Dünya medeniyeti aynı zamanda şehirler medeniyetidir. Arap dilinde ?medine? şehir, ?medeni? şehirli demektir.
Hz. Muhammed´in Mekke´den hicret ettiği Yesrib kasabası ancak Peygamberden sonra ?Medine? olabilmiştir.
İlk şehirlerin kurulduğu Aşağı Mezopotamya´daki Ur, Uruk, Lagaş şehirlerinden bu yana medeniyetler şehirlerde yeşerir.
Babil, Ninova, Roma, Atina, Truva, Efes, İskenderiye, Teb, Paris, Londra, Viyana, Pekin, Kurtuba, Merakeş, Kahire, Kudüs, Şam, Bağdat, Semerkant, Buhara? liste uzayıp gider.
İranlılar medeniyetlerinin tacı İsfahan için; ?İsfahan, nısf-ı cihan´; ?İsfahan dünyanın yarısıdır´ derler.
Lale Devri şairi Nedim ?Dünyanın yarısı´ olan İsfahan´ı da içine katarak bütün İranlıları çıldırtacak şekilde İstanbul için şöyle der;
Bu şehri stanbul ki bi misl ü behadır
Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır
Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında
Hurşid-i cihan-tab ile tartılsa sezadır.
Nedim bu dizelerle bütün bir İran ülkesini İstanbul´un bir taşına kurban eder.
Her şehirle ilgili şairlerin abartılı övgüleri vardır.
Şam´ın içinden geçen Berada Nehri´ni Arap şair cennetin ırmaklarına benzetir.
Bugün Berada cılız bir dereden farksızdır.
O´na ?nehir´ demek bırakın cennetin ırmaklarını, Dicle´ye, Fırat´a, Nil´e, Tuna´ya, Volga´ya, Misisipi´ye? bütün nehirlere hakaret sayılır!
Lakin bugüne kadar hiç kimse Nedim´e ?abartıyorsun´ demedi!
Öncesinde Doğu Roma´nın, sonrasında ise İslam Medeniyetinin başkenti İstanbul; Konstantinopolis olduğu dönemde de, İstanbul´a dönüştüğü dönemde de dünyanın incisi olma özelliğini muhafaza etti.
Napolyon´un ?Dünya tek bir ülke olsaydı başkenti İstanbul olurdu sözü? ne kadar doğru.
Alphonse de Lamartine´nin ?Dünyaya bir kez bakma imkânın olacaksa sadece İstanbul´dan bak? sözü ile 1544-1547 yılları arasında İstanbul´da bulunmuş Fransız doğa bilimci, Petrus Gyllius´un ?Tüm şehirler ölümlüdür, İstanbul hariç? ifadesi müthiş.
Karedeniz, Boğaziçi, Haliç ve Marmara ile bir bütün olarak muhteşem doğası ile bir yeryüzü cennetidir. Seyrine doyum olmaz.
İstanbul aşıklarından Yahya Kemal şu dizeleriyle bütün İstanbul aşıklarının hislerine tercüman olur:
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul,
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada,
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
İstanbul aynı zamanda bir tutkudur. İnsanın içine siner. Bir müddet sonra İstanbul mu sensin, sen mi İstanbul´sun bir birine karışır.
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar
diyen Necip Fazıl Kısakürek de, şarkılar, türküler de hep O´nu anlatır.
Bazen ?Adalardan bir yar gelir bizlere?
Bazen ?Ada sahillerinde? yar beklenilir, ?Yolları gözlenir?
Yazın ?Heybeli´de her gece mehtaba çıkılır?
?Bir tatlı huzur almaya Kalamış´a gidilir?
Münir Nureddin´in enfes yorumuyla ?İstanbul´u sevmese gönül aşktan ne anlar?
Aşık için dünyanın en güzeli sevdiğidir. Kaşını, gözünü, endamını, boyunu posunu, ince belini, sırma saçlarını, huyunu suyunu, sesini, işvesini, nazını öve öve bitiremez.
Anlattığı, söylediği her şey sevdiği için az kalır. Her söylediğinden daha da fazlasıdır sevdiği.
Şair yorulur ve son noktayı koyar:
İstanbul´da bir güzel İstanbul kadar güzel
Lakin insafı elden bırakmaz. Sevdiği ne kadar güzel olursa olsun, ancak İstanbul kadar güzel olabilir. Daha ötesi yok!
Bizim ailenin İstanbul hikayesi, ?İstanbulluluğumuz? 1955´te başladı.
İngilizce bilen en büyük amcam 1955 yılında açılan Hilton Oteli´nde işe başlayınca kardeşlerini de yanına alır. Aynı yıl babam da Boğaziçi´nde, Beykoz´da Bahriyeli olarak askerliğe başlar. Birkaç yıl içinde ailenin diğer fertleri dört amcam, babaannem, dedem İstanbul´da toplanır. Evli kızlar Midyat´ta; erkeklerden bir tek babam Diyarbakır´da kalır.
Babaannem ile dedemin beş oğlundan olan ilk torunlarıyım.
Kışları Diyarbakır´da geçiren bizler, babaannemin ailedeki tartışılamaz otoritesi ile her yıl haziran başında İstanbul´a gider, bütün bir yazı İstanbul´da geçirir ve eylülün ilk yarısında Diyarbakır´a dönerdik.
Babaannemlerin ilk evleri Şişli´deydi. Aile kısa bir müddet sonra memlekette olduğu gibi ticarete başladı.
Birkaç yıl içinde epey mesafe aldılar, toparlandılar. 1963´te durumları daha da iyileşince Bebek´e taşındılar. Güneri Cıvaoğlu´nun tabiri ile yüzmeyi Dicle Nehri´nde değil, Bebek´te, Mısır Konsolosluğu´nun yanında öğrendim.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımla ilgili yüzlerce anım var.
Her hafta sonu mutlaka gidilen piknikler, Belgrad Ormanları, Hünkar Suyu, Kilyos ve Tarabya Plajları, Florya Menekşe sahilleri, Adalar, Küçüksu Kasrı etrafındaki koca koca mısır kazanları, Topkapı, Dolmabahçe Sarayları, Kapalı Çarşı´daki Süryani hemşerilerimizin kuyumcu dükkanları, Tatavla´daki Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Galata´daki Levantenler, çok az kimsenin bildiği dünyanın en nadide çinilerinin olduğu Rüstem Paşa Camii, babaannemin ikindi namazlarını kıldığı Bebek cami, Rumeli Hisarı´ndaki yazlık sinema, Dolmabahçe Stadı´ndaki gece maçları, ? Ve daha neler neler.
Eski siyah beyaz Türk filmlerinde kalan bir milyonluk muhteşem İstanbul´un bir daha geri gelmez günleri.
Esenyurt, Avılar, Bağcılar, Sultanbeyli, Beylikdüzü ve dahi İstanbul´un 39 ilçesinin en az 29´unun adının sanının olmadığı günler.
Bir milyonluk nüfusu ile en az 300-400 milyonluk Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ile Doğu ve Batı´nın sentezi.
Bütün bir İslam dünyasının gözbebeği.
İnsan gözbebeğini nasıl korur?
Tabii ki canı pahasına.
Biz ise gözbebeğimizi kendi ellerimizle çıkartmak için her şeyi yaptık!
Tıpkı İbn-i Haldun´un anlattığı şehre ilk girdiklerinde şehri yağmalayan bedeviler gibi taşını toprağını, ormanını yaprağını, denizinin altını üstünü, derelerini ırmaklarını, tarihini kültürünü alt üst ettik.
On binlerce köşkü konağı yıkıp beton yığınına döndürdük.
İstanbul tabii ki bir günde bu duruma gelmedi. Ancak en büyük sorumluluk son 25 yıldır İstanbul´u yönetenlerde.
Helale harama en fazla dikkat etmesi gerekenler deveyi hamutuyla götürdüler, şehri yağmaladılar.
Beşiktaş, Şişli, Kadıköy, Bakırköy gibi CHP´li belediyelerle büyük bir çoğunluğu AK Partili olan ilçe belediyeleri ve yine AK Partili olan Büyükşehir Belediye meclisleri imar değişiklerine birlikte imza attılar, ruhsatlar verdiler.
Tek başına Esenyurt´ta yaşanan rezaletler en az yüz yıl ortadan kalkmayacak kirli görüntüler ortaya çıkardı.
Ulusalcı diyerek karşı çıktığımız ve oy vermediğimiz Bedrettin Dalan, Haliç kıyılarını temizledi, Caddebostan´dan Tuzla´ya kadar sahilleri yaklaşık 40 kilometre halka açarak İstanbul´a adeta ikinci bir boğaz manzarası kazandırdı.
Harem´e, Sarıyer´e, Arnavutköy´e sahil yolları yaptı; bizim dini bütünlerimiz ise Ataköy´de denize sıfır duvar gibi gökdelenler dikerek denizi fakir fukaraya haram ettiler.
?Paranın dini imanı olmaz? diyenler çok doğru söylemişler.
Meclisteyken ´İstanbul´u Kurtarma Bakanlığı kurulsun´ ve ´rant vergisi alınsın´ diye iki sefer kanun teklifinde bulundum, benimle dalga geçtiler.
Benden bir yıl sonra Ali Babacan ile Mehmet Şimşek rant vergisinden bahsedecek oldular, hemen susturuldular.
Son dönemde İstanbul´dan elde edilen rant yaklaşık bir trilyon dolar olarak hesaplanıyor.
?Sen ne diyorsun! Bir trilyon dolar ne eder biliyor musun?? diyorsanız, tartışmaya gerek yok.
Ne kadar imar değişikliği varsa getirin dosya dosya inceleyelim. Hepsinin kaydı kuydu evrakı arşivlerde duruyor.
Bizzat Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ?İstanbul´a ihanet ettik? dedi.
Tevfik Fikret İstanbul için ?Bin kocadan arta kalan bive-i bakir? diyor.
Bin kocanın koynuna girdikten sonra bile bütün işvesi cilvesi, nazı ve fettanlığı ile ?bakir kalan/kalabilen dul?a ne oldu?
Bin kocadan arta kalan bakireye kimler tecavüz etti!
Yazık, çok yazık!
İstanbul affetse bile Allah affetmez, çünkü başka bir İstanbul yok!
Kaynak: Independent Türkçe