***
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun istifasını ve bilahare geri almasını izleyen birkaç saat içinde Soylu’ya destek amacıyla atılan sosyal medya mesajlarının sayısı iki milyon civarında. Kanaatimce bu kitlesel tepki, süreç boyunca yaşanan başka her şeyin üstünde bir önem arz ediyor.
Başlamadan önce şu rezervi koyayım: Süleyman Soylu’nun nasıl bir çizginin temsilcisi olduğu açık. AK Parti’den daha önce istifa edenlerin ya da küsüp uzaklaşanların ardından hiçbir üzüntü belirtmeyen parti tabanının bu olaydaki refleksi, her şeyden önce Erdoğan’ın son 7-8 yıldır partisine zerketmeye çalıştığı yeni siyasi çizginin ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor.
İster kimilerinin öne sürdüğü gibi Soylu’nun istikbaldeki siyasi hesaplarıyla bağlantılı riskli bir rest hamlesi, ister Cumhurbaşkanı ile birlikte kotarılmış bir danışıklı dövüş olsun fark etmez; istifanın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) tabanında yarattığı infial her durumda önemli ve anlamlı olmaya devam eder. Çünkü bu infial salt Soylu’ya yönelik güçlü sevgi bağını değil, istifadan duyduğu memnuniyeti gizleyemeyen Pelikancılığa duyulan öfkeyi de yansıtıyordu.
Doğrusu, bu öfkenin parti içinde bu kadar yaygın olduğunu öğrenmek benim için çok çarpıcı oldu. Ahmet Davutoğlu’nun partiden ayrılmasından sonra, Pelikan nefretinin de onunla birlikte mekân değiştirdiğini, parti içinde Pelikan’ın operasyonlarından rahatsız olanlar olsa da bunların sayılarının ihmal edilebilir düzeyde olduğunu düşünmekteydim şimdiye kadar.
Elbette partinin nomenklaturasından ya da daha dış dairelerde yer alan başka önemli zevattan söz etmiyorum. Oralardaki Pelikan karşıtlarının “Reis”in tavrı netleşmeden önce ortaya düşmeleri zaten beklenemez. Ben, parti tabanında yer alan sıradan AK Partililerden (‘ak’halktan) söz ediyorum ve onların bu açık tepkisinin AK Parti içindeki dengeleri geri dönülmez bir biçimde değiştireceğini düşünüyorum.
Kim daha ikinci?
Soylu’nun tezahüratlı geri dönüşünden önce AK Parti içindeki ikinci adamlık kavgasının üç önemli aktörü vardı. Bunlar, üç önemli bakanlığı işgal eden Berat Albayrak (Maliye), Süleyman Soylu (İçişleri) ve Abdülhamit Gül’dü (Adalet).
Pelikancıların Abdülhamit Gül’e yönelik operasyon çabalarının, bakanın sert cevabıyla durulduğunu hatırlayalım... Aynı şekilde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya da açıktan cephe almaktan imtina ediliyordu (muhtemelen parti tabanındaki Soylu sevgisinin farkında olunduğu için).
Böyle durumların standart tutumlarından biri de, açıktan cephe alınamayan kişinin ağır bir hatasını kollamaktır. Pelikancılar, 10 Nisan gecesi saat 22:00’de iki saat sonrası için ilan edilen sokağa çıkma yasağı sonrasında yaşanan kaos ortamını vesile bilip “gün bugündür” diye düşündüler, fakat hesaplarında bazı şeyler tutmadığı için çok ağır bir yenilgiye uğradılar.
Muhtemelen, kendisine yönelik eleştirileri 12 Nisan Pazar sabahı Hürriyet’e verdiği söyleşide “Süreci sayın Cumhurbaşkanımızla birlikte götürdük” diyerek seyreltmeye çalışan Soylu’ya Erdoğan’ın kızdığını öğrendiler ve o andan itibaren o kutlu saatin gelmesini beklediler. Yine muhtemelen Soylu’nun parti tabanında derlediği itibardan rahatsız olan AK Parti nomenklaturasının gün içindeki “Soylu Reis’i ateşe atıyor” propagandası da umutlarını artırmıştır. Ve yine muhtemelen akşam saatlerindeki istifa gelene kadar takındıkları poker suratın nedeni, “nasıl olsa su yolunda ilerliyor, elimizi belli etmeyelim ki ihale bize kalmasın” hesabıdır. Pelikancıların sosyal medya hesaplarında istifayı izleyen “Soylu sen bizim her şeyimizsin” performansı da bu hesabın mantıklı bir uzantısı sayılmalı.
Pelikancılığın geleneksel medya merkezi sevincini gizleyemiyor
Ne var ki Pelikancılığın sosyal medya cephesinin gösterdiği “basiret”i geleneksel medya cephesi gösteremedi. Soylu’nun istifasını öyle bir üslupla duyurdular ki, yaratılmak istenen “Soylu’yu biz de seviyoruz, Reis’in de ona ihtiyacı var” havasını bir anda berhava ettiler. AK Parti tabanındaki Soyluseverleri çıldırtan da işte bu gelişme oldu.
Yönetim kurulu başkanlığını Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın kardeşi Serhat Albayrak’ın yürüttüğü Turkuvaz Medya grubunun İngilizce yayımladığı günlük Daily Sabah’ın haberinden söz ediyorum. Haber, gazetenin sosyal medya hesabından şöyle duyuruldu: "İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Cuma gecesi 250 bin kişinin market ve fırınlara akın etmesiyle sonuçlanan, beceriksizce ilan edilmiş sokağa çıkma yasağının ardından istifa etti."
Haberin ayrıntısında yer alan şu ibare de dikkat çekiciydi:
“Eleştiriler, sokağa çıkma yasağı ilanının zamanlamasının, sosyal mesafeyi ve izolasyonu sağlamanın hayati önemde olduğu bir dönemde virüsün yayılmasına yol açacağı noktasında yoğunlaşıyor.”
İstifa haberini Soylu’yu açıkça suçlayan bir dille duyuran gazeteye yönelik tepkiler o kadar büyük oldu ki, gazete sosyal medya hesabından yaptığı bir açıklamayla haberlerinin Soylu’ya karşı bir tutumu yansıtmadığını öne sürdü:
“Daily Sabah’ın aşağıdaki haberi herhangi bir yorum içermemekte, bütünüyle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun kendi açıkladığı istifa gerekçesine dayanmaktadır. Linke tıklayıp haberi okursanız DS’in yalnızca olanları olduğu gibi aktardığını görebilirsiniz.”
Ne var ki çuvala sığmayan bir mızrağa benziyordu bu açıklama. Her şeyden önce “beceriksizce” nitelemesi vardı ki, Süleyman Soylu istifa gerekçesinde hiç böyle bir şeyden söz etmiyordu. Bu, düpedüz gazetenin yapılan iş için uygun gördüğü bir nitelemeydi. Ayrıca “linke tıklayıp” habere ulaştığımızda da işte yukarıda aktardığım ibare çıkıyordu karşımıza. Bir daha hatırlayalım:
“Eleştiriler, sokağa çıkma yasağı ilanının zamanlamasının, sosyal mesafeyi ve izolasyonu sağlamanın hayati önemde olduğu bir dönemde virüsün yayılmasına yol açacağı noktasında yoğunlaşıyor.”
Gazetenin okurlarına hatırlattığı bu “eleştiriler”in “Soylu’nun kendi açıkladığı istifa gerekçesi”yle ne ilgisi var?
Zaten bu “objektiflik” açıklaması kimseyi ikna etmedi. Gerek istifanın gizlenemeyen bir sevinçle aktarıldığı ilk haberin, gerekse de bu “çevir kazı yanmasın” açıklamasının altına girilen yağmur gibi tweet’ler, parti tabanındaki öfkeyi açık bir biçimde yansıtıyordu.
Sabah Ankara Temsilcisi’nin çok ilginç değerlendirmesi
Sabah gazetesinin Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu, dün sabah (13 Nisan) ahaber’de çok ilginç değerlendirmelerde bulundu. Müderrisoğlu, “pazar gecesi ne oldu” sorusuna cevap vermeye, sözlerinin “hiçbir şekilde yorum ya da yargı içermediğini, tümüyle bilgiye dayandığını” hatırlatarak başladı. Sözü daha sonra Soylu’nun bir teknisyen bakan değil, bir siyasetçi olduğuna getirdi ve tam olarak şöyle dedi:
(...) İlerleyen saatlerdeki istifa kararı, gerek sayın cumhurbaşkanıyla yaptığı konuşma, gerek kendisinin sorumluluğu üstlenerek buradan farklı bir siyaset üretilmesine karşı aldığı tavır ve kuşkusuz bu çıkışıyla birlikte de geleceğe dair siyasette nereye oturacağına dair kamuoyunda oluşan algı. Amu şunu unutmayalım, sayın cumhurbaşkanı öteden beri dere geçilirken at değiştirilmez noktasını çok önemseyen bir devlet adamı, bu birinci husus. İkinci husus, yine sayın cumhurbaşkanı duygusal değil, böyle zorlu zamanlarda akılla ve Türkiye’nin geleceğini önceleyerek hareket etmeyi ve kararları da bu çizgide almayı esas kabul eden bir devlet adamı. Böyle bakıldığında, bugün için sayın Süleyman Soylu’nun ‘sorumluluğu üstleniyorum’ diyerek konuyu buraya indirgese de aslında daha büyük bir tablo olduğunu Ankara’da siyaseti ve bakanları takip edenler biliyor.”
Bu imalı, örtük değerlendirmeden benim çıkardığım sonuç şöyle: Cumhurbaşkanı Erdoğan Soylu’nun “büyük tablo”sunu ve ileriye dönük siyasi heveslerini görmektedir. Keza Soylu’nun istifa işini bu doğrultuda kullandığının da farkındadır. Fakat sorumlu, duygusal davranmayan bir devlet adamı olarak şimdilik olan biteni sineye çekmeye karar vermiştir.
Netice: İktidar partisi içinde çok ilginç bir şey yaşanıyor. Bakalım bu hikâye nerelere evrilecek. Bu aşamada şurası kesin: Süleyman Soylu artık ikinciler arasında birincidir!