TAKSİM´in göbeğindeki ?AKM? denen ve mezbeleden de, heyulâdan da beter karanlık suratlı çirkin enkaz nihayet yıktırılınca farkında mısınız bilmem, meydan aydınlandı ve bizlere gülümser gibi oldu! Meydan, tarihinde belki de ilk defa meydana benzer bir hâl aldı, genişledi, yüzüne biraz da olsa renk geldi, hattâ bir ucundan denizin görünmesi ile çehresine yüz küsur seneden buyana yapılan zevksiz makyaj da yavaş yavaş silinmeye başladı...
Dünyanın maalesef en çirkin meydanlarından olan Taksim´in zevkli ve ciddî bir şekilde elden geçirilmesi hâlinde, hakiki bir meydan hüviyetine kavuşması artık ihtimal dahilindedir!
Şimdi belki de iki asırdan buyana ilk defa bulduğumuz bu fırsattan istifade etmek yerine meydanın ucuna tekrardan ?AKM?, ?Opera binası? yahut ?Kültür Merkezi? inşa etmek, yani yıktırılan binanın gözüne far sürülmüş, dudağına ruj çekilmiş, yanaklarına da allık bulaştırılmış ışıltılı ve şakırtılı bir benzerini dikmek bilmem şart mıdır?
TAKSİM, ÇİRKİNLİKTE BİRİNCİDİR!
Daha önce de söyledim ve yazdım: Taksim sadece Türkiye´nin değil, dünyanın en çirkin meydanlarından biridir, hattâ zevksizlik bakımından belki başta bile gelir ve tamamen elden geçirilmeden, yani 18. asırdaki tamamen bâkir hâline getirilip yenibaştan yapılmadan birşeye benzemesi de mümkün değildir! Sultanahmet, Bayezid yahut Eminönü meydanları gibi uzun bir geçmişi yoktur; yazılı tarihi en fazla 20. asrın başına, yani yüz küsur sene öncesine gider. Kurulan yeni devlet, imparatorluk devrinde önemli siyasî olaylarının yaşandığı Sultanahmet ve Bayezid meydanlarına rakip olacak bir meydan düşünmüş, Taksim üzerinde bu şekilde karar kılınmış, ortasına bir İtalyan heykeltıraşa yaptırılan anıtın dikilmesi ile meydanın yeni rejimin sembolü halini alacağına inanılmış ama seneler sonra AKM´nin dikilmesi çirkinliği taçlandırmıştır.
Asırlar boyu imparatorluklara başkentlik eden İstanbul´un meydanları, maalesef diğer memleketlerdeki hakiki meydanlar ile mukayese edilemeyecek kadar ufaktır. Zira eğlence kültürümüzde meydanlarda biraraya gelme âdetimiz yoktur, geniş alanları sadece başkaldırı mekânı olarak kullanmamız yüzünden gelmiş geçmiş bütün yönetimler kalabalıkların toplanabileceği geniş alanların mevcudiyetini istememişler ve neticede İstanbul meydansız kalmıştır.
MANZARAYI FARKETTİNİZ Mİ?
Taksimin 1920´lerin sonunda rejimin sembollerinden biri hâline getirilmesi çabaları daha o günlerde tartışma mevzuu yapılmış, meydanın özellikle de 1940´lı senelerden itibaren önem kazanması için gösterilen çabalara zamanın önde gelen yazarları, meselâ Refik Halid karşı çıkmış, ilk hatânın Atatürk Anıtı´nın Taksim´e dikilmesi olduğunu söylemişti. Şehrin merkezinin bin küsur seneden buyana Sultanahmet tarafları olduğu yazılıyor, bu yeni anıtla Taksim´e siyasî hüviyet verilmek istendiği ama meydanın şehrin eksenini kaydıracağını anlatıyor, hattâ anıtın Taksim´den alınıp Sultanahmet yahut Fatih taraflarına nakledilmesi talep ediliyordu.
Uyarıların yerinde olduğu, yetmiş küsur yıl sonra anlaşıldı! Taksim bugün güzelliği ile değil, siyasî boyutu ile önem taşımaktadır ve ?Kanlı Pazar?dan ibaret olan geçmişine birkaç sene önceki ?Gezi? macerasının da ilâvesi ile tam bir ideolojik mekân hâlini almıştır!
Yolunuz Taksim´e düşerse yüzünüzü birkaç hafta öncesine kadar çirkinlik kavramlarını bile geride bırakacak bir enkaz halinde olan AKM´nin bulunduğu yere çevirin ve dikkatli şekilde bakın: Yıktırılan binanın işgal ettiği yer ile arkasında şimdiye kadar farketmemiş olacağınız hayli geniş bir alanın bulunduğunu ve en geride de Boğaz´ın bütün haşmeti ile uzandığını görürsünüz...
Yani, zevkli bir şekilde düzenlendiği takdirde Taksim´in gerçek bir meydan hüviyeti kazanmasını sağlayabilecek geniş, boş bir mekân ve arkasında tabiî bir güzellik!
Dolayısı ile bu boş alanı tekrar inşaatla doldurmak yerine etraftaki diğer şekilsiz binaları da yıkarak şehre gerçek bir meydan kazandırma fırsatı şimdi elimizdedir ve bu fırsatın ciddî şekilde değerlendirilmesi gerekir. İnşa edilen camiden o güzel deniz manzarasına uzanan zarif bir meydan!
Koskoca İstanbul´da eski AKM´nin makyajlanmış benzerini dikecek yer mi kalmadı?