaktım’ cevabını vermesine rağmen biliyoruz ki; mealin basılmasına gönlü razı olmadığından bu cevabı vermiştir.
Akif’in vefatından sonra ortaya çıkan iki nüsha da Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin Kahire’de bulunan oğlu İbrahim Bey’in ısrarları neticesinde maalesef yakılmıştır.
Ancak mealin tek nüshası bu değildir. Onun inceleme amacıyla Elmalılı Hamdi Yazır başta olmak üzere birçok kişiye hazırladığı mealden nüshalar verdiği bilinmektedir.
Mustafa Runyun Efendi ilim tahsili için gittiği Mısır’da Yozgatlı İhsan Efendi’den ilim tahsil ettiği bu yıllarda (1956-1957) Akif’in Kur’an Meali’nin bir kısmını (Tevbe suresinin sonuna kadar) latinize suretiyle daktilo edilmiştir. Söz konusu daktilo metin Mustafa Runyun Efendi tarafından vefatına (1988) kadar muhafaza edilmiştir. Ancak Mustafa Runyun’un oğlu Ali Yahya vasıtasıyla -babasının vefatı akabinde- 2012 yılında Mahya Yayınları tarafından Akif’in Kur’an Meali yayınlanmıştır.
Ancak bu mealin yayınlamasına Akif’in ailesinin gönlü razı değildir.
Peki bütün bunlara rağmen Akif’in meali yakılmayıp bugün elimizde olsaydı ülkemiz ve İslam dünyası adına faydalı olmaz mıydı?
Kanaatimce merhum Akif’in ruhaniyetine saygı adına vasiyetinin yerine getirilmesi dönemin şartları da göz önünde bulundurulduğunda yapılacak başka bir şey gözükmemektedir.
Şayet mealin yakıldığı dönemde bugünkü gibi şartlar müsait olsaydı Akif’in hazırladığı mealden istifade etme yönünde farklı görüşler olacak ve belki de mealin orijinal metnini okuyor olacaktık.
Muhtemeldir ki Akif’in temiz gönlü ebediyen razı olmadığından meali bugün elimizde mevcut değildir. Belki de böylesi daha hayırlı olmuştur.
** Önümüzdeki dönemler için Mehmet Akif ile ilgili bir çalışmanız var mı?
Önümüzdeki dönemler içinde de bir Mehmet Akif seveni olarak okumalarım devam edecek inşallah. Tabii Akif’in çokça önemsediği ve Safahat’ın altıncı kitabının da ismi olan Asımın Neslinin sesinin daha gür çıkması adına faaliyetlerimiz devam edecektir.
Kaynak: yusuftosun.com