YSK´nın hiçbir hukuki meşruiyet temeli bulunmayan ve tamamen siyasi saiklerle aldığı iptal kararının sonucunda İstanbul seçimleri 23 Haziran´da yenilenecek. İktidar dahil bütün siyasi partilerimiz her vesileyle ?millet iradesi´ne vurgu yaparlar ve bu iradenin üstünde hiçbir güç tanımadıklarını ifade ederler. Ancak bu kez siyasi aktörler ve YSK el ele vererek millet iradesinin tecelli ettiği sandığı ağır bir şekilde yaraladılar.
Türkiye millet iradesine yönelik bu tahribatı tamir edebilir mi, ya da ne kadar sürede tamir edebilir doğrusu onu şimdiden kestirmek mümkün değil. Seçim sistemimiz 1946´dan bu yana ilk kez bu kadar ağır bir tahribatla karşı karşıyadır, dolayısıyla bu tahribata iştirak edenler açısından siyasi sonuçlarının olması kaçınılmazdır.
Şu ana kadar YSK´nın verdiği kararın hukuki izahı yapılabilmiş değil. Öyle anlaşılıyor ki ikna edici bir delil bulmaya da gerek duyulmuyor, sadece ?çaldılar? deyip milletin de buna inanması bekleniyor. Doğrusu AK Parti´nin millete tepeden bakan böylesine jakoben bir yaklaşıma yaslanarak siyaset üretir hale gelmesi, partinin bizzat kendi ilkeleri açısından da izahı mümkün olmayan bir durumdur. Çünkü AK Parti´nin genlerinde hukuku dikkate almayan, millete tepeden bakan, dayatmacı bir gelenek yoktur. Nitekim yola çıkarken kendisine hedef olarak koyduğu şu ilkeler bu durumun en önemli kanıtıdır: ?Demokratik ülkelerde, hukukun evrensel ilkelerine saygı, hak arama yollarının açık tutulması, kanun önünde eşitlik, bireysel hak ve özgürlüklerin korunması, idarenin hukuka bağlılığının sağlanması temel temel değerlerdir.?
Maalesef bugün itibariyle bu ilkelerin hayli uzağına düşen AK Parti, reformist kimliğini kaybettiği için millete kendisini izah etmekte de zorluk çeker hale gelmiştir. Açıkçası, 70 milyonu kucaklama misyonu ile başlayan bu yolculuğun bugünkü kısır siyaset diline mahkum olması Türk siyaseti adına büyük bir talihsizliktir.
İşte tam da bu noktada, YSK´nın hukuk dışı kararının gölgesinde yapılacak ?İstanbul seçimini kim kazanır? sorusu çok daha önem kazanmış bulunuyor.
İstanbul´u kim kazanır şimdiden bilemeyiz ama, millete tepeden bakmayan, ?Bu ülkede ben ne dersem o olur? demeyen, toplumun bir bölümünü ?hain? olarak damgalamayan ve herkesin özgürlüğünü savunan, inancından, kimliğinden, düşüncesinden dolayı kimseyi ötekileştirmeyen adayın kazanması akla ve mantığa en uygun olanıdır.
Cumhur İttifakı 31 Mart seçimleri öncesinde olduğu gibi bu seçimde de ?beka? söylemi üzerinden ?terör ittifakı? benzeri itibarsızlaştırıcı ve ayrıştırıcı bir kampanya yürütürse işi hayli zor olacaktır. 31 Mart´ta görüldü ki toplumu ikiye bölen bir siyasi söyleme millet itibar etmemiştir. 31 Mart sandığının mesajı son derece açık ve nettir; milletin neredeyse yarısını ötekileştiren o kampanya Cumhur İttifakı´na başta İstanbul olmak üzere Ankara, İzmir, Adana, Mersin ve Antalya gibi büyükşehirleri kaybettirmiştir, bundan daha açık bir mesaj olabilir mi?
Ayrıca unutmayalım, 31 Mart gecesi oyların yüzde 98´inin sayımının tamamlandığı bir süreçte veri girişinin durdurulması henüz millete izah edilememiştir. İstanbul seçmeninin hafızası hala o gecede takılı durumdadır. Bu yüzden de seçmenin zihninde ?Acaba yenilenecek seçimde de benzer bir durum yaşanabilir mi?? şeklinde çok sayıda sorular bulunmaktadır.
Kuşkusuz İstanbul halkı 31 Mart´tan bu yana yaşananların muhasebesini zihninde yapacak ve 23 Haziran´daki kararını da ona göre verecektir. Bu durum muvacehesinde AK Parti´ye düşen; toplumun hiçbir kesimini ötekileştirmeden, insanları ?beka´ ve ?dış güçler´ gibi hamasi söylemlerle yormadan temiz ve şeffaf bir kampanya yürütmektir. Özellikle de Kürt seçmenleri tedirgin edecek ?Otağ? işlerine biraz mesafeli durmasında fayda olabilir.